Paylaş
Tam 13 yıl süreyle MİT Başkanlığı yaptıktan sonra üstlendiği dışişleri bakanlığı, kendisine aynı zamanda AB müzakereciliği görevini de yüklemiş durumda; her ne kadar tam üyelik müzakere süreci bugün dondurulmuş olsa da...
Geçen pazar günü “A Haber” TV kanalının Ankara Temsilcisi Murat Akgün’ün sorularına verdiği yanıtlar, Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendikten sonra AB ile ilişkilerin geleceğine bakışına ilişkin en ayrıntılı, en kapsamlı siyaset açıklamalarını oluşturuyor.
*
Öncelikle, AB ile ilişkiler konusunda hem geçmişe hem de geleceğe bakarak “çıkarttıkları dersler” olduğunu söylüyor Fidan. Ardından “Yeni yaklaşım neler getirebiliriz, bu konudaki yeni parametrelerimiz, söylemlerimiz, politikalarımız neler olmalı? Bu konuda çok çalışıyoruz” diyor.
İfadelerinden AB ile ilişkiler konusunda yeni yaklaşımlar getirmeye dönük bir arayış içinde olduklarını, bu hedefe dönük bazı çalışmaların yürütüldüğünü anlıyoruz.
Bakan, hemen ardından Türkiye’nin tam üyeliği için “AB’nin vermesi gereken bir karar...” diyerek topu AB’ye atıyor. Tam üyelik müzakere sürecinde başlıkların açılıp kapanması gibi konuları problem olarak görmediğini, “irade olduğunda” bu problemlere çözüm bulunabileceğini söylüyor.
Fidan’a göre, temel sorun şurada: “AB Türkiye’yi üye yapmak istiyor mu, istemiyor mu? Tam soru bu. Yani soru bize sorulacak soru değil. AB’nin bugüne kadar üye yapmak isteyip de izlediği politikalarla en umutsuz vakalarda bile üye yapmadığı bir konu yok. Yani AB’nin bir defa buna karar vermesi gerekiyor.”
Ardından Fransa’da Nicolas Sarkozy’nin 2007 yılında cumhurbaşkanlığına gelmesine kadar AB ile “çok güzel bir sürecin gittiğini” belirtiyor, “Her şey iyi gidiyordu... AB’nin en azından ana merkez ülke Almanya ve Fransa’nın iradesi tammış gibiydi, bir takım kerhen bakış açılarına rağmen diyelim... Ama bir irade olmuştu, oluşmuştu” diye konuşuyor.
Bakana göre, bu irade Sarkozy’nin gelişi ve “Biz kimlik politikaları takip ediyoruz. Tabanımız, devlet politikamız Türkiye gibi bir ülkeyi kendi içimize almayı mümkün kılmıyor. Siyaseti bu denklemden kuruyoruz biz” denmesiyle birlikte değişmiştir.
Fidan, bu noktada Sarkozy’den iki yıl önce 2005’te Almanya’da başbakanlığa gelen Angela Merkel’in de müzakere sürecinin durdurulmasında oynadığı olumsuz role değinmemeyi tercih ediyor.
*
Hakan Fidan, Türkiye’nin tam üyelik sürecinin durdurulmasının sonuçlarını AB açısından iki düzlemde değerlendiriyor. Ona göre, taktik düzlemde Türkiye’yi dışlama siyaseti kendi içlerinde sonuç vermiş, “Avrupa devletlerinde belli partileri iktidara getirmede işe yarıyor gözükmüştür.”
Buna karşılık, “büyük stratejik resim açısından Avrupa için çok ciddi bir sıkıntı” ortaya çıkmıştır Fidan’ın değerlendirmesine göre.
Bakan, “O dönemde, 2011-2012’de Türkiye AB üyesi olmuş olsaydı” sorusu üzerinden, geriye dönük bir bakış açısıyla, bu durumun hangi sonuçlara yol açacağına ilişkin bir dizi tahmin yürütüyor.
Önce “Bugün Brexit ile karşı karşıya kalmayabilirlerdi” diyor. Yani, belki de Birleşik Krallık 2016 yılındaki Brexit referandumunun ardından AB’den resmen ayrılmazdı demek istiyor.
-Fidan, ikinci aşamada Türkiye’yi bünyesine almayışının AB’nin stratejik güç dengesinde, güvenlik ve diplomasi alanlarında da kayıplara uğramasına yol açtığını belirterek, şu öngörülerde bulunuyor:
-“Bugün Euro-Atlantik güvenlik denkleminde daha bağımsız bir aktör olabilirlerdi. Bugün Ortadoğu ve Afrika’daki problem alanlarını önleyici diplomasi ile veya önleyici faaliyet ile ön almada daha etkili olabilirlerdi. Ama şu anda göç de dahil olmak üzere birçok konuda hiçbir araçları yok. Stratejik güç dengesine girecekleri zaman Amerika yanlarında olması gerekiyor.”
*
Fidan, açıklamalarının daha sonraki bölümünde AB’nin geçirdiği evrime ilişkin değerlendirmeler yapıyor. Bakana göre, İkinci Dünya Savaşı sonrası soğuk savaş dönemindeki koşulların ortaya çıkması, kuşatıcı şartlar, zamanın ruhunun etkisi ve milletlerin iradesi gibi birçok parametrenin birleşmesiyle, Avrupa Birliği “ulus devlet üstü bir yapı olmayı başarmıştır.”
