İşte bu tarihten tam bir gün önce, 24 Ekim’de Çankaya Köşkü’nde kuvvet komutanları ile TBMM’de grubu bulunan dört siyasi partinin lideri arasında demokrasiye nasıl dönülebileceği konusundaki nihai pazarlık yapılıyordu.
Toplantıya başkanlık eden Orgeneral Cemal Gürsel bu müzakerelerde biraz taraf sayılabilirdi; çünkü pazarlık doğrudan kendisinin cumhurbaşkanlığı adaylığını da konu alıyordu...
Zirvenin açılışında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, askerlerin taleplerini bir metinden okumuş ve ardından tartışmalar başlamıştı. Ordu’nun taleplerden biri, liderlerin Demokrat Partililere af çıkartılmayacağı konusunda bağlayıcı bir taahhüt vermeleriydi.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) lideri Osman Bölükbaşı, bu beklentiye karşı çıkmıştır. Oğlu Deniz Bölükbaşı’nın kaleme aldığı “Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası/Osman Bölükbaşı” adlı kitapta aktarıldığına göre, CKMP lideri anılarında bu konuyu şöyle anlatmıştır:
“Af müessesesinin ortadan kaldırılması niteliğinde ve geleceğe dönük bir taahhütte bulunmanın milli hakimiyet ve hukuk ilkelerine ve Anayasa esaslarına aykırı olduğunu bizzat toplantıda dile getirdim.”
Buna karşılık, “Eminsular meselesi”ne daha kolay çözüm bulunmuştur. Bununla, 27 Mayıs darbesinden sonra Ordu’dan tasfiye edilen general ve subayların kurduğu ‘Emekli İnkilap Subay Derneği’ (EMİNSU) mensuplarının durumu kastediliyordu.
Bölükbaşı
Alican, günlüklerinde “24 Ekim 1961, Salı Ankara” başlığı altında açtığı sayfada, “Üç günden beri Silahlı Kuvvetler’in ikinci bir ihtilal yapacakları sözleri aldı yürüdü. Hükümetin nasıl teşkil edeceği ayrı bir mesele oldu” diyor.”
Ragıp Gümüşpala
YTP liderinin bu notları 2021 yılında yayımlanan “Ekrem Alican Günlükler, 1956-1966” başlıklı kitapta yer alıyor. Alican, günlüğünde 15 Ekim 1961 tarihinde düzenlenen seçimlerden sonra Adalet Partisi’nin (AP) hal ve tavrından şikâyetçi görünüyor.
Orgeneral Cevdet Sunay
“Adalet Partililerin şımarık bir tutum içine girdiklerini, Meclis’in açılması yaklaştıkça bu şımarıklıkların iyice artığını”, ardından “Prof. Ali Fuad Başgil’in cumhurbaşkanlığı meselesinin ortaya atıldığını” yazıyor.
Günlüğünün bu kısmında, bir gün önce (23 Ekim Pazartesi) Milli Birlik Komitesi ve Devlet Başkanı
“Meclis’in açılış günü beni Meclis kapısında askerlere linç ettireceklerini haber almış...”
Meclis kapısında askerler tarafından linç edileceği söylenen kişi, 1961 yılı ekim ayında yapılacak cumhurbaşkanı seçimine adaylığını koymuş olan AP Samsun Senatörü, anayasa hocası Ordinaryüs Profesör Ali Fuad Başgil’di.
Bu hazırlığı kendisine aktaran, yani “Seni TBMM kapısında linç ettireceklerini haber aldım” diyen kişi ise Adalet Partisi’nin ilk genel başkanı Ragıp Gümüşpala...
Gümüşpala asker kökenliydi. Emekli orgeneraldi. Bir önceki Genelkurmay Başkanı’ydı.
Bir yıl önce 27 Mayıs darbesi gerçekleştiğinde, Orgeneral Gümüşpala Erzurum’da Üçüncü Ordu Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Evet, darbe girişiminin içinde değildi. Darbeye uzanan süreçte cunta ile bir ilişkisi olmamıştı.
Ancak darbe gerçekleştiği noktada bir ordu komutanı olarak nasıl bir tutum alacağı hususunda bir tereddüt geçirdiği, hareket tarzını belirlemeden önce darbenin niteliğini, gücü eline geçiren kadroları, komutanların durumunu öğrenmek için bir süre beklediği sır değildi.
Altan Öymen, 27 Mayıs darbesi ve buna giden hadiseleri anlattığı “...Ve İhtilal” başlıklı kitabında, 27 Mayıs sabahı “askeri mekanizma içinde tereddütlerin kendini gösterdiğini” yazıyor.
