Marketlerde satılan bir kutu bardak ayran sizce kaç mililitredir? Peki bir plastik kâse yoğurt kaç gramdır? Bir kutu vişne suyu kaç mililitredir? 1 küçük reçel kaç gramdır? Küçük teneke kutularda satılan salçaların ağırlığı nedir?
Bu soruların standart bir cevabı yok. Çünkü bu ürünlerin satışıyla ilgili bir standart ne yazık ki yok. Herhangi bir arama motoruna bardak ayran yazın. Karşınıza çıkan ürünlerin gramajlarını inceleyin. 285 ml’den bir başlıyor 200, 175, 170’e kadar boy boy gidiyor. Üstelik bu fark sadece markalar arasında da yaşanmıyor. Aynı markanın hem 200 ml, hem 285 ml hem 175 hem de 170 ml ürünü var.
KUTULARIN ALTINA BAKIN
Üstelik bu ürünlerin kutularını yan yana dizdiğinizde hepsinin aynı olduğunu görüyorsunuz. 200 ml’lik ayran ile 170 ml’lik ayranı aynı anda açın. İkisinin de bardağın üstüne kadar dolu olduğunu fark edeceksiniz. Peki ama fark nerede derseniz size tavsiyem o kutuların altına iyice bir bakın. En az miktardaki ürünü içeren kutunun tabanın içeriye doğru iyice kıvrıldığını göreceksiniz.
Bunun adı taban hırsızlığı. Taban içeriye doğru kıvrıldıkça bilin ki içerideki ürün azalıyor. Siz farkında olmadan o markanın 170 ml’lik fiyatı ile bir başka markanın 200 ml’lik ayranını kıyaslıyorsunuz. Kutulara karşıdan bakın aynı. 170 ml’lik ürünün ucuz olduğunu düşünüp alıyorsunuz. Oysa bilin ki hesabı litreye vurduğunuzda bilin ki o ürün belki de size daha pahalıya geliyor.
Air Fryer, sıcak havayı bünyesinde sirküle ederek, içinde bulunan fan sisteminin de yardımıyla yiyecekleri kurutmadan pişirmeye olanak sağlıyor. Basit bir anlatımla Air Fryer için havayla pişiren fritöz diyebiliriz. Yemekleri çok az yağ ile ve pratik bir biçimde pişirdiği için daha sağlıklı olduğu belirtiliyor. Air Fryer’ın yiyecekleri neredeyse bir mikrodalga fırın kadar hızlı ısıttığı üstelik mikrodalga fırınların zararlarından arınmış olduğu da öne sürülüyor. Kısacası Air Fryer birçok mutfak aletini de tahtından etmiş durumda.
Türkiye’de Air Fryer ürün fiyatları marka ve boyutuna göre 2 bin TL’lerden başlıyor 10 bin TL’lere kadar çıkıyor. Yerli ve yabancı markalar arasında neredeyse yarı yarıya fiyat farkı var. Düne kadar Air Fryer ithalatı Türkiye’de mercek altındaydı. Çünkü Ticaret Bakanlığı tarafından gözetim uygulamasındaki ürünler arasında yer alıyordu.
İthalatta gözetim uygulaması, bir malın ithalatının piyasadaki diğer üreticilere zarar verecek veya zarar tehdidi yaratacak miktar veya şartlarda piyasaya sürülmesinin engellenmesi için Ticaret Bakanlığı’nca gerçekleştiriliyor. Çünkü ithal bazı ürünlerin yüklü miktarda piyasaya sürülmesi ve yerli üreticinin malından daha ucuza satılması, piyasadaki dengeyi bozabiliyor.
Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlanan ithalatta gözetim uygulanmasına ilişkin tebliğde değişiklik yapılmasına dair tebliğe göre, birim gümrük kıymeti 100 doların altında olan Air Fryer ve fritözler söz konusu gözetim listesinden çıkarıldı.
100 dolar Air Fryer’lar için kritik bir fiyat. Çünkü piyasada satılan Air Fryer’ların ortalama değeri olan yaklaşık 3 bin 800 TL’ye denk geliyor. Kurun bu seviyelerde kalması durumunda piyasada ithal ürünlerle yerli markaların Air Fryer pazarından pay kapma savaşının önümüzdeki dönemde daha da kızışması bekleniyor.
