Paylaş
Konuşmasının Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesine dün konan İngilizce çevirisinde, Lavrov’un Kürt ayrılıkçılığı meselesi bağlamında başvurduğu bu niteleme “extremely explosive” sözcükleriyle aktarılıyor.
Lavrov, bu görüşünü ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerinden bu ülkede “ayrılıkçılığı” teşvik ettiği eleştirisiyle gerekçelendiriyor.
LAVROV’DAN KÜRTLERE: ‘ABD’YE ÇOK GÜVENMEYİN, BAKIN AFGANİSTAN’A...’
Lavrov’un bu mesajları Rusya’nın
A) Suriye’de çözümsüzlük içinde seyreden krize bakışını, B) Bu ülkedeki Kürtlerin ve aynı zamanda sahadaki silahlı Kürt örgütlerin rolünü ve onlarla ilişkilerini, aynı zamanda C) Türkiye’nin kaygılarına nasıl yaklaştığını göstermesi bakımından önem taşıyor.
Bu konuşma, Türkiye’nin geçen 20 Kasım’da Kuzey Suriye’deki PKK/YPG/SDG hedeflerine dönük başlattığı hava harekâtının ardından ikinci aşamada yeni bir kara harekâtına girişme niyetlerini duyurduğu, bu çerçevede gerilimin yükseldiği bir döneme rastlıyor. Bunun sonucu sahada belirleyici bir rol oynayan aktörlerden Rusya’nın tutumunu okuyabilmek için Lavrov’un sözlerini büyüteç altına yatırmakta yarar var.
Öncelikle bir noktayı daha baştan vurgulayalım. Lavrov, konuşmasının hiçbir yerinde Suriye’de sahadaki silahlı Kürt gruplardan “terörist” şeklinde söz etmiyor; buna karşılık Türkiye’nin bu grupları “terörist” olarak tanımladığını söylüyor. Bu başlıkta Türkiye’nin tutumundan ayrışıyor.
Rusya Dışişleri Bakanı bununla birlikte, Kürt grupların ABD’nin teşvikiyle “ayrılıkçı” faaliyetler yürüttüklerini açıkça belirtip bu konuda kendilerine uyarılarda da bulunuyor. Bir başka anlatımla, işin “ayrılıkçılık” tehdidi boyutunda Türkiye ile aynı ortak noktada buluşmuş oluyor.
Zaten Lavrov’un konuşmasının bu bölümünün bütününe bakıldığında, Suriyeli Kürt gruplara Amerika’ya çok güvenmemeleri gerektiği, bunun ileride kendileri açısından hayal kırıklığı ile sonuçlanabileceği mesajının geniş bir yer tuttuğunu görmek mümkün.
Nitekim, “Maalesef Kürt grupları Amerikalıların güvenilir ortaklar olduklarını düşünüyorlar. Hüsnü Mübarek’in, Afgan Hükümeti’nin başlarına neler geldiğini biz unutmadık. Buna karşılık, nasıl karar verecekleri kendilerine kalmış bir konu...” diye ekliyor Lavrov.
‘TÜRKİYE, ABD’NİN AYRILIKÇILIĞI DESTEKLEMESİNDEN KAYGILI’
Rusya Dışişleri Bakanı’nın konuşmasını biraz daha açalım. Bakan, Suriye’deki krizle ilgili olarak Türk tarafının daha çok iki ülke cumhurbaşkanlarının Kuzeydoğu Suriye üzerinde vardıkları mutabakatların üzerinde durduğuna dikkat çekiyor. “Bu bölgede Kürt gruplar ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) bulunduğunu” anlatıyor.
Lavrov, bu ifadesiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında 22 Ekim 2019 tarihinde imzalanan ve YPG’nin sınırdan uzaklaştırılmasını da içeren 10 maddelik Soçi Mutabakatı’nı hatırlatmış oluyor.
Açıklamalarının devamında şunları söylüyor Rus Bakan:
“(Bu gruplar) Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, muhataplarımızın neden söz ettiklerini biliyoruz. Türkiye, bunları düşman örgütler olarak görüyor. Bazıları Türkiye’de terörist olarak ilan edilmiştir. (Grupların) Ortak noktaları, Fırat’ın doğusunda yasadışı bir şekilde yerleşmiş olan ABD askerleri üzerinden kendilerine sağlanan ABD desteğinden yararlanmalarıdır.”
Lavrov, daha sonra konuyu Türkiye’nin kaygılarına getiriyor:
“Türkiye, Amerikalıların orada Kürt ayrılıkçılığını geliştirmesinden kaygı duyuyor. Bu, Kürt azınlığa sahip olan diğer ülkeleri de kaygılandırmaktadır, çünkü son derece patlamaya hazır bir konudur... Bizim Şam ile yürüttüğümüz görüşmelerin ana konularından birinin Kürtler ile Suriye arasındaki diyalog konusu olmasının nedeni de budur. Kürtler, provokatif ayrılıkçı faaliyetlerine son vermeleri ve Araplar ve diğer etnik gruplarla hep barış içinde yaşadıkları ülkede nasıl bir hayat sürdüreceklerini (Şam ile) konuşmaları hususunda ikna edilmelidir.”
‘ABD, SDG’Yİ ŞAM İLE DİYALOGDAN CAYDIRMAYA ÇALIŞIYOR’
Bu noktada Şam’daki Baas rejiminin geçmişte Suriye’de yaşayan Kürtlerin çoğuna vatandaşlık bile vermediğini hatırlarsak, Lavrov’un geçmişe dönük -barış içinde yaşantı- anlatısı, kuşkusuz boşlukta kalıyor. Bu dipnotunu düştükten sonra devam edelim...
