Paylaş
Seçim heyecanının ortalığı kapladığı bir dönemde bu durum kaçınılmaz görülebilir. Oysa Kemal Derviş 2001-2002 yıllarında Türkiye’de siyaset ve ekonomi sahnesinin en önemli aktörlerinden biriydi ve ülkenin kaderinde belirleyici bir rol oynamıştı.
Aslında 2001 yılına dönük bir analiz yapılsa, gazete manşetlerinde ve haberlerinde kapladığı yüzölçümü açısından muhtemelen Türk basınında kendisinden en çok söz edilen kişi olarak çıkacağı şüphesizdir Kemal Derviş’in. İkinci Dünya Savaşı koşulları bir tarafa bırakılırsa o dönem itibarıyla tarihinin en büyük krizine giren Türk ekonomisini ABD’den gelip hazırladığı program ve sergilediği liderlik ile düzlüğe çıkartan kişidir.
Keza bu hadisenin bir yıl sonrasına, 2002’ye baktığımızda yine projektörlerin en çok üzerinde odaklandığı isimlerden biri olarak görebiliriz Derviş’i. Bu kez yaptığı hamlelerle siyasetin akışında kilit aktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. En çok tartışılan dönemi de zaten bu zaman kesitinde siyaset alanında attığı adımlarla ilgilidir.
Bu noktada Kemal Derviş hakkında bir yazı kaleme almanın önemli bir güçlüğü var. Çünkü adı geçtiğinde Türk kamuoyunda ve siyasi çevrelerde kendisinin oynadığı rolle ilgili komplo teorilerinin ve kuvvetli kanaatlerinin birden ortaya çıktığı çok tartışmalı bir alanın içinde buluyorsunuz kendinizi. Burada olgularla komplo unsurlarını, kanaatleri birbirinden ayırıp sağlıklı bir hükme varabilmek kolay değil.
Dönemin Hazine Bakanı Kemal Derviş Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin ile makamında. Tarih 12 Temmuz 2002.
ULUSLARARASI ALANDA YÜKSEK BAŞARILAR
Ancak bütün bunları değerlendirmeye başlamadan önce Kemal Derviş (74) ile ilgili çok temel bir iki tespiti yapmamız gerekiyor.
Birincisi, Kemal Derviş Türkiye’nin yetiştirdiği çok müstesna bir insandı. Dünyanın en seçkin okullarına gitmişti. Üniversiteyi İngiltere’de London School of Economics’te okumuş, ekonomi doktorasını ABD’de Princeton Üniversitesi’nde yapmıştı. Ardından Türkiye’ye gelip bir süre önce Hacettepe Üniversitesi, daha sonra ODTÜ’de öğretim üyesi olarak ders verdikten sonra Washington’a giderek Dünya Bankası’na girmiş ve bankanın bürokrasisi içinde hızla yükselerek kritik görevlere gelmişti.
Önce bankanın “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan Sorumlu Başkan Yardımcılığı” görevini üstlenmişti Derviş. Bankadaki 2001 yılında istifa edip Türkiye’ye gelmeden önceki son görevi “Yoksulluğun Azaltılmasından Sorumlu Başkan Yardımcılığı” pozisyonuydu.
Başlangıçtaki akademisyen kimliğiyle de birleşen bu görevleri ona ekonomik gelişme konuları, yoksulluk ve küresel ölçekteki ekonomik sorunlar üzerinde muazzam bir tecrübe ve birikim kazandırmıştı.
Türkiye’de 2005 yılında milletvekilliğinden istifa edip New York’ta Birleşmiş Milletler’in en önemli kuruluşlarından biri olan BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) en tepesindeki “Direktör” görevini dört yıla yakın bir süre üstlenmiş olması bu birikiminin uluslararası alanda taçlandırıldığı yüksek bir başarının ifadesidir. Üstlendiği bu gibi seçkin uluslararası görevlerle Türkiye’nin yüzünü ağartmıştır.
HEP SOSYAL DEMOKRASİYE İNANDI
Kemal Derviş’ten söz ederken önemli bir yönünün muhakkak altını çizmeliyiz. Kemal Derviş, ilk gençlik yıllarından itibaren kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayıp hep aynı doğrultuda kalmış bir entelektüeldi. Ayrıca, Ankara’da 1970’li yıllardaki öğretim üyeliği sırasında CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ve çevresindeki ekiple yakın ilişkiler kurmuş, bu bağlarını sonradan hiç koparmamıştı.
