Hürriyet’in gündeme getirdiği ‘kara liste skandalı’ haberi sonrasında BDDK Başkanvekili Ünal’ın bizzat TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu aradığı öğrenildi. BDDK, listeleri ciddiye alıp bazı firmaların kredilerini bloke eden bankalar olduğu iddialarını araştırıyor.
TÜRKİYE’nin dört bir tarafına virüs gibi yayılan ve aslında ekonomik durumu iyi olan şirketleri, sektörleri hatta illeri batık ilan eden kara listeler Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun da gündemine girdi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu haftasonu Kartepe’de yapılan Ekonomi Zirvesi sırasında kara listeyle ilgili detayları Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkan Vekili Mutalip Ünal ile paylaştığını söyledi. Hisarcıklıoğlu’nun bu sözleri sonrasında bir araştırma yaptım.
BDDK’ya yakın kaynaklardan aldığım bilgiye göre BDDK Başkan Vekili Mutalip Ünal geçen hafta Hürriyet’te ‘Kara liste skandalı’ başlığı ile yayınlanan yazının hemen ardından bizzat TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu aramış, Hisarcıklıoğlu geçen hafta Hürriyet’e verdiği demeçte firmaları zor duruma sokan kara listeleri bazı bankaların ciddiye aldığına dikkat çekmiş ve BDDK’yı göreve çağırmıştı. Bir firmanın sanal alemde el altından yayılan bir kara listeyle zor duruma düşürüldüğünü belirten Hisarcıklıoğlu, “Ne yazık ki bir bankamızın o ildeki şubesinin müdürü bu asılsız kara listeyi ciddiye alıp firmanın bankaya daha vadesi gelmemiş bir ödemesi için hesaplarını bloke ediyor. Böyle bir şey olur mu? Bu ne vicdansızlıktır. Buradan bankalara da sesleniyorum. Bu dedikodulara ve kara listelere itibar etmeyin. Yoksa kendi ayağınıza da kurşun sıkmış olursunuz. Tüm bankaları da uyarıyorum. Bu konuda lütfen gerekli duyarlılığı gösterin. Bu tür uygulamaların devam etmesi halinde Hükümetten ve BDDK’dan bu bankalar hakkında yasal tedbir alınmasını isteyeceğiz” demişti.
Mutalip Ünal, Hisarcıklıoğlu’na konuyla ilgili detayları paylaşmaları halinde üzerlerine düşen birşey varsa yapacaklarını belirtmiş. Hisarcıklıoğlu’nun kara listeleri ve banklarla ilgili detayları BDDK’ya gönderdiğini belirten kurum kaynaları, “TOBB’dan kısa bir not geldi. Ancak BDDK’ya şu ana kadar somut bir şikayet gelmedi, bu yüzden henüz bir adım atılmadı. Ancak bu adım atılmayacağı anlamına gelmiyor” diye konuştu. Konuyla ilgili ulaşmaya çalıştığımız Mutalip Ünal’dan ise bir geri dönüş olmadı.
SÖZLEŞME GEÇERLİDİR
Sektörleri ve illeri de hedef alan listeleri ciddiye alan iş çevreleri bu firmalarla alışverişi kesiyor. Bankalar da işi kredi çağırmaya kadar vardırıyor.
İddiaları doğrulayan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu “Cumhuriyet Savcılarına çağrı yapmak istiyorum. Kendi illerinde ortaya çıkacak bu tür kara listeler hakkında lütfen gerekli hukuki işlemleri başlatsınlar. BDDK da bankalarla ilgili yasal tedbir alsın” dedi.
TIKIR tıkır çalışan bir firmanın sahibisiniz. Kur çalkantısı, piyasalardaki zorluklara rağmen işlerin normal seyrinde ilerliyor. Ama o da ne? Bankanızdan sürpriz bir çağrı alıyorsunuz: “Kredinizi hemen geri ödemenizi...”
Ya da sürekli mal aldığınız bir tedarikçiden aniden, “Kusura bakmayın bu kez vadeli mal veremeyeceğiz” sözlerini duyuveriyorsunuz. Sonra bir başkasından, diğerinden... Ne oluyor diye işin peşine düştüğünüzde acı bir gerçekle karşılaşıyorsunuz. Size aniden sırt çeviren bankanız ya da iş çevreniz ‘adınızın batanlar listesinde olduğunu’ ya da ‘iflas listesine’ girdiğinizi söylüyor.
Türkiye’nin dört bir tarafı son günlerde böyle bir tablo ile sarsılıyor. Nereden çıktığı bilinmeyen bir yapı bazen firmaları, bazen sektörleri bazen de illeri hedef alarak gerçek dışı kara listeler yayınlıyor. batan....’lar@aol gibi web adreslerinden iş dünyasındaki kritik şirketlere ve bankalara postalanan listeler, sosyal medyadan da paylaşılıyor.