Öymen, Gümüşpala
O sırada Başbakanlık’ın önünde bekleyen gazetecilerden biri olan Mete Akyol’un yıllar sonra Mehmet Ali Birand’ın “12 Mart” belgeseline anlattığına bakılırsa, basın kendisinin adaylıktan vazgeçirileceğinden emin görünüyordu. Akyol, bizzat kendisinin, Prof. Başgil’e bunu söylediğinde, hocanın şu dizeleri okuduğunu aktarıyor:
“Zulmün topu var, güllesi varsa/Hakkın da bükülmez kolu, dönülmez yolu var...”
Mete Akyol
ORGENERAL ÖZDİLEK: ‘SEÇİMDEN ÇIKACAK NETİCE BU MU OLMALIYDI’
Görüşme başladığında Tümgeneral Sıtkı Ulay, cumhurbaşkanlığı seçiminde Cemal Gürsel dışında başka bir adaya izin verilmeyeceğini söyledi. Prof. Başgil de bunun üzerine “15 Ekim’de milletvekilleri seçilmiş, milli irade tecelli etmiştir. Müsaade ediniz milletin vekilleri yarın toplansın, Meclis açılsın. Herkes elini vicdanına koyarak serbestçe reyini kullansın. Ekseriyeti kim kazanırsa makama o geçsin...” dedi ve ardından ekledi:
“Memleket için hayır bundadır. Ben çok ümit ederim ki yine Gürsel Paşa kazanacaktır. Fakat bu şerefli bir kazanç olacak ve efkâr tatmin edilecektir. Serbest bir seçimle mevki kazanmanın şerefi büyüktür. Zorlanan seçim seçim değildir. Demokrasinin gösterdiği tek yol budur.”
Prof. Ali Fuad Başgil
Prof.
Açık bir ölüm tehdidiydi...
Tehdit eden kişi, 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi’nden Tümgeneral Sıtkı Ulay’dı.
Tümgeneral Sıtkı Ulay
Bu tehdidin hedef aldığı kişi ise tam dokuz gün önce yapılan seçimde Adalet Partisi (AP) listesinden Samsun senatörü seçilen ve daha sonra Cumhurbaşkanlığı makamı için adaylığını açıklayan anayasa hocası Ordinaryüs Profesör Ali Fuad Başgil’di.
Başbakanlık’taki görüşme 24 Ekim 1961 tarihinde gerçekleşiyordu.
Profesör Ali Fuad Başgil
DARBECİLERİN HAPSE ATTIĞI ANAYASA HOCASI
Seçim sırasında İsviçre’de bulunan
Gerçi tekrar olacak ama Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın kurumdaki görev süresinin dolması nedeniyle ayrılması ve yerine Başkan Vekili Kadir Özkaya’nın seçilip göreve başlaması bu başlıklardan biriydi.
Son aylarda siyaset sahnesinde ve yargı dünyasındaki tartışmalarda bazı kesimlerce sıkça hedef tahtasına konan, projektörlerin üzerine çevrildiği Anayasa Mahkemesi, bu sıkıntılı dönemde yoluna yeni bir başkanla devam edecektir.
Özkaya, geçen dört yıl boyunca mahkemede Başkan Vekili ve aynı zaman zarfında bireysel başvuruları inceleyen iki daireden biri olan İkinci Daire’nin de Başkanı olarak görev yapmıştı.
İdare hukuku kökenli olan Özkaya, Danıştay kontenjanından AYM’ye gelmiş bir üye. Kendisi, Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılı ağustos ayında Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra aynı yılın sonunda aralık ayında AYM’ye atadığı ilk üye. Mahkemedeki görev süresinin dolacağı 2026 yılı sonuna kadar başkanlık makamında oturacak.
*
Öncelikle, Prof. Arslan ile Özkaya arasında geçen 19 Nisan tarihinde düzenlenen görev devir teslim töreninin zarif ölçülerin hakim olduğu bir ortamda gerçekleştiği belirtilmeliyiz.
Örneğin Özkaya, konuşmasında Arslan’ın yönetimindeki “tamamen akla dayalı, realiteye uygun idare anlayışı ve icrasının takdire şayan olduğunu” kaydederek, kendisinin “mahkemede kurumsallaşma ve verimliliğe çok önemli katkılar yaptığını” söylüyor. Mahkemenin “bugün geldiği noktadaki başarısının en önemli nedeninin Prof. Arslan’ın gösterdiği gayret ve tercihler olduğunu” anlatıyor.