Piyasa ekonomisini savunmakla birlikte, her şeyin piyasa dinamiklerine bırakılmaması ve devletin düzenleyici kurumlar üzerinden ekonomik rasyonelleri ve kuralları gözeten bir rol oynaması gerektiğini vurgulayan, dengeli, adaletli bir gelir dağılımını amaç olarak gören, yoksulluğu, fırsat eşitsizliğini mesele eden bir dünya görüşünü temsil ediyordu.
Şimdi ana konumuza, 2001-2002 dönemine gelelim. Bu yıllar Hürriyet’in Ankara Temsilcisi olarak çok yakından izlediğim bir dönem olduğu için, benim de önemli bir tanıklığım var Kemal Derviş ekseninde gelişen hadiseler hakkında. Kendisiyle birçok kez görüşüp içinde yer aldığı gelişmeleri birinci ağızdan dinlemek, soru sormak imkânını buldum.
Bu dönemi de anlattığı “Krizden Çıkış ve Çağdaş Sosyal Demokrasi” başlıklı kitabı 2006 yılında yayımlanırken, önsözünü yazmamı benden rica ettiğinde, bunu kıvanç duyarak kabul ettim. Yusuf Işık ve Serhan Asker ile birlikte hazırladığı bu kitap, bugün de o dönemin gelişmelerini onun zaviyesinden anlamak ve aynı zamanda sosyal demokrasiye bakışını öğrenmek bakımından önemli bir referans metindir.
ECEVİT KURTARICI OLARAK DERVİŞ’İ GÖRDÜ
Kemal Derviş’in 13 Mart 2001 tarihinde başlayıp 10 Ağustos 2002 tarihinde sona eren Hazine Bakanlığı dönemini değerlendirmek üzere yola koyulduğumuzda, önce şu temel tespiti yapmamız gerekiyor: Uzun yıllar boyu hesap kitaptan, rasyonellikten uzak bir şekilde izlenen ekonomik politikaların siyasi basiretsizlik ile birleşince bir ülkeyi nasıl bir uçurumun kenarına getirebileceğinin düşündürücü bir öyküsüdür 2001 krizinde varılan nokta.
Milli Güvenlik Kurulu’nun 19 Şubat 2001 tarihli toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında meydana gelen sert münakaşa üzerine patlak veren ekonomik krizin en önemli sonucu siyaset sınıfının bu krize çözüm üretmekte acz içinde kalmasıydı. Bunun temel bir nedeni, krizden çıkış için gerekli olan “güven” konusunda yaşanan yetersizlikti, hem Türk toplumunda hem de dış kaynak için kapısı çalınacak olan uluslararası finans çevrelerinde.
MGK’daki kavganın ardından ekonominin yokuş aşağı gidişine, hükümet ve ekonomik bürokrasi çaresizlik içinde seyirci kalmıştı. MGK krizinden sonra repo faizleri 7.500’ü görmüş, Ziraat Bankası ile Halk Bankası tarihlerinde ilk kez takas açıklarını kapatamamış, bunun sonucu piyasalar altüst olmuştu. Dolar 690 bin liradan 1 milyon liranın üstüne fırlarken, vatandaşların tasarrufları ciddi derecede buharlaşmış, satın alma gücü sert bir şekilde düşmüştü. Bunu izleyen süreçte şirketler birbiri ardına iflas ederken, toplu işten çıkartmalar başlamıştı.
Özetle, Türk ekonomisi dibe vurmuş, ülkenin üzerine bir kâbus çökmüştü. Karaya oturan gemiyi yeniden yüzdürecek bir kaptan bulunamıyordu. Bülent Ecevit’in 1970’li yıllardan tanıdığı Kemal Derviş’i arayıp kendisini göreve davet etmesi ile kurtarıcı sonunda bulunmuştur.
