Paylaş
Türkiye’de siyasi sorumsuzluğa geçmişte tanık olduğumuzu söyleyen TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, “Ancak geçmişte Türkiye ekonomisi kapalı bir ekonomiydi. Şimdi ise dünya ekonomisi ile entegre olan Türkiye için siyasi hırsların bedeli çok daha ağır olur. Geçmişe takılan söylemlerden Türkiye’yi koparmak gerekiyor” dedi.
TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) siyasi ve ekonomi tarihimizin en önemli kurumlarından biri. Türkiye’nin yeniden seçime gittiği bir atmosferde 9 aydır başkanlık koltuğunda oturan Cansen Başaran Symes ile iş dünyasının nasıl bir beklenti içinde olduğunu, kaçırdıklarımızı, fırsatları ve geleceği konuştuk.
1 Haziran seçimlerinden sonra Ankara’ya gittiniz. Çok güçlü bir koalisyon çağrınız oldu. Sizce niye olmadı, yeni seçimlerde bir değişiklik bekliyor musunuz?
- Seçim sonuçlarına şimdiden bir yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Bu seçimde ne değişeceğini halkın özgür iradesi belirleyecek. İki seçim arasında çok kısa süre var. Partilerin programlarındaki değişiklikler ne kadar etkili olur bilmiyoruz. Ama bu süreçte şu değişti. Gelişen piyasalardaki dalgalanmalar sertleşti. Ekonomideki güçlü alanlar, kolonlar zayıflıyor. Seçim sonrası siyasi istikrarsızlığın da körüklemesiyle sadece kurlar değil, diğer faktörler de kötüleşti. Siyasi hırsların Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmaması gerekir. İş dünyası olarak bunu çok net görüyoruz. Türkiye siyasi sorumsuzluğa geçmişte tanık oldu. Ancak o zaman kapalı bir ekonomiydik. Şimdi ise dünya ekonomisi ile entegre olan Türkiye için siyasi hırsların bedeli çok daha ağır olur. Zaman zaman geçmişte bunları yaşadık. Geçmişe takılan söylemlerden Türkiye’yi koparmak gerekiyor.
İŞ İNSANLARINI YIPRATMAYIN
Türkiye aynı Türkiye değil. Son 10 yılda bu reformları yapanlara da teşekkürlerimizi sunalım. Ancak artık daha büyük sorumluluk isteyen bir dönemdeyiz. Türkiye’nin çok güçlü bir özel sektörü var. Son dönemde yaşadıklarımıza rağmen hem içeriden hem dışarıdan, ‘hala yıkılmadık’ diyebiliyorsak bunda Türkiye’nin güçlü özel sektörünün ciddi payı var. Özel sektör vatanını çok seven iş insanlarından oluşuyor. İş dünyası tüm dalgalanmalara karşı koyuyor, riski de göğüslüyor. TÜSİAD olarak istismara fırsat verecek beyanlardan da kaçınıyoruz. Türkiye’ye karşı sorumluluğumuzu düşünüp motivasyonumuzu kaybetmeden çalışıyoruz. Bu önemli bir değer Türkiye için. ‘Türkiye’yi ileri götüren iş insanlarını ve kurumlarını daha fazla yıpratmayalım’ diyoruz. Kişileri ve kurumları da ayrıştırmayalım. Türkiye rekabet unsurunda tüm bu unsurları ile bir bütün. Bu bütünlüğü bozmak son derece yanlış olur.
SERT DALGADA DÜMEN TARTIŞMASI YAPIYORUZ
Türkiye 20-22 aydır seçim atmosferinden bir türlü çıkamadı. Bunun ekonomik, sosyolojik ve psikolojik etkileri için ne dersiniz?
- Biz bu konuda TÜSİAD olarak pek çok uyarı yaptık hatırlayacaksınız. Seçimin hemen ardından tüm siyasi parti liderlerini ziyaret ettik. “Vakit kaybedilmesin, bir an önce hükümet kurulsun ve reformlara odaklanılsın, aksi takdirde Türkiye giderek zorlaşan küresel koşullar ile karşı karşıya kalacak” dedik. Gelişmekte olan ülkeler için koşullar giderek ağırlaşıyor, fonlama maliyetleri artıyor. Artık yurtdışından kaynak bulmak eskisi kadar kolay olmayacak. Giderek kabaran sularda yol alıyoruz ama hazırlık yapmak yerine dümeni kim tutacak tartışmaları ile vakit kaybediyoruz. Ekonomide de alarm veren bir tablonun içindeyiz. Aynı gemide olduğumuzu unuttuk. Türkiye yatırımcı gözünde giderek daha riskli bir ülke olarak görülmeye başlandı. Risk primi seçimden beri 100 puandan fazla artarak 327’ye ulaştı, son birkaç yılın zirvesine çıktı. Kurdaki artış da malum. Haziran seçimlerinden bu yana yaşanan kayba bakın. Ciddi bir güven erozyonu var ekonomide. Reel sektör önünü göremiyor. İki seçim arasında doğal olarak ekonomi yönetimi mukavemetini yitirdi. Bunlar ciddi kayıplar.
Reformlar gerçekleşseydi başka bir Türkiye olurdu
Rusya ve Brezilya ekonomileri daralıyor, Çin giderek yavaşlıyor. Türkiye’nin nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz?