Özelleştirmeler desen problemli. En son Milli Piyango ihalesini alanlar bile erteleme istemiş.
Kısacası ülkeye eskisi gibi para girişi yok. İşte böyle bir ortamda tam da seçimlerden önce mayıs ayında milyar Euro’ların havada uçuşacağı bir ihale izleyeceğiz.
Dün açıklanan rakamlara göre 4G ihalesinden devletin kasasına en az 2.3 milyar Euro girecek.
Şartnameyle birlikte satılacak frekanslar belli olduğunda bir analiz kaleme almış, ihalede Avrupa ile kıyaslandığında 1.5 milyar Euro’nun üzerinde bir rakam ile karşılaşabileceğimizi belirtmiştim.
Düşük kurun uzun vadede Türkiye’ye bir şey kazandırmadığını öne süren Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “TL’nin güvenli bir para olması rekabetçi kur olduğu anlamına gelmiyor. Değerli TL yerine rekabetçi TL’yi tercih etmeliyiz” diye konuştu.
SON dönemde ekonominin odağına dolar kuru oturdu. Doların hızlı tırmanışı iş dünyasında bütün hesapları alt üst etti. Ankara’da kısa dönemde kurun ateşini söndürmek için girişimler sürerken Frankfurt’tan uzun dönem için öneri geldi. Reform paketinin en önemli unsurunun yeni büyüme modeli ve bu modelin yol haritası olması gerektiğine dikkat çeken Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, kalkınma modelinde aşırı değerlendirilmiş TL politikasından vazgeçilmesini istedi. Eczacıbaşı, “Biz düşük kuru tercih ettik. Çeşitli kesimlere yarar getiriyor olabilir. Uzun vadede Türkiye’ye bir şey kazandırdığı yok. Dövizi ucuz tutma alışkanlığından vazgeçmemiz lazım. TL’nin güvenli bir para olması rekabetçi kur olduğu anlamına gelmiyor. Değerli TL yerine rekabetçi TL’yi tercih etmeliyiz. Ayrıca düşük faizin kalıcı olması da çok önemli” diye konuştu.
YEREL SORUNU EKLEMEYELİM
Eczacıbaşı’nın davetlisi olarak gittiğimiz Frankfurt ISH Fuarı sonrasında basın toplantısı düzenleyen Bülent Eczacıbaşı doların son 2.5 ayda kendi tahminlerinin üzerine çıktığına işaret etti. Bu durumun gerçek anlamda bir sorun olduğunu belirten Eczacıbaşı kur etkisi ile büyüme hızının düşeceğini, enflasyonun ümit edildiği kadar düşmeyeceğini vurguladı. Eczacıbaşı, “Dünyadaki kur hareketlerinden ortaya çıkan bir mesele. Kendi yerel sorunlarımızı buna eklemememiz lazım. Dövizi ucuz tutma politikasının sonucu. Böyle yapmasaydık kur artışı göreceli olacaktı. Dışarıdan gelen bir etki olarak kalsın. Uluslararası hareketin bize çıkardığı bir fatura diyelim” şeklinde konuştu.
KALE Grubu Başkanı Zeynep Bodur Okyay, “Bizim mayamızda sanayi aşkı var. Artık Türkiye’nin büyük bir sanayi hamlesi yapması lazım. Hizmet ve inşaat sektörleri elbette büyüyecek ama biz AVM ekonomisiyle hedeflerimize ulaşamayız” dedi.
TÜRKİYE’nin en önemli sanayicilerinden birinin kızı o. Şu anda 5 bin kişinin çalıştığı köklü bir yapının direksiyonunda. İstanbul’da daha önce birkaç kez bir araya geldiğimiz Kale Grubu Başkanı Zeynep Bodur Okyay ile bu kez Çan’da babasının 58 yıl önce kurduğu fabrikada beraberdik. Eşi Kale Teknik Grup Başkanı Osman Okyay ile birlikte hem ülke ekonomisinin, hem de Kale Grubu’nun dününü, bugünü ve yarınını konuştuk.
Çocukluğunun geçtiği her karışını bildiği fabrikada bambaşka bir Zeynep Hanım vardı karşımda. Nedeni belki de şu sözlerinde gizliydi:
“Her gelişimizde çocukça bir heyecan, bir eve dönüş duygusu verir. Burası bizim hatıralarımızın yuvası. Her baktığımda duyduğum gurur artar. Sanayinin gücüne, üretmenin hazzına inancım yükselir.”