Kemal Derviş‘in Dünya Bankası’ndan ayrılıp 1 Mart 2001 tarihinde Ankara’ya ayak basmasıyla birlikte ülkenin içine girdiği karamsarlık havası yavaş yavaş dağılmaya başlamıştır. Derviş, kurduğu ekip ile birlikte köklü yapısal reformlar içeren bir ekonomik program hazırlamış ve yaklaşık bir yıl gibi süre içinde ekonomiyi temel göstergelerde düzlüğe çıkarabilmiş, bankacılık sektörünü sağlıklı bir yapıya oturtabilmiştir.
Açıkladığı program için ihtiyaç duyulan uluslararası finans çevrelerinden dış kaynak girişini sağlayabilmesi en önemli becerisiydi. Başta IMF olmak üzere finans çevrelerinin tam desteğine sahip olması, kendisine koalisyon hükümeti karşısında muazzam bir pazarlık gücü vermiştir. Bunun sonucu Derviş çetin bir müzakereci olarak hükümete neredeyse her istediğini yaptırabilmiştir. Onunla anlaşmazlığa düşen bakanlar görevlerinden ayrılmak durumunda kalmıştır.
Kitabı için kaleme aldığım önsözdeki tespiti tekrarlamam gerekirse, Türkiye’nin 2001 ekonomik krizini aşmasında Kemal Derviş ve ekibinin belirleyici rolü oynamış olduğu objektif bir olgudur. İşin bu kısmı bir başarı öyküsüdür. Burada Derviş’in programa dönük tek çekincem, istihdam alanında beklenen sonuçları kısa-orta vadede yaratamamış olmasıydı.
ERKEN SEÇİM TARTIŞMALARINI TETİKLEDİ
Şimdi tartışmalı mevzuya, yani Kemal Derviş’in siyasi alanda oynadığı rol meselesine geliyoruz. Bir kere, Türkiye’ye geldiği andan itibaren siyasetin karasuları içinde bir aktör olarak görülmüştür. Ekonomik krizin aşılmasında oynadığı başat rolün, özellikle Türkiye’nin büyük şehirlerinde şahsına duyulan ilgiyle birlikte onu bir noktada siyasete taşıyacağı yaygın bir hissiyattı o günlerde.
Olayların akışında önemli bir kırılma, Başbakan Bülent Ecevit’in 4 Mayıs 2002 tarihinde ciddi sağlık sorunlarıyla hastaneye yatmasıdır. Bu durum, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin temsil ettiği statükonun çökerek ülkenin birden büyük bir belirsizliğin içine girmesine yol açmıştır.
Bu belirsizlik yaşanırken Kemal Derviş’in Milliyet yazarı Hasan Cemal’e verdiği ve bu gazetede 10 Mayıs 2002 tarihinde “Seçim Tarihi Kesinleşmeli” başlığıyla yayımlanan demeciyle birlikte birden erken seçim tartışmaları ortalığı kaplamıştır. Derviş’e göre, “ekonomik program açısından en kötü durum siyasi belirsizlikti. Bu şartlarda seçimi ertelemek doğru değildi.”
Gelgelelim Ecevit’in sağlık sorununun sürmesi bu belirsizliği daha da derinleştirmiştir.
CEM VE ÖZKAN’A DESTEK VERDİ, ANCAK...
Sonrasında 2002 yazı büyük bir siyasi çalkantının yaşandığı dönem olarak geçmiştir. Bu zaman zarfındaki gelişmeleri bu yazının sınırları içinde özetlemek mümkün değildir. Ancak ana akış olarak özellikle temmuz ayıyla birlikte Ecevit’in sağlık durumuyla bağlantılı bir şekilde koalisyon hükümetinin ciddi bir sarsıntının içine girdiğini, Başbakan Yardımcısı ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 7 Temmuz’da sürpriz bir şekilde kasım ayı için erken seçim çağrısında bulunduğunu, DSP içinde çözülmenin başladığını, Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem’in DSP’den kopup Yeni Türkiye Partisi adı altında yeni bir parti kurduklarını görüyoruz.
Burada kilit husus, yaklaşık üç aya yayılan bu sancılı dönemde Kemal Derviş’in doğrudan ya da dolaylı olarak bütün bu gelişmelerin çoğunda bir faktör olarak yer almasıdır. Zaten kitabında kabul ettiği üzere, kendisi de 5 Temmuz’da İstanbul’da bankacılarla yaptığı toplantıda artık “siyasi çözüm arayışlarına aktif olarak katkıda bulunacağını” söylemiştir.