SICAK HAVAYI DOLAŞTIRARAK PİŞİRİYOR
- Yağsız kızartma özelliğiyle anılan Air-Fryer aslında yiyecekleri kızartmıyor. Konveksiyonel fırını andıran bir mekanizma ile çalışıyor.
Resesyon ya da durgunluk, makroekonomide reel gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) iki veya daha fazla çeyrek yıllık periyotta arka arkaya negatif büyüme göstermesi durumuna deniyor. Yani en hafif tabirle duraklama dönemi de diyebiliriz. Bu dönemlerde toplam üretim miktarında gerileme oluyor. Bununla birlikte, işsizlik artıp milli gelir düşüyor. Resesyon sonucunda ülkelerin ekonomik şartlarında negatif değişimler yaşanıyor.
Dün ajanslara düşen haberlerde Minneapolis Fed Başkanı Neel Kashkari’nin, bir röportajda kullandığı ifadeler dikkat çekiciydi. Kashkari, Silicon Valley Bank ve Signature Bank’ın başarısızlıklarıyla sonuçlanan bankacılık sistemindeki son streslerin giderilmesinin zaman alacağını söyledi.
BAŞKA BANKALAR VAR
Kashkari, “Uzun vadeli hazine bonolarına maruz kalan ve defterlerinde bizim dediğimiz süre riski taşıyan başka bankalar olduğunu biliyoruz. Ayrıca bankacılık sektöründe çok sayıda ticari gayrimenkul olduğunu ve muhtemelen bankacılık sektörüne yansıyacak bazı kayıplar olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla bu sürecin tam olarak netleşmesi zaman alacak. Yine de bankacılık sisteminin bu baskılara dayanabilecek çok fazla sermayeye sahip” dedi.
Bankacılık sektöründe son dönemde yaşanan stresin kendilerini resesyona kesinlikle yaklaştırdığını öne süren Kashkari, şunları da ekledi:
“Bizim için belirsiz olan, bu bankacılık streslerinin ne kadarının yaygın bir kredi krizine yol açtığıdır. Bu kredi sıkışıklığı daha sonra ekonomiyi yavaşlatırdı.”
HER YERİ SARABİLİR
Dünyanın en büyük ekonomisini saran resesyon korkusu gerçekleşirse bunun dünyanın kalan kısmına yansıması da kaçınılmaz olur.
Yeni dönemin öncelikli konularından biri, hatta birincisi üniversiteler olmalı. Türkiye çağa ayak uyduracak, hatta belli başlı konularda öncü olacaksa yolu üniversitelerden geçiyor. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Bakın iki gün önce İngiltere merkezli ekonomi gazetesi Financial Times’ta yayınlanan bir araştırma üniversitelerin ekonomiye, ülkeye katkısının ne derece önemli olduğunu nasıl ortaya koydu.
Danışmanlık şirketi London Economics’in araştırmasına göre Birleşik Krallık’ın en prestijli üniversitelerinden olan Cambridge’in ekonomiye etkisi yılda yaklaşık 30 milyar sterlini (yaklaşık 700 milyar lira) buluyor.
Cambridge’de yapılan çalışmalar 86 bin işi destekliyor ve bu analiz yüksek öğretim kurumlarının inovasyonu hızlandırmada oynadığı rolü de vurguluyor. Yapılan çalışmalar o kadar önemli ki Cambridge tarafından harcanan her 1 sterlin, 11.70 sterlinlik ekonomik değer yaratıyor. Üstelik, Birleşik Krallık hükümeti yatırımı ve ekonomik büyümeyi artırmak için üniversite yan kuruluşlarına verdiği desteği artırıyor. Şansölye Jeremy Hunt, “öncelikli” sektörleri baz alan, üniversitelere ve araştırma kurumlarına odaklanan 12 düşük vergili yatırım bölgesini duyurdu. Araştırmaya göre ekonomik etkinin 23 milyar sterlinden fazlası, üniversite araştırmalarının ticarileştirilmesinden, özellikle de onlardan doğan şirketler aracılığıyla geldi.
