Paylaş
Resesyon ya da durgunluk, makroekonomide reel gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) iki veya daha fazla çeyrek yıllık periyotta arka arkaya negatif büyüme göstermesi durumuna deniyor. Yani en hafif tabirle duraklama dönemi de diyebiliriz. Bu dönemlerde toplam üretim miktarında gerileme oluyor. Bununla birlikte, işsizlik artıp milli gelir düşüyor. Resesyon sonucunda ülkelerin ekonomik şartlarında negatif değişimler yaşanıyor.
Dün ajanslara düşen haberlerde Minneapolis Fed Başkanı Neel Kashkari’nin, bir röportajda kullandığı ifadeler dikkat çekiciydi. Kashkari,Silicon Valley Bank ve Signature Bank’ın başarısızlıklarıyla sonuçlanan bankacılık sistemindeki son streslerin giderilmesinin zaman alacağını söyledi.
BAŞKA BANKALAR VAR
Kashkari, “Uzun vadeli hazine bonolarına maruz kalan ve defterlerinde bizim dediğimiz süre riski taşıyan başka bankalar olduğunu biliyoruz. Ayrıca bankacılık sektöründe çok sayıda ticari gayrimenkul olduğunu ve muhtemelen bankacılık sektörüne yansıyacak bazı kayıplar olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla bu sürecin tam olarak netleşmesi zaman alacak. Yine de bankacılık sisteminin bu baskılara dayanabilecek çok fazla sermayeye sahip” dedi.
Bankacılık sektöründe son dönemde yaşanan stresin kendilerini resesyona kesinlikle yaklaştırdığını öne süren Kashkari, şunları da ekledi:
“Bizim için belirsiz olan, bu bankacılık streslerinin ne kadarının yaygın bir kredi krizine yol açtığıdır. Bu kredi sıkışıklığı daha sonra ekonomiyi yavaşlatırdı.”
HER YERİ SARABİLİR
Dünyanın en büyük ekonomisini saran resesyon korkusu gerçekleşirse bunun dünyanın kalan kısmına yansıması da kaçınılmaz olur. Resesyon ya da durgunluktan Türkiye’nin de etkileneceğine şüphe yok.
Durgunlukla mücadele için en etkili silahlardan biri yetersizliklerin kamu harcamaları ile giderilmesidir. Böylece milli gelirin düşmesi önlenip özel sektör harcamalarının da azalması engellenmeye çalışılır. Bazı vergilerde indirim yapılır, gelir artışı sağlanarak kişilerin tüketim ve yatırım harcamalarında artış hedeflenir.
Ancak unutmayalım ki, olası bir durgunlukla mücadelede Türkiye aynı zamanda şubat ayında yaşadığımız depremlerin yaralarını da sarmaya çalışacak. Deprem zararına ilişkin çok sayıda rakam telaffuz edildi. Hatırlarsanız Türkiye’nin deprem kayıplarını karşılaması, onarması için bulması gereken finansmanın en 50 milyar dolar olduğu yorumları yapılmıştı. Deprem faturasına bir de resesyon faturasını eklersek kamunun üzerine binecek yükün ağırlığını düşünmek bile kötü.
14 Mayıs’taki seçimlerden kim galip çıkarsa çıksın yeni dönemin en büyük sorunu belli ki ekonomi olacak. Çözümü seçim sonrasına bırakılan sorunlara ilave gelecek yükleri kaldırmak, vatandaşa yansıtmadan işin içinden çıkmak hiç kolay olmayacak.
ÜSTÜNE BİR DE BANKACILIK KRİZİ
RESESYON gündeme girdi ama dünyada ekonomiyle ilgili haberlerde başı bankacılık krizi çekiyor. Arka arkaya gelen destek açıklamalarına rağmen küresel piyasalarda bankacılık sistemine ilişkin endişeler devam ediyor. Nasıl etmesin ki… Milyar dolarlar havada uçuşuyor.
First Citizen Bank & Trust Co, batan Silicon Valley Bank’ın (SVB) mevduat ve kredilerini Federal Mevduat Sigorta Fonu’undan (FDIC) satın almak için anlaştı.
FDIC, Silicon Valley Bank’ın batmasının Mevduat Sigorta Fonu’na maliyeti yaklaşık 20 milyar dolar olarak tahmin edildi.
Yapılan anlaşma çerçevesinde FDIC, First Citizen BancShares’den 500 milyon dolar tutarında hisse aldı. SVB’nin 17 şubesi dün First-Citizens olarak açıldı.
AVRUPA’YA SIÇRADI
Hatırlarsanız bankacılık krizinin Avrupa ayağında fitili İsviçre›nin en büyük ikinci bankası olan 167 yıllık Credit Suisse ateşlemişti. Banka krize girince ülkenin en büyük bankası UBS tarafından 3.2 milyar dolara satın alınmıştı. Tam sular duruluyor derken bu kez alarm zilleri Almanya’da çalmaya başladı. Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank hisselerindeki erime korkuttu. Hisse fiyatı bir ayda yüzde 26 düşen bankanın kredi temerrüt takası (CDS primi) 142 baz puandan 222 baz puana yükseldi. Ardından gelen destek açıklamaları şimdilik tansiyonu düşürse de endişeleri tam olarak gideremedi.
KAFALAR KARIŞIK
Bu gelişmelerin ışığında toplanan Avrupa Merkez Bankası’nda (AMB) ise kafalar karışık.
Bloomberg’de dün yayınlanan bir habere göre AMB İcra Kurulu Üyesi Isabel Schnabel bu ayki karar metninde önümüzdeki dönem için faiz artışlarına dair işaretler verilmesini istedi. AMB Başkanı Christine Lagarde ise daha temkinli bir yaklaşımı benimseyerek sözlü bir güvenceyi tercih etti.
Lagarde 16 Mart’ta gazetecilere verdiği demeçte, “Belirsizlik azaldığında temel senaryomuz sürerse daha kat ettiğimiz çok daha fazla yol olacağını biliyoruz ancak bu büyük bir şerh notu. Faiz artışlarına devam edilmesi gerektiğini belirtebilirdik ancak sahip olduğumuz belirsizlik ortamında bu verilecek doğru politika işareti değildi” dedi.
Özetle bir tarafta Rusya-Ukrayna Savaşı diğer tarafta ABD-İran Gerilimi sürerken dünya da bankacılık krizi endişeleri de artıyor. Tüm bunların yükünün ekonomilerin yani vatandaşların üzerine düşeceğini tahmin etmek güç değil. Krizler kapıya dayanmadan önlem almak şart.
Paylaş