Bu çerçevede özellikle Yeni Türkiye Partisi’nin kuruluşu sırasında sergilediği tutum bugün de sürmekte olan bir tartışmanın konusudur. Derviş, 10 Temmuz 2002 tarihinde Dışişleri Konutu’nda İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan ile birlikte fotoğraf karesine girerek kamuoyuna bu oluşumun içinde yer aldığı mesajını vermiştir.
Derviş, bu buluşmadan hemen sonra 12 Ekim tarihinde bana verdiği bir mülakatta “Biz, Cem ve Özkan ile birlikte buluşup Yeni Oluşum’un temellerini attık” demişti. “Onlara verdiğiniz söz nedir?” diye sorduğumda şu karşılığı vermişti:
“Şudur: Bu çalışma devam edecektir. Kendileriyle birlikte bu siyasi çözüm üretme çabasına katılacağım. Ben bu oluşuma katkıda bulunacağım. Ama bu katkımın şeklini bu aşamada ben de bilmiyorum. Kimsenin de bildiğini zannetmiyorum. Ben kime ne söz verdiysem kesinlikle tutacağım.”
Aynı mülakatta CHP’yi de içine alan daha geniş bir işbirliği hedefini de dışlamamıştı Derviş.
DERVİŞ’İN ÖZELEŞTİRİSİ
Önce bu grupla birlikte hareket etme kararı alan Derviş, bir taraftan da merkez solu birleştirme çabasıyla yeni oluşumu CHP ile işbirliği zeminine çekmeye çalışmış, bu proje gerçekleşmeyince tercihini CHP’den yana kullanmıştır. Derviş, 23 Ağustos’ta CHP’ye resmen katılmıştır.
Derviş’in bu tutumu Cem ve Özkan gibi YTP cephesindeki arkadaşlarında büyük bir burukluğa yol açmıştır. Derviş, kitabının bu olayları anlattığı bölümünde 2002 yazındaki arayışlarını “sosyal demokratları birleştirme” hedefi ile açıklıyor. Gelgelelim, Derviş sonradan katıldığı Deniz Baykal’ın liderliğindeki CHP’de de aradığını bulamamış, bu partide yaşadığı hayal kırıklığını sohbetlerinde gizleme gereği duymamıştır.
İlginçtir ki, 2002 yazındaki bu yoğun gelişmelerin ardından 3 Kasım 2002 seçimden kısa bir süre önce kendisiyle yaptığımız bir sohbette, temmuz ve ağustos aylarında giriştiği siyasi egzersizi konuşurken samimi bir özeleştiri de bulunmasına da tanıklık etmiştik Kemal Derviş’in.
Derviş, bu sohbette Türkiye’den ABD’ye gittiği 1978 yılı ile Türkiye’ye döndüğü 2001 yılı arasındaki 23 yıllık zaman kesiti içinde merkez solun bölünmüşlüğü içinde rol oynayan faktörleri yeterince göremediğini teslim etmişti.
Derviş, 20 Ekim 2002 tarihinde “Derviş’ten Özeleştiri” başlığıyla yayımladığımız bu sohbette “Ben gerçeğin derinliğini belki hissedemedim. Türkiye’de kavgaların olduğu, insanların ayrıldığı, solun habire bölündüğü, ne bileyim CHP içinde, SODEP içinde kavgaların yaşandığı günlerde ben yoktum” diye konuşmuştu.
Bir sorumuz üzerine, kendisinin “naif bir şekilde hareket etmiş olabileceğini” de söylemişti Kemal Derviş.
ECEVİT’İN PİŞMANLIĞI
O dönemi yakından izlemiş bir gazeteci olarak kanaatim, Kemal Derviş’in hareket tarzında birçok saikin rol oynamış olduğudur. Ancak bunlar arasında önemli bir faktör şudur: Derviş, elindeki güçlü pazarlık kartlarıyla ekonomi alanında koalisyon hükümetine istediği her şeyi yaptırabilmiş olmasının verdiği büyük bir özgüvenle, benzer bir şekilde siyaset alanında da istediği sonuçları pekâlâ yaratabileceğini düşünmüştür.