- Gelişmekte olan ülkelerin bir kısmı emtia fiyatları düştüğü için zor durumda. Bir kısmı ise küresel sermayenin yönünü tekrar gelişmiş ülkelere çevirmesi nedeniyle zorluk yaşıyor. Sonuçta yüzde 3’lük düşük bir büyüme rejiminde sıkışıp kaldık. Diğer gelişmekte olan ülkeler gibi biz de yavaşladık diye düşünerek kendimizi rahatlatmamız mümkün ancak mesele sadece bu değil. Örneğin rekabet endekslerinde 45’den 51. sıraya, 6 basamak düştük. Oysa uzun zamandır ertelenen, şimdi yeni bir seçim ile bir daha ertelenen ekonomik reformları başarabilseydik, emtia fiyatlarındaki düşüşten de faydalanarak diğer ülkelerden pozitif olarak ayrışmamız mümkündü. Küresel talebin zayıf olduğu bu zamanı uzun zamandır ihmal ettiğimiz yapısal ekonomik reformlara, yenilikçiliğe, rekabetçiliğe ayırabilseydik bugün başka bir Türkiye’den bahsediyor olabilirdik. Halbuki biz bu dönemi ağırlıklı olarak siyasi iç çekişmelerle, tam olarak anlaşılmayan sistem tartışmalarıyla ve kutuplaşmalarla harcadık. Küresel koşulları değiştirmek elimizde değil ama içeride yapacak çok işimiz var.
Reform şart
TÜSİAD sıklıkla yapısal reformların hayata geçirilmesi için çağrıda bulunuyor. Ama siyasi gündem ve şiddet ortamı ekonomiyi bir süredir geride bırakıyor. Bu durum telafi edilebilir mi?
- Evet, hala telafi edilebilecek noktadayız, hala direncimiz var. Ama ekonomi dirençli, mali disiplin sağlam diyerek, buna güvenerek kazanımların harcanmasına göz yumamayız. Seçim sonrası mutlaka reform odaklı bir hükümet kurulmalı. Bu ister tek parti ister koalisyon ile olsun. Ama yetmez. TÜSİAD sürdürülebilir, güçlü ekonominin yanında demokrasinin ifade özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün Türkiye’nin en önde gelen meselesi olduğunu sürekli vurguluyor. Çünkü bu alanlarda var olanı koruyup üzerine ilerleme sağlamadan ekonomik olarak ileriye gitmek mümkün değil. “İyi yönetilen” bir Türkiye gerçek potansiyelini kullanabilecektir.
‘Merkez’in üzerinde siyasi baskı olmamalı
Birçok ülke son dönemde yaşanan gelişmeler karşısında faiz artırımına gitti. Türkiye Merkez Bankası farklı bir yol seçti. Banka politikalarının siyasi etki altında kaldığını düşünenler var. Siz ne dersiniz?
Merkez bankalarının hedefleri hükümetler ile birlikte belirlenir. Merkez Bankası’nın (MB) bağımsızlığı araç seçimi ve araç kullanımındaki bağımsızlığıdır. Başarısını Merkez Bankası’nın hedefleri doğrultusunda, yani enflasyon hedefini tutturması açısından değerlendirmek gerekir. Yasa ile bu gayet net bir çerçevede belirlenmiş; fiyat istikrarını gözetmek birincil görev. Fiyat istikrarını sağlayamıyorsa elbette Bankayı eleştirebilir, yöntemlerini tartışabiliriz ama araç bağımsızlığını asla. Siyasi iradenin hiç bir surette bir Merkez Bankası’na yöntemleri üzerinden baskı kurmaması gerekir. Ekonomik olarak bakarsak şu anda zaten mesele faiz değil, Amerikan Merkez Bankası Fed’in normalleşmeye gitmesiyle tüm dünyada faizlerde yeniden ayarlamalar yapılacak, Merkez Bankası da gerekeni yapacaktır. Önemli olan MB’sının gereken yerde gereken politika tepkisini güçlü bir şekilde vermesinin önünde bir çekince, bir engel olmamasıdır.
SON MEDYA SALDIRILARI HASTALIKLI YAPIYA İŞARET
2001 krizi sonrasında Türkiye ciddi bir atılım göstermişti. Ekonomik reformlar, AB müzakere süreçleri, demokratik kazanımlar adına atılan adımlar hakikaten Türkiye’yi tüm dünyada övülen, örnek gösterilen bir konuma getirmişti. Eksikliklerimiz olsa bile en azından doğru yolda ilerlediğimizi biliyor, inanıyorduk. Ancak son dönemlerde tüm uyarılara rağmen bu başarılı Türkiye resmi bozulmaya başladı. Haziran seçimleri öncesinde toplumsal kutuplaşma had safhaya getirilmişti. Son medya saldırıları, medya kurum ve mensuplarına darp da dahil olmak suretiyle yapılan saldırılar hastalıklı bir yapıyı işaret ediyor. Kişiler, kurumlar önce hedef gösteriliyor, sonra bu kurum ve kişilerin saldırıya uğraması adeta bekleniyor, saldırılar gerçekleşiyor ve sonrasında herkes üzüntüsünü belirtiyor ve bu durum giderek kanıksanmaya başlanıyor. Diğer yandan PKK terörizmi ülkenin üzerine çökmüş durumda, her gün şehit haberleri ile sarsılıyoruz, terörü kınıyoruz, lanetliyoruz ancak bu sorunun uzun dönemli çözümünü konuşmaya da devam etmeliyiz. Sadece yeni bir Türkiye hikayesi değil ihtiyacımız olan... Önce bozulan resmi iyi okuyan, kurumları ve kurumsallaşmayı önceleyen, insanı merkeze alan, hukuk güvenliğini ve hukuk devletini sağlayan bir anlayışa ihtiyaç var...
Paylaş