İnovasyon, hem ülkeler hem de firmalar için ulusal ve uluslararası alanda rekabet gücü kazanmanın, dolayısıyla da refah ve yaşam kalitesi artışının en temel unsurlarından biri. Son yıllarda Türkiye’de, savunma sanayiinde yaşanan ilerlemeleri, yerli otomobil girişimlerini örnek alırsak teknolojik gelişimlerin ekonomiye katkısını daha net görebiliriz. Bugüne kadar atılan adımlar önemli ve kıymetli. Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi oluşturulması çok iyi oldu. Akademisyenlere göre bu adım, üniversiteleri makale yazmak dışında patente, inovasyona, yenilikçiliğe ve şirketleşecek projelere yöneltti. Üniversiteler nezdinde oluşturulan teknoparklar da yüzlerce güzel projeye evsahipliği yaptı. Bu çalışmaların sayısını artırmak istiyorsak üniversitelerin ekonomiye katkısını da körüklemeliyiz. Üniversite-özel sektör işbirliklerini artıracak, teşvik edecek yol bulmalı teşvik vs tüm istisnaları bu çalışmalara tanımalıyız.
İnanın üniversitelere, araştırmalara, projelere ayıracağımız 1 lira, bin türlü teşvikten hayırlı.
ÜNİVERSİTEDEKİ PROJE NASIL ŞİRKETLEŞİYOR
Türkiye’de son yıllarda üniversitelerde doğup büyüyen projelerin şirketleşmesi hızla artıyor. Üniversitelerdeki projelerin şirketleşmesi genellikle şu şekilde oluyor. Akademisyen, öğrenci ve/veya girişimcilerden üniversitelerin ilgili birimlerine gelen proje teklifleri, kurullar tarafından değerlendiriliyor. Kriterlere uygun olan ve kabul gören projeler teklif sahibi ile anlaşmaya varılması halinde kuluçka adı verilen merkezlere alınıyor. Bu merkezlerdeki proje ekiplerine, iş modeli geliştirme, iş fikrinin pazarlanması, doğru yatırımcı ile buluşturma, girişimcilerin sermaye bulmasına yardımcı olma, fikri mülkiyet haklarını koruma, şirket kurma eğitimleri verilmesi ve girişimcilerin faydalanabileceği fon olanakları hakkında bilgilendirme gibi konularda destek sağlanıyor. Ayrıca şirketleşme için gerekli hukuki danışmanlık hizmeti de veriliyor.
Söz konusu projelerin şirketleşmesi sürecinde fon sağlama amacıyla melek yatırımcı ve risk sermayesi kuruluşlarıyla işbirliği sağlanıyor. Sonunda proje şirketleşiyor.
Yabancı filmlerde görmüşsünüzdür. Biri gelir torbasından biriktirdiği şişeleri çıkarır tek tek bir makineye atar. Ardından o makineden dökülen bozuk paraları alır ve gider. İşte etiketin ilk sırrı bu. Ambalaja fazladan para ödenmesine engel oluyor tüketiciye kazandırıyor.
Çöpe attığımız su, kola, meyve suyu şişelerini artık biriktireceğiz. Sonra belirlenen noktalara ve otomatlara götürüp iade parası alacağız.
Tek kullanımlık içecek ambalajlarının dönüştürülerek ekonomiye kazandırılması için hazırlanan Depozito Yönetim Sistemi 2024’te hayata geçiyor. Bunu bu yılın hemen başında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum bizzat açıkladı ve şunları söyledi:
“Bu yıl itibarıyla 2 bini depozito iade makinesi, 5 bin depozito toplama olmak üzere en az 7 bin noktada hizmet vereceğiz. Ürünlerimizin barkodlu şekliyle ihale süreçlerini başlattık, 2024 yılı itibarıyla da zorunlu hale getireceğiz.”
BİR AN ÖNCE BAŞLAMALI
Deprem ve seçimler nedeniyle takvimde gecikmeler olduğu, zorunlu uygulamanın erteleneceği iddia ediliyor. Ancak ben bu projenin hem çevre hem de ülke ekonomisi açısından çok önemli olduğunu; bırakın seçimi, partiler üstü bir hassasiyet taşıdığını düşünenlerdenim. O yüzden de bir an önce hayata geçmesini diliyorum.