Derviş, Ecevit’in sağlık sorunları nedeniyle beliren siyasi belirsizliğin seçimi kaçınılmaz kıldığına samimi olarak inanıyordu. Bu çerçevede kamuoyunun azımsanmayacak bir kesiminde esen rüzgârların da etkisiyle önce yeni bir siyasi hareketin olabilirliğini tartmış, ardından merkez solda birleşmeyi zorlayabileceğini düşünmüş, derken bu cephedeki ezeli rekabet ve çekişmelerin ortasında kendisini sıkışmış bir şekilde bulmuştur. YTP’nin başarı şansını zayıf gördüğü noktada “derin CHP’liliği” ağır basmış ve CHP’ye katılmıştır.
Kemal Derviş’in 2002 yazındaki hareket tarzıyla Bülent Ecevit’i çok kızdırdığı aşikârdır. Bülent Ecevit, yıllar sonra gazeteci Mehmet Çetingüleç’in “Ecevit’in Anıları” kitabında aktardığına göre Derviş için “En büyük pişmanlıklarımdan birisidir” diyecektir.
Bülent Ecevit böyle demiş olsa da 2001 Şubat ayında Türkiye ekonomik krize girdiğinde ve başında bulunduğu hükümet çözüm üretemediğinde çareyi kapısını çaldığı Kemal Derviş’in bulduğu da bir gerçektir.
Her halükârda, ileride tarihçileri, uluslararası alanda kendisini kanıtlamış, aynı zamanda Türk ekonomisini yapısal reformlarla tanıştırmış Kemal Derviş’in siyasi serüvenini değerlendirirken zorlu bir sınav beklemektedir.
Kemal Derviş, Yeni Oluşum hareketi yola çıkarken 12 Temmuz 2002 tarihinde Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin’i Hazine Bakanlığı’ndaki makamında kabul edip öğle yemeğinde ağırlamıştı. Sohbette Derviş’in danışmanı Oya Ünlü Kızıl da hazır bulunmuştu.
OYA ÜNLÜ KIZIL ANLATIYOR: TELEFONLA ARADI, ‘İKİ ÜÇ AYLIK ÖMRÜM KALDI’ DEDİ
- Kemal Derviş, vefatından üç hafta kadar önce, Türkiye’deki bakanlığı döneminde danışmanlığını yapan, öncesinde de Washington’da Dünya Bankası’nda yanında çalışmış olan Oya Ünlü Kızıl’ı arayarak öleceğini haber vermiş ve kendisiyle vedalaşmıştı.
Oya Ünlü Kızıl, dün kendisiyle sohbetimizde bu konuşmayı şöyle aktardı:
“Bu kadar sevdiğiniz bir dostunuzdan bir veda telefonu aldığınız zaman telefonda bir şok etkisi altında oluyorsunuz. Zaten konuşmanın çoğunda o konuştu. 10-15 dakika kadar süren bir görüşmeydi. Ben fazla bir şey söyleyemedim. Ne kadar güzel anılarımız olduğunu, birbirimizin hayatındaki önemini konuştuk. Washington yıllarımızdan birkaç anı konuştuk. Yavaş bir şekilde ve sözcükleri çok seçerek konuştu. Hayatımın en zor ve en duygu dolu konuşması oldu. Sakin bir şekilde doktorların hastalığına bir çare bulamadıklarını ve iki üç ay ömrünün kaldığını söylediklerini belirtti. ‘Hayat böyle’ dedi. Bu arada son arzusunun Türkiye’deki seçimi görmek olduğunu da söyledi. Aklı fikri her zaman Türkiye’de ve Türkiye’nin meselelerindeydi. Kendi ölümünü bildirirken ben üzülmeyeyim diye beni teselli etmeye çalışan bir tonda konuştu. O kadar belliydi ki o anda bile karşısındakini gözeten bir çaba içinde olduğu... Bir insanın ölümünü bu kadar gerçekçilik içinde dostlarına bildirebilmesi çok nadir bir durum herhalde. Burada da Kemal Derviş olarak ne kadar farklı bir insan olduğunu gösterdi. Ben üzüntüden kendisine pek bir şey söyleyemedim, ‘Bu bir veda değil, yine konuşacağız’ dedim.”
Paylaş