Zeynep Bodur-Osman Okyay çifti İbrahim Bodur’dan aldıkları sanayi bayrağını taşımak adına birçok yatırıma soyunmuş durumda. Zeynep Hanım tam bu noktada, “Bizim mayamızda sanayi aşkı var. Hiçbir zaman rant peşinde kolay kazanç peşinde koşmadık. Bu iktidar döneminde geride kalan sürede çok önemli saha çalışmaları yapıldı, artık Türkiye’nin büyük bir sanayi hamlesi yapması lazım. Hizmet ve inşaat sektörleri elbette büyüyecek ama biz AVM ekonomisiyle hedeflerimize ulaşamayız” diyor.
Eczacıbaşı Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “Hedefe ulaşmak için işbirlikleri, satın almalar veya ortaklık gibi çalışmalar yapabiliriz. Bu konuda radarımız açık” dedi.
BÜNYESİNDE Vitra, Artema, Burgbad, Engers ve Villeroy&Boch gibi markaları barındıran Eczacıbaşı Yapı Grubu, satınalmalarla büyüyecek. Eczacıbaşı Grubu’nun davetlisi olarak gittiğimiz Frankfurt’taki ISH Yapı Ürünleri Fuarı’nda Eczacıbaşı Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı sektörle ilgili önemli mesajlar verdi.
MARKALAŞMA ÖNEMLİ
Ocak ayının sonunda kaleme aldığım iki yazıda bu ihalede satılması muhtemel frekansları sıralamış, Avrupa’da daha önce yapılan ihalelerden yola çıkıp toplamda en az 1.5 milyar Euro’luk bir gelire ulaşmanın mümkün olduğunu belirtmiştim. 800, 2100 ve 2600 MHz’in dışında ihale öncesi operatörlerin 900 MHz için de savaşa giriştiğine dikkat çekmiştim. Bakan Elvan’nın dün açıkladığı ihale şartnamesinde bunların dışında da sürprizler vardı. Öncelikle ihaleye mevcut 3 operatörün dışında yeni bir operatörün girmesinin de yolu açıldı. Ayrıca 2100 MHz de ihale kapsamına girdi. Bu durumda ihaleden elde edilecek gelir 1.5 milyar Euro’nun da üzerine çıkabilir.
Şimdi en çok merak edilen konu, 4G ihalesine yeni bir operatörün ya da operatörlerin girip girmeyeceği. Aslında 3G ihalesini takip edenler hatırlayacaktır. Orada da yeni bir operatöre kapı açılmış ancak beklentiler boş çıkmıştı. Bunun en önemli sebebi 3G’de ulusal kapsama şartı olmasıydı. 4G’de böyle bir şart yok. İller bazında bile yatırım mümkün. 2600 Mhz’lik frekanslar düşük kapsama alanı özelliğinde. Çok sayıda baz istasyonu kurulması gerekiyor. Bu da ağır maliyet demek. Yeni şirket örneğin İstanbul’da yatırım yapıp, bu ilde nüfusun yoğun olduğu bölgelere yönelebilir. Ancak yeni operatörün bu hattı sadece o bölgede çalışabilecek. Diğer bölgeler için mevcut operatörlerden olası bir yasal düzenleme ve anlaşma ile hizmet almak zorunda kalacak. Ancak yine de sadece belli lokasyonda çeken bir 4G hattı alacak müşteri bulmak zor. Son iki yıldır 4G ihalesiyle en çok Uzakdoğuluların ilgilendiğini öğrendim. Hatta Türkiye pazarını yakından takip eden uzman isimlere rapor bile hazırlatmışlar. Özellikle Ulaştırma Bakanlığı projelerine yakın ilgi gösteren Güney Koreliler’in talip olabileceği konuşuluyor. Yine de yeni bir operatör çok zor.
Bakanlık mevcut operatörlere frekans temininde eşitlik ilkesiyle yaklaşmış. Ancak bu fiyatlama açısından rekabeti azaltabilir. Bakanlık frekanslar için Avrupa’yı baz alarak muhammen bedel belirleyecek. Şirketler de burada çok küçük frekans farkları için kapışacak. 800 ve 900 Mhz bandları nüfusun daha az yoğun olduğu yerlerde daha geniş bir alana sağlıklı 4G kapsaması yapılmasını sağlıyor. Yani yüksek frekanslara göre daha kıymetli. Bu durumda 800 MHz ihalesinde şirketler öncelikle satışa çıkacak 800’lü frekanslardan düşük olanı yani daha kaliteli olanı için kapışacak. Ancak bunu alamayan bir sonraki 800’lü frekansı alabileceği için öyle havalimanı ihalesinde gördüğümüz gibi çılgın bir fiyat artırımı beklememek gerekir.
