Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ilk günden itibaren Finlandiya ve İsveç ile ilgili hamlesini gerekçelendirirken, Türkiye’nin 1980 yılında Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü üzerindeki vetosunu kaldırma kararını hatırlatarak, “İkinci bir yanlışı tekrarlamayacaklarını” belirtiyor.
Geçen cumartesi günkü yazımızda ele aldığımız Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü dosyası, bu ülkenin Türkiye’nin 1974 yılında Kıbrıs’a müdahalesine tepki olarak NATO’nun askeri organizasyonundan çıkmasından sonra yaşanan gelişmeleri konu alıyor.
Yunanistan daha sonra 1970’li yılların ikinci yarısında ittifakın askeri kanadına dönmek istediğinde, bu kez Türkiye’nin NATO’da kararların konsensüs ile alınmasından yararlanarak, bu dosyaya koyduğu veto ile karşılaşmıştı. Türkiye, vetonun kaldırılmasını NATO savunma planlarında Ege konusunda Türkiye’nin görüşleri yönünde yapılacak iyileştirmelere bağlamıştı.
Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel hükümetleri, bu konuda ABD cephesinden gelen ısrarlı telkinlere direnmişlerdi. Vetonun kaldırılması, ancak 12 Eylül 1980 darbesinden bir ay kadar sonra askeri rejimin NATO Komutanı Bernard Rogers’ın getirdiği planı herhangi bir karşılık almadan kabul etmesiyle mümkün olmuştu.
FRANSA NATO ASKERİ KANADINDAN NEDEN ÇIKTI?
NATO tarihinde Yunanistan gibi bir üyenin ittifakın askeri kanadından ayrılıp daha sonra yeniden dönmesiyle ilgili bir örnek daha var: Fransa...
Türkiye’nin bu dosyada nasıl hareket ettiği sorusuna geçmeden önce Fransa’nın askeri kanattan çıkışının öyküsünü kısaca hatırlayalım.
Bu konudaki karar dönemin Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün Fransa’nın nükleer gücünün NATO içindeki statüsü üzerinde ABD ile düştüğü anlaşmazlığın ardından ortaya çıkmıştı. De Gaulle’ün, 1966 yılında Fransa’yı NATO’nun askeri komuta yapısından çıkarması ve yabancı askerlerin ülkeden çıkmasını talep etmesi büyük bir sarsıntıya neden oldu.
De Gaulle’ün ABD ile bir dizi uluslararası sorunda görüş ayrılığı yaşadıktan sonra Fransa olarak daha bağımsız bir politika izleme arayışı da bu kararın gerisinde önemli bir faktördü.
Kararın yol açtığı depremin bir boyutu, bu tarihte Fransa’nın NATO’nun merkezine de ev sahipliği yapıyor olmasıydı. Bunun üzerine NATO’nun merkezi Paris’ten Belçika’nın başkenti Brüksel’e nakledildi. Keza yine Fransa’da bulunan NATO askeri karargâhı da Belçika’da Mons’a taşındı.
Buna karşılık, Fransa’nın NATO’nun siyasi kanadında yer almaya devam etmesi, ittifakın savunma yapısının dışında kalıp siyasi kararlarına katılması gibi bir ara statü ortaya çıkarttı. Bunun bir sonucu olarak Fransa NATO’da askeri konuların görüşüldüğü Savunma Planlama Komitesi’nde ve ayrıca Nükleer Planlama Grubu’nda yer almadı. (Fransa hâlâ Nükleer Planlama Grubu’nda değil.)
Daha sonra 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’na tepki göstererek askeri kanattan çıkan Yunanistan da büyük ölçüde Fransa ile benzer bir statüye geçti.
SARKOZY 2007’DE CUMHURBAŞKANI SEÇİLİNCE
Gelgelelim 1990’lı yıllardan itibaren Fransa yeniden askeri kanada dönüş yönünde işaretler vermeye başladı. Bu çerçevede Fransa’nın NATO’nun askeri yapısı ile işbirliğine girmesine dönük bazı adımlar da atıldı. Örneğin, Fransa 1990’lı yıllarda NATO’nun Balkanlar’daki askeri harekâtlarına asker tahsis etti, benzer bir işbirliği Afganistan’da tekrarlandı. Ancak Fransa yine de NATO’nun askeri komuta yapısının dışında kaldı.
Fransa’nın askeri kanada dönüşü konusunda en iddialı çizgiyi ortaya koyan siyasetçi 2007 yılı mayıs ayında cumhurbaşkanı seçilen Nikolas Sarkozy oldu.