Fidan, “Ulus devlet üstü bir yapı oldu ve kendi arasında bir ekonomik bir birliktelik var. Bu ekonomik birlikteliğin dışındaki üst çemberi, ki güvenlik çemberidir, sağlayan da Amerika. Yani birbirine geçmiş bir halka sistemiyle bu devam ediyor” şeklinde konuşuyor.
Biri başka anlatımla, Avrupa’nın güvenliğinde Amerika’ya dayandığını söylemiş oluyor.
Şimdi Fidan’ın AB’nin “başarısız” bulduğu yönüne gelelim. “Fakat AB bir medeniyetler üstü yapı olmayı başaramadı” diye konuşuyor Dışişleri Bakanı. Bu noktada felsefi bir tartışmaya giriyor, “Avrupa aydınlanması” ile ilgili gördüğü “en büyük problem”den söz ediyor. Bu problem “başkasıyla kendini tanımlamada ciddi yanlışlıkların olmasıdır” Fidan’a göre.
Dışişleri Bakanı, bu konuyu şöyle anlatıyor:
“Yani kendini o kadar haklı bir yerde görüyor ki, ontolojik olarak böyle bir eksikliğin olduğunun farkında değil. Zaman zaman biz konuşuyoruz. Diyorum ki; siz neyi reddedip, kabul ettiğinizi de bilmiyorsunuz. Çünkü mesela modernleşme zamanlarından beri hani Türkiye ve aslında birçok ülke halkı, Avrupa kültürüne ekspoze olmuş (açık) durumda. Avrupa kültürünü okur-yazar, seyahat etmiş herkes bilir. Yazarları, düşünürleri, efendime söyleyeyim sanatsal hareketlilikleri bilir.”
Buna karşılık Fidan, AB’nin aynı şekilde karşı tarafı bilmediği görüşündedir. “AB’ye Türkiye ile ilgili, İslam dünyasıyla ilgili sorun aynı soruyu... Yani biz neyi kabul etmek istediğimizi biliyoruz da karşı taraf neyi reddettiğinin farkında çok fazla değil” diyor. Burada bir “tarihsel şartlanma” olduğunu söylüyor.
Fidan, “Günün sonunda AB’nin medeniyetler üstü bir yapı olmaya yönelik bir sorusu da yok, derdi de yok. Yani şu anda bulunduğu halden memnun” diyor.
*
Peki AB şu anki halinden memnunsa ve Türkiye’ye bu “tarihsel şartlanma” içinde davranmaya devam ederse, Türkiye-AB ilişikleri buradan nereye gider?
Fidan, bu noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçildikten sonra Türkiye’nin üyelik perspektifini bir kez daha teyit ettiğini vurguluyor, “Biz AB’ye üyelik konusunda olduğumuz yerde duruyoruz, bir yere gitmedik” diye konuşuyor.
Devamında şu sözleri geliyor:
“Ama bu şu demek değil, yani bizim G20 üyesi ülke olmayı hak eden bir ekonomik büyüklüğümüz var. Bölgede sorumlulukları olan... bir büyük ülke olarak ciddi atmamız gereken adımlar var. Yani biz AB üyeliğimizi aldık almadık diye bekleyecek durumda değiliz. Başka alternatifleri, başka tarihi yolculukları ve özellikle ekonomik iş birliği alanlarında biz aramak zorundayız...”
“Bu konuda da ciddi çalışmalar var” dedikten sonra ekliyor: “Yani istediğimiz türden bir ekonomik veya siyasi ortaklık olmadığı zaman bunu da inşa etmek bizim görevimiz. Yani sistem kurucu bir zihinle hareket etmemiz gerekiyor...”
*
Fidan’ın konuşmasının bütünü AB ile ilişkilerin gidişatı konusunda önemli bir tartışma çerçevesi ortaya koyuyor. Özellikle, AB’nin Türkiye’nin tam üyeliğine dönük iradesizliğini konu alan sözleri genel kabul görecek tespitler içeriyor.
Bununla birlikte, dikkatimize takılan bir iki noktayı vurgulamamız gerekiyor. Bunlardan birincisi, AB ile ilişkilerde girilen mevcut tıkanıklıkta bütün sorumluluğu olduğu gibi AB’ye yükleyerek, Türkiye’ye mutlak kusursuzluk atfetmesidir. Örneğin, Batı dünyasında ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi Türkiye’de sorunlu bulunan alanlarda AB’nin sergilediği eleştirel duruşu ve beklentileri herhangi bir şekilde denkleme dahil etmiyor Fidan.
İkincisi, “Başka tarihi yolculuklar” denildiği zaman, bu ölçüde iddialı ve kuvvetli bir ifadeyle kastedilen hedefin Türk kamuoyuna biraz daha somut bir şekilde izah edilmesinde yarar var.
Tabii bir takım sorular da zihinlere takılıyor. Bu sorulardan biri şudur: Sözü edilen yolculukların yöneleceği coğrafyaların demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi alanlardaki değerler pusulası nedir?
Dışişleri Bakanı Fidan’ın bu sorulara da açıklık getirmesi, kuşkusuz tartışmayı daha sağlam bir çerçeveye oturtacaktır.
Paylaş