Kendisinin bir
ÖNÜMÜZDEKİ günlerde “etki ajanlığı” meselesini tartışmaya hazır mıyız? Günlerdir basında çıkan haberlere bakılırsa, iktidar TBMM’ye getirmeye hazırlandığı Dokuzuncu Yargı Paketi çerçevesinde “etki ajanlığı” diye bir suç kategorisi ihdas ederek, bu suç fiilini yaptırıma bağlamayı planlıyor.
Bu konudaki yasa tasarısı henüz resmen sunulmamış olmakla birlikte, daha şimdiden bu meselenin lehinde ve aleyhinde öne sürülen görüşlerin ortalığı kaplamasına bakılırsa, siyasetin yakında sert bir türbülansa girmesi muhtemel görünüyor.
*
Bu başlıktaki tartışmalar Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un bu ayın başında Yeni Şafak gazetesinin Ankara Bürosu’nu ziyaret ederek Dokuzuncu Yargı Paketi içeriği konusunda yaptığı açıklamaların ertesinde gündeme geldi.
Yeni Şafak’ın 5 Mayıs tarihli nüshasında fotoğraflı olarak duyurduğu habere göre, Tunç, bu ziyaret sırasındaki açıklamalarında “yeni yargı paketinde yabancı istihbarat örgütlerinin Türkiye’deki casusluk faaliyetlerinin önlenmesine yönelik kapsamlı ve önleyici yeni yasal düzenlemelerin de yer aldığını” duyurdu.
Bakan’ın dikkat çeken bir ifadesi, yargı paketine “yeni tip casusluk suçları için” bazı maddelerin konacağını belirtmesiydi. Tunç, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan mevcut casusluk suçunun “teknik olarak bilgi ve belge üzerinden işlenebilen bir suç tipi olduğunu” belirttikten sonra “Ancak...” diye cümleye girdi ve ekledi:
“geldiğimiz noktada çok daha farklı tekniklerle casusluk kavramı içinde kalabilecek suçlar işlenebilmektedir. Hatta bazı ülkeler veya organizasyonlar bu yeni tekniklerle başka ülkelerde operasyon yapabilmekteler. Ülkemizin böyle operasyonlara maruz kalmaması ve yeni tip casusluk suçlarının caydırıcı bir şekilde soruşturulup kovuşturulabilmesi için hazırlanmış bir taslağımız var. İstihbarat birimlerimizin ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzenlemelerdir.”
Tunç
Ülkenin başkentinde il emniyet teşkilatının organize suçlarla mücadeleden sorumlu müdür yardımcısı ile onun altındaki bir grup polisin tutuklanmış olması, ne kadar ciddi bir sarsıntı ile karşı karşıya olduğumuzu göstermek bakımından yeterlidir.
*
Hadiselerin ve ortaya atılan iddiaların büyük bir bölümü kamuoyuna yansımış olduğu için bunları detaylı bir şekilde tekrarlayacak değiliz. Ancak dosyanın ana akışında, Ayhan Bora Kaplan hakkında geçen eylül ayında başlatılan soruşturmayla birlikte ortalığa saçılan garip ilişkiler, davranışlar yatıyor.
Aslında bu dosyanın üzerinde asılı duran önemli bir soru da, geçen 8 Eylül’de yurtdışına çıkmaya hazırlandığı sırada Ankara’da yakalanan bu şahsın nasıl olup da uzun bir süre ciddi bir engellemeyle karşılaşmadan dokunulmaz bir konumda yasadışı faaliyetlerini sürdürebildiğidir.
Hakkında daha önce yürütülen ve savcılıklarca takipsizlik kararları alınan soruşturmaların içeriğine, kendisi yakalandıktan sonra geçen 17 Ocak’ta kabul edilen iddianamede yer verilmiş olması, hemen geçiştirilebilecek bir durum değildir.
Sonrasındaki süreçte soruşturmanın kilit sanıklardan biri olan Serdar Sertçelik’in durumu dosyanın en yakıcı bölümlerinden biridir. Sanık Sertçelik, aynı zamanda gizli tanık statüsüne de geçirilmiş, hakkında ayağına denetim amaçlı elektronik kelepçe takılması kararı olduğu halde bütün kısıtlamalara rağmen sıkça Ankara’nın gece hayatında boy gösterebilmiş, böyle bir akşamda ayağından vurulmuş, daha sonra elini kolunu sallayarak yurtdışına kaçabilmiştir.
*