Bu noktada projenin pilot olarak Kızılcahamam’da başladığını, ilçe halkının geri dönüştürülebilir ürünlerini depozito noktalarındaki makinelere iade ettiklerini de hatırlatmamda fayda var.
Hepsiburada’nın kaptanlığını yılbaşı itibarıyla üstlendiniz, sizi tanıyabilir miyiz?
Eğitimimi Türkiye’de tamamlamıştım. 17 yaşından beri çalışıyorum. Daha Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyken bir girişimci olarak iş hayatına atıldım. Ardından 20-25 yıl kadar Amazon, Procter and Gamble gibi uluslararası şirketlerin farklı iş birimlerinde global ve lokal başkanlık görevlerini yürüttüm. Sigortadan nakliyeye, elektronikten modaya değişik işler kurdum, yönettim. yurtdışında geçirdiğim 16 yılın sonunda ülkeme hizmet etmek için Hepsiburada ailesine katılmak üzere dönüş yaptım.
Sizin için biraz talihsiz bir başlangıç oldu. Malum çok kötü bir deprem yaşadık. Tüm planlarınız sanıyorum depremle birlikte değişti. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Nasıl aksiyon aldınız, ne yaptınız?
6 Şubat’ta ülke olarak çok zor bir güne uyandık. Kahramanmaraş merkezli deprem tabii ki bizim oradaki çalışanlarımızı, şubelerimizi, satışını yaptığımız ticaretini yaptığımız girişimcilerimizi ve bütün ülkemizi çok derinden etkiledi. Planlarımız kısa dönemli olarak ciddi bir biçimde etkilendi ama biz katkıda bulunabilmek için bölgeye odaklandık. 6 Şubat’tan beri yaklaşık 1500 çalışanımız deprem seferberliğinde görev alıyor; bu konuyla yatıyor, bu konuyla kalkıyor. Öncelikle bölgeye acil ihtiyaçları ulaştırmak üzere yüzden fazla TIR’ımızı sevk ettik. Biliyorsunuz ilk günler çadır, su, bebek bezi, yiyecek gibi bölgenin çok önemli ihtiyaçları vardı. Üçüncü günde bütün yönetim ekibimizle beraber sahaya indik. Ben de sahadaydım; bütün şehirleri, bölgeleri Hepsiburada ailesiyle beraber köylere kadar karış karış gezdim. Bizim orada nasıl bir lojistik operasyonu kurabileceğimizi tespit ettik. Adana ve Hatay’da, Kızılay’ın AFAD’ın yönetiminde olan depolarını devraldık, jandarmamız, askerimiz, polisimiz, emeklimiz, gönüllümüz ve bizim binlerce çalışanımızla beraber lojistikteki sıkıntıları gidermeye başladık.
DEPREM BÖLGESİNE DAĞITIM AĞI
Bir mikro dağıtım ağı kurduk, bir yazılım ekibi gönderdik. Yazılım yaptık, kaymakamlarımızın muhtarlarımızın, köylerde ihtiyacı olan malzemeleri depolardaki, envanterlerle birleştirdik. Elleçleme sonrasında bölgelere sevk etmeye başladık. Diğer partnerlerimizle beraber bunları yaptık. Bunun yanı sırada biliyorsunuz Ticaret Bakanlığı’nın başlattığı çok önemli bir seferberlik kampanyası oldu. Bölgenin sabahtan akşama kadar değişen ihtiyaçlarını halkımızın da destek olarak karşılaması için önemli bir kampanya başlattık. 7 Şubat’ta devreye aldık ve o tarihten beri bölgeye bu konuda destek veriyoruz. İşimizin yaklaşık yüzde 10’u bölgeden geliyor. Oradaki tüccarımızın depoları yıkıldı, evi yıkıldı, transfer merkezlerimizi Hepsiburada ailesi olarak onların yakınlarına ve kendilerine kalacak yer olarak açtık. Depoları yıkıldığı için depolarına koyamadıkları ürünleri büt depolarımıza aldık ve yaklaşık olayın başladığı tarihten beri bölgedeki tüccarlarımıza bila bedel, komisyon almadan işletim gideri almadan üreticimize ve esnafımıza destek vermek için seferber olduk.
