Paylaş
Asıl kararları, kendisine “Danışma Komisyonu” süsü verip Ak Saray’da toplanan “Gölge Hükümet” alacak.
Anayasal düzene göre kurulmuş asıl hükümetin muhterem üyeleri de bu kararı imzalayıp uygulayacak.
Dış borcumuzun 407 milyar dolara çıktığının medyada dillendiği günlerde “Cihan Devleti” olacağımızı müjdeleyen Başbakanımız, bilimadamımız Ahmet Davutoğlu da hükümet adamlarının başında duracak.
Ak Saray’dan gelen talimatların yerine getirilip getirilmediğini takip edecek.
***
Kafadan şoklanıp “ne zaman cihan devleti olacağımızı” merak eden vatandaşa, Başbakanımızın gazetecilere verdiği cevabın benzerini vereyim:
“On iki seneye kalmaz, oluruz inşallah”
“Paramız yeter mi?”
“Yetmezse cihan devleti olamayanlardan borç alırız.”
SELEFLERİ BENİM
Ak Saray’ın rol çalmasından sonra yapacak iş bulamayan hükümet adamları kara kara düşünürken; Başbakanımız, bilimadamımız aktif siyaseti(!) sürdürüyor.
Gittiği her yerin veya kabul ettiği her heyetin aidiyetinde olan yerel kıyafetlerle fotoğraf çektiriyor.
Bir gün Türkmen Papağı giyiyor, öbür gün Özbek külahı takıyor, beriki gün Bektaşi Sarığı ile poz veriyor. Gazetelerin birinci sayfası için her gün bir kare fotoğrafı garanti.
Yeni moda ettiği söylem ise “kendisini falanca filanca sadrazamların selefi” ilan etmek. Hangi ile gidiyorsa, oranın çıkardığı sadrazamlara selam yolluyor.
1950’li yılların cumhurbaşkanı Celâl Bayar da buna benzer bir taktik uygulardı. Seçim konuşması yapmak için hangi ile gitse, o yörenin en yüksek dağlarının üzerine bir heybe atardı.
Temsil Adana’da mı konuşuyor.
“Şu Toroslar’ın üzerine bir heybe atsak..” diye girerdi lafına. “O heybenin bir gözünde siz aziz Adanalılar, diğer gözünde de biz varız” diye çıkardı.
Alkış!!
***
Ahmet Davutoğlu da aynısını sadrazamlar üzerinden yapıyor. Belli ki partisinin Fatih ilçe teşkilatında konuşurken “Size selefi olduğum büyük sadrazam Karagümrüklü Öküz Mehmet Paşa’dan selam getirdim” diyecek.
Isparta’ya gittiğinde Kabakulak İbrahim Paşa’dan, Tekirdağ’a gittiğinde de Bekri Mustafa Paşa’dan selam getirip götürecek.
Medyanın hükümete aykırı giden leşkerleri de “Ayın Elemanı” gibi seçilen bu sadrazamları merak edecek. “Hele bir bakalım bu sadrazam kimmiş?” deyip tarih kitaplarına dalacak.
BU İŞTEN HAYIR YOK
Bu arada selamlaşmadan nasibini alamayacak olan sadrazamlar da var. Bunlar devşirme olanlar ve bugünkü coğrafyamızın dışında kalanlar.
“Uzun boylu sevgi insanının” Batı basını tarafından “Sultan” olarak tarif edildiği şu günlerde “Kendini sadrazam ilan” eder gibi benzetmeler yapmanın altında bir sebep var mı bilemiyorum.
Acaba sadrazam kısmına selam yollamalar, selam getirmeler “Saltanat Katına” bir gönderme mi, onun da cevabı yok.
Bildiğim bu benzetmelerden hayır çıkmayacağı.
Osmanlı’ya belli uzaktan bakıldığında göze önce ihtişamı çarpıyor. Yakından baktığın zaman başka şeyler görüyorsun. Kanuni’nin damadı Yürüme Engelli Rüstem Paşa’nın samur kürkünün yakasında gezinen bitler gibi.
İstemezler padişahın kızına talip olan Rüstem Paşa için “Cüzamlıdır” demişler. İftiraya cevap Diyar-ı Bekir’den gelmiş:
“Paşamızın yakasında bit gördük. Bit cüzamlıya gelmez. Paşamıza iftira edilmiştir.”
***
Osmanlı’da sadrazamlık güvenilir makam değildi. Yavuz tam altı sadrazamını boğdurmuştu. Dayak yiyeni, hakarete uğrayanları vardı.
Sultan İbrahim’in sadrazamlarından Semiz Mehmet Paşa yağcılıkta bir taneydi. Parasız kalıp sinirleri bozulan padişahın aklına Medine’ye ecdadı tarafından gönderilen mücevherleri geri istemek geldi.
Bunu beceremeyen sadrazamına “Bre mütevelli yapılı godoş, bre karpuz kıyafetli pezevenk” diye başlayan tehdit mektubu yazdı. Mektup da işe yaramayınca mührü elinden alıp, sürdü.
Bereket Semiz Mehmet Paşa devşirmeydi.
Yani büyüğümüz, Başbakanımız, iki gözümüzün selamını göndereceği bir ilde “nüfus kaydı” bulunmuyor. Dolayısı ile kötü örnek olamaz.
Ben yine de “şu sadrazam işini” kaşımayın, derim. Diğer hükümet adamları da özenip vezirlerden selam taşımaya başlarlar. İşin çivisi çıkar.
Paylaş