Sarkozy’nin Fransa’yı yeniden askeri entegrasyona dahil etme niyeti, De Gaulle’cü geleneğin güçlü olduğu Fransa’da ciddi bir dirençle karşılaştı. Hatta 17 Mart 2009 tarihinde Sarkozy’nin bu politikası nedeniyle hükümet parlamentoda bir güven oylamasına hedef olduysa da 238’e karşı 329 oyla bu hamle atlatılabildi.
Sonraki süreçte kritik dönüm noktası, NATO’nun 4 Nisan 2009 tarihinde Fransa’nın Strasbourg şehri ile Almanya sınırının karşısında ona bitişik Kehl kasabasında iki aşamada düzenlenen zirve toplantısında Fransa’nın askeri kanada dönüşünün resmen duyurulması oldu.
Yayımlanan bildirinin beşinci paragrafında zirveye katılan devlet ve hükümet başkanlarının “Fransa’nın NATO’nun bütün yapılarında yer alma kararını büyük bir memnuniyetle karşıladıkları” vurgulanarak, bu kararın “Daha güçlü bir ittifaka katkıda bulunacağı” belirtildi.
SARKOZY’NİN TÜRKİYE’YE OLUMSUZ BAKIŞI
Fransa’nın askeri kanada dönüşünün bu şekilde resmiyet kazanması her halükârda NATO içinde tam bir konsensüs sağlanmasının bir sonucudur.
Burada altını çizmemiz gereken bir nokta var. Sarkozy, 2007 yılında cumhurbaşkanlığı kampanyası ve ikinci turu 6 Mayıs 2007 tarihinde sonuçlanan seçim sonrasında Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine kuvvetle karşı çıkmıştı. Sarkozy, bu göreve geldikten sonra ısrarla Türkiye için tam üyelik yerine “İmtiyazlı Ortaklık” statüsü verilmesini savundu.
Örnek vermek gerekirse, Sarkozy, 11 Eylül 2007 tarihinde “Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına karşıyım. Bunu Başbakan Erdoğan’a da söyledim. Ben başka bir teklifte bulundum. Dikkatlerin Türkiye’yi AB’nin ortağı haline getirecek 30 müzakere başlığı üzerinde yoğunlaştırılmasından yanayım. Ancak tam üyeliği sağlayacak diğer beş başlık kesinlikle açılmamalıdır” diye konuşmuştu.
Sarkozy’nin bu çerçevede attığı bir adım, tam üyeliğin önemli araçlarından biri olan “Ekonomi ve para birliği politikası” faslında müzakerelerin açılmasını veto etmesi olmuştu. Yaptığı açıklamalarda da “Türkiye’ye boş vaatlerde bulunulmaması gerektiğini” söyledi.
İlginç olan bir nokta, Sarkozy ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in bu konuda bazı ortak tutum açıklamaları da yapmalarıydı. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakerelerinin 2005 yılında başlamasından sonra sürecin durmasında rol oynayan kayda değer faktörlerden biri de Sarkozy ile Merkel’in Paris-Berlin ekseninde ortak bir çizgide sergiledikleri engelleyici tutum oldu.
AB DOSYASI İLE NATO İRTİBATLANDIRILAMAZ MIYDI?
Sarkozy’nin 2007 sonrasında AB içinde Türkiye karşısında açıkça engellemeye gittiği dönem, Fransa’nın NATO’nun askeri entegrasyonuna dönüşü sürecinin de kuvvetli bir ivme kazandığı zaman kesiti aynı zamanda.
Türkiye, 2009 Mayıs ayındaki NATO zirvesine giden iki yıllık süre içinde Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü bir koz olarak kullanıp Fransa’nın AB’de başvurduğu engellemeleri frenlemek için değerlendiremez miydi? Keza, AB dosyası dışında Fransa’nın Türkiye politikasında rahatsızlık duyduğu muhtelif konuları da bu denkleme dahil edemez miydi?
Kuşkusuz, o günlerin konjonktürü bugünkünden farklıydı. Yine de o dönemde Fransa’nın dönüşü bir fırsat olarak kullanılıp, diplomatik kanallardan Türkiye açısından bazı kazanımlar hedeflenebilirdi.
Bu hedeflere ulaşılabilir miydi? Bilemeyiz...
Ancak bugün bildiğimiz, 2022 yılında Finlandiya ve İsveç dosyalarında başvurulan yöntem ve pratikler üzerinden geriye dönüp baktığımızda, Ankara’nın o dönemde bugünkünden 180 derece farklı bir tutum izlemiş olduğudur.
Paylaş