‘TÜRK İNSANI İNANILMAZ DUYARLI’
Uzmanlar, olağandışı yoğun yağış ve fırtınanın sebebini yine o tarihlerde şöyle açıklamıştı:
“Atmosferin üst seviyelerindeki soğuk havanın, sıcak deniz yüzeyinin etkileşimi sonucu meydana gelen yoğun konvektif fırtınalar, 9 Eylül 2009 sabahının erken saatlerinde doruk noktasına ulaştı ve selin meydana gelmesine yol açtı.”
Teknik tabiriyle yazdım ki bir daha anlaşılsın. Doğa olaylarını engellememizin ve ertelememizin imkanı yok. Tıpkı depremin zamanını bilmediğimiz gibi bir ay sonra ya da yazın ortasında, sonbaharda bir sel felaketi yaşayıp yaşamayacağımızı da kimse bilmiyor.
Bakın dün Şanlıurfa ve Adıyaman’ı bu kez de sel vurdu. Şanlıurfa’da yollar nehre döndü, sel suları araçları sürükledi. Eğitime bir gün ara verildi. Şanlıurfa’da 12, Adıyman’da 2 kişi hayatını kaybetti, 5 kişi aranıyor. Meteoroloji Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Mardin ve Şanlıurfa’ya turuncu kodlu uyarıda bulundu.
2009’daki sel sonrasında resmî makamlar felaketin sorumlusu olarak on yıllardır süren plansız yapılaşmayı, dere, göl yataklarına inşa edilen gecekonduları işaret etmişti. Selin zamanını bilmiyoruz ama maalesef dere ve göl yataklarında imarlı-imarsız yapılaşmanın sürdüğünü biliyoruz.
İstanbul’da 2009 yılında yaşanan sel felaketinde yollarda araçlar tamamen sulara gömülmüş kayıpların bir bölümü bu araçlarda verilmişti. Başakşehir, Bağcılar ve Küçükçekmece’de etkili olan sağanak yağış nedeniyle Ayamama, Tavukçu ve Hamam dereleri taşmış, Basın Ekspres Yolu ulaşıma kapanmıştı.
HATALARI MASAYA
- Dünya çip krizinin en büyük etkilerini pandemiden hemen sonra hissetmeye başladı. Salgın önlemleri, yangın ve doğal afetler gibi nedenlerle çip üreticilerinin üretiminde yaşanan aksamalar, etkileri halen süren çip krizine neden oldu.
- Bu üreticilerin genellikle Uzak Doğu’da toplanması tedarik zincirini kırdı. 2021’de dünya genelinde 10.5 milyon aracın, 2022’de ise 4.5 milyon aracın üretilememesine neden olan krizin, bu yıl yaklaşık 3 milyon adet aracı etkileyeceği tahmin ediliyor.
- Bu kriz bitmeden Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdi. Hammadde fiyatları fırladı. Otomotiv sektörü için önemli olan hammaddelerin birçoğu bu iki ülkede üretildiği için başka bir kriz doğdu.
- Özellikle Ukrayna’da kablo demeti yatırımları bulunan Alman üreticiler büyük yara aldı. Hem savaş hem de Çin’in ağır karantina önlemleriyle çipin yanına birçok parçayı etkileyen tedarik krizi de eklendi.
Yetmedi lojistik krizi başladı. Çip bulabilen bu kez otomobilleri taşıyacak şoför bulamadı. Çünkü, Avrupa’da TIR şoförlüğü özellikle enflasyondan sonra giderek cazibesini yitiren bir meslek haline geldi. Üstelik şoförlerin önemli bir kısmı Ukraynalı olduğu için aksaklıklar arttı.
Peki bu süreçte otomotiv devleri ne yaptı derseniz?
Onları da ele alalım...
- Otomotiv sektörü bu gelişmelerden dersler çıkardı. Çip için teknoloji şirketleriyle anlaşıp yatırımları ABD ve Avrupa’ya çekti.