Lavrov, Kürt gruplar ile Şam arasında diyalog ihtiyacını vurgulamasının ardından projektörü ABD’nin Suriye’de oynadığı role çeviriyor:
“Amerikalılar onları caydırmaya çalışıyor... Bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını da içerecek şekilde Kürtlerin ayrılmasına ilgi duyuyorlar. Her zaman ‘böl ve yönet’ ilkesine göre hareket ettiler. Anglo-Sakson mantığı budur. Suriye Demokratik Güçleri’nin liderlerini Şam ile bir diyalogu başlatmaktan caydırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.”
Lavrov’un Suriyeli Kürt gruplara ABD’ye güvenmemeleri için Afganistan ve Mısır örneklerini vermesi bu bağlamda kayda geçiyor.
‘ANKARA-ŞAM DİYALOĞU İÇİN KOŞULLAR OLGUNLAŞIYOR’
Rus Dışişleri Bakanı’nın konuşmasının önemli bir yönü, bütün bu değerlendirmelerden sonra kuvvetli ifadelerle Suriye’nin toprak bütünlüğüne dönük herhangi bir tecavüzü engellemek için var güçleriyle çalışacaklarını belirtip Astana mutabakatlarına atıf yapmasıdır. Yani, Türkiye, İran ve Rusya’nın üçlü Astana formatı çerçevesinde bu yöndeki ortak taahhütlerinin altını çiziyor.
Buradaki kritik bir nokta, Lavrov’un Türkiye ile Suriye arasındaki 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nı hatırlatıp iki ülkenin bu mutabakat üzerinden diyalogu başlatmasını arzuladıklarını, bunun için “koşulların olgunlaştığını” söylemesidir. Lavrov’a göre, Türkiye’nin sınırdaki güvenlik sorunlarıyla ilgili meşru kaygıları bu mutabakat çerçevesinde ele alınabilir.
YPG’YE KARŞI, İDLİB’DE HTŞ BEKLENTİSİ
Lavrov’un konuşmasında Türkiye’ye dönük bazı dokundurmalar da var. Şöyle ki, Türk tarafının daha çok YPG’ye ilişkin hükümler içeren 2019 tarihli Soçi Mutabakatı’nı ön plana çıkarttığını kaydederken, iki ülke cumhurbaşkanları arasında ayrıca İdlib’le ilgili de mutabakatların imzalandığını hatırlatıyor Lavrov. Böylelikle, Türkiye’nin bu mutabakatlarla üstlenmiş olduğu taahhütleri gündeme getiriyor.
Bakan, BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütünün İdlib’deki varlığından kaynaklanan sorunu da telaffuz ediyor. Bunu yaparken, Ankara’nın İdlib’de “hükümet ile diyaloga girebilecek (ılımlı) muhalif grupların HTŞ’den ayrıştırılması” yolundaki taahhüdünü de kayda geçiriyor. “Teröristlerle hiçbir diyalog mümkün değildir” diyor.
Ayrıca, Halep’i doğu-batı ekseninde Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’ye bağlayan ve İdlib’de Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgede kalan M-4 otoyolunun açılması yolundaki anlaşmanın da tam olarak uygulanmadığını söylüyor Lavrov ve ekliyor: “Türk muhataplarımız bu durumu kabul ediyorlar, ancak bu sorunların üstesinden gelineceği hususunda bizi temin ediyorlar.”
Bu ifadelerden ne anlamalıyız?
Lavrov, bu sözleriyle Türkiye’nin Rusya’ya SDG konusundaki taahhütlerini yerine getirmediği yolunda yönelttiği eleştirilere, bir bakıma “Siz de İdlib’le, HTŞ ile ilgili taahhütlerinizi hayata geçirmediniz” mesajıyla karşılık veriyor.
Böylelikle, Türkiye’nin İdlib’deki taahhütleriyle kendilerinin Tel Rifat, Münbiç ve Ayn el-Arab (Kobani) taahhütleri arasında paralellik kuruyor. Rus yetkilinin sözleri, pekâlâ meseleyi mütekabiliyet içinde tarafların değişik bölgelerde karşılıklı adım atmalarına dönük bir pazarlığa çekmek istediği şeklinde yorumlanabilir.
SURİYE’DEKİ KÜRTLERE ÖZERKLİK Mİ
Lavrov’un sözlerini değerlendirirken üzerinde durmamız gereken bir diğer başlık, ABD’nin himayesindeki SDG’yi ABD’den uzaklaşmaya davet ederek, Şam’daki meşru otoriteyi temsil eden Esad rejimi ile diyaloga girmesi konusunda ikna etmeye çalışmasıdır.
SDG’nin ana omurgasını oluşturan YPG adlı örgütün PKK’nın Suriye’deki uzantısı olması, Rusya açısından bir problem olarak görülmemektedir bu aşamada.
Rusya, Ankara’yı Şam ile diyaloga teşvik ederken, diğer taraftan Kürt gruplara da kendi geleceklerini Şam ile oturup konuşmalarını, müzakere etmelerini önermektedir.
Lavrov’un son konuşmasında değinmemesine karşılık, Rusya’nın uzun bir zamandır “Suriye’deki tüm etnik ve mezhepsel grupların haklarının teslim edilmesi gerektiği” şeklinde bir tutum aldığı biliniyor. Rusya’nın bu resmi tutumu birçok kez açıklanmıştı.
Bu çerçevede Kürt gruplara belli bir özerkliğin sağlanmasının hedeflendiği de bir sır değil. Bütün mesele, Kürtlere tanınacak haklar anlamında bu özerkliğin kapsamı, genişliği sorusunda karşımıza çıkıyor. Şimdiden ortada dolaşan taslaklar da var. Yerimiz kalmadı, meselenin bu boyutunu değerlendirmek için ayrı bir yazı gerekecek.
Paylaş