800 MHZ İHALESİ
En kıymetli frekans olarak adlandırılıyor. Ulaştırma Bakanlığı 800 Mhz olarak adlandırılan bant üzerinde 30 MHz’lik frekansı satışa çıkaracak. Avrupa’daki 800 MHz ihaleleri yaklaşık 400-500 milyon Euro civarında bir rakamla sonuçlanmış. Nüfus, kişi başına gelir vs. etkenler fiyatı doğrudan etkiliyor. Bunu Türkiye’ye uyarladığınızda ihale bedelinin paket başına en az 300-350 milyon Euro etmesi bekleniyor. Bu durumda bu paketten beklenti 1 milyar Euro’yu bulabilir.
900 MHz İHALESİ
Bu paket için Avea ile diğer iki operatörün önceden bir savaşa giriştiğini daha önce kaleme almıştım. 900 Mhz’de Turkcell ve Vodafone’un 11’er frekansı Avea’nın ise 2.4’lük frekansı var. Avea satışa çıkacak 10 Mhz’lik frekansın tamamına yakınını kendisi almak ve diğerleriyle eşit duruma gelmek istiyordu. Diğer iki operatör ise yaptıkları yatırımlar nedeniyle Avea’ya böyle bir ayrıcalık tanınması halinde rekabet avantajlarını yitireceklerini öne sürüyordu. Bakanlık Turkcell ve Vodafone’un 1.5’er frekans almasının önünü açtı. Bu durumda Avea kalan 7 frekansı alabilecek. Böylece Turkcell ve Vodafone 12.5’er Avea ise 9.4 Mhz frekans sahibi olabilecek. Kısacası bakanlık orta yolu bulmuş gibi gözüküyor. Bu frekanstaki fiyat oluşumunu tahmin etmek güç. Seyri Bakanlığın muhammen bedeli ile Avea’nın artırımları belirleyecek.
1800 MHz İHALESİ
Ne sel, ne deprem ne de başka bir afet. 15 milyar TL’nin karşılığı 250 bin konutu kur felaketi götürdü!
TÜRKİYE bir süredir ‘faiz’ konusunda derin bir tartışma içinde. Siyasilerin Merkez Bankası ve Başkan Erdem Başçı’ya yönelik ‘faizi yeteri kadar düşürmüyor’ eleştirileriyle başlayan tartışma son bir ayda dolar kurunda tırmanışa neden oldu. Döviz kurlarındaki artışın tek nedeni bu değilse bile Merkez Bankası’nın bağımsızlığına müdahale olarak ortaya çıkan algı yükselişin lokomotifi oldu. Peki ama reel sektör dolayısıyla vatandaş sadece faizin yüksekliğinden mi zarar görüyor? Büyümenin genişlemenin önündeki en tek engel faizler mi? Rakamlar kurdaki yükselişin reel sektörün canını fazlasıyla yaktığını net bir biçimde ortaya koyuyor. Gelin inşaat sektörü özelinde konuyu inceleyelim.
MALİYET ARTTI
Türkiye’de 2.5 yıl önce dolar 1.79 TL’den işlem görüyordu. Eylül 2012’de bankaların yabancı para cinsinden kullandırdığı 111 milyar dolarlık kredinin yaklaşık yüzde 10’u yani 11.1 milyar doları inşaat sektörüne aitti. Normal şartlarda faiz ve parasal genişleme hesaba katılsa bugün itibariyle inşaat sektörünün dolar cinsinden kredi borcu yaklaşık 5 milyar dolarlık artış gösterecek ve 16 milyar dolara yükselecekti. Diğer bir değişle kur 1.79 TL civarında kalsa inşaat sektörü 16 milyar dolar karşılığında yaklaşık 29 milyon TL’lik bir borç yükü ile karşı karşıya kalacaktı. Bugün itibariyle dolar kuru 2.47 civarından işlem görüyor. Bunun anlamı 16 milyar dolarlık borç yaklaşık 40 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Yani sadece 2.5 yılda alınan krediler nedeniyle inşaatçının sırtına ekstradan bir 11 milyar TL bindi. Aradan geçen 2.5 yılda inşaatçıların döviz cinsinden aldığı krediler de azalmadı arttı. 16 milyar dolardan 21 milyar dolara çıktı. Bu 5 milyar dolarlık artış 1.79 yerine 2.47’lik kur farkı nedeniyle inşaatçıya fazladan 3.4 milyar TL’lik bir maliyet yükledi. Özetle sadece 2.5 yılda kurdaki yüzde yüzde 38’lik artış inşaatçıya nereden baksanız fazladan 15 milyar TL’lik ağır bir fatura çıkardı.