Bu çerçevede Türkiye’nin dış siyasetine ilişkin yaptığı konuşmaları, verdiği mülakatları, sosyal medya paylaşımlarını mümkün olduğu kadar süreklilik içinde okumaya ve değerlendirmeye çalışıyorum.
Kendisinin, bakanlık görevine geldiği geçen haziran ayından sonraki dönemde bu köşede adını en çok geçirdiğim siyasi şahsiyet olduğunu tahmin ediyorum.
Fidan’ı yakından izliyor olmam, geride bıraktığımız yerel seçim kampanyası dönemi sırasında kendisinin Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde yürüttüğü ve dış politika mesajları da verdiği seçim çalışmalarının ister istemez radarıma takılmasına yol açtı.
*
Dışişleri Bakanı’nın seçim mesaisi, ilk olarak 13 Mart tarihinde Ankara’ya komşu Kırıkkale’de çarşıda yaptığı esnaf ziyaretleri ve ardından burada partisinin il örgütünün düzenlediği iftardaki konuşması ile dikkatime geldi.
Kırıkkale, seçimde Cumhur İttifakı bileşenleri AK Parti ile MHP’nin yarışa kendi adaylarıyla katıldıkları bir şehrimizdi. Fidan’ın 13 yıl süreyle MİT Müsteşarlığı görevinde bulunmuş, terörle mücadelede ön planda rol oynamış kimliğiyle sahaya çıkmasının, Kırıkkale’nin milliyetçi dokusu içinde AK Parti açısından belli bir etki yaratmasının hedeflendiği tahmin edilebilir.
*
Ardından
Geçen 3 Mart tarihinden bu yana YSK’nın ilgili sayfasında duruyor tam sekiz sayfa tutan bu liste. Sekizinci sayfanın sonunda Van’daki büyükşehir belediye başkan adaylarının isimleri sıralanıyor. Alttan 17’nci sırada da “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi”nin (DEM Parti) adayı Abdullah Zeydan’ın adı yazılı.
YSK’nın bu nihai listeyi yayımlamasından önce ilan ettiği takvim çerçevesinde bütün yasal süreçler tamamlanmış ve yürütülen incelemede Zeydan’ın aday olmasına bir engel görülmediğinden kendisine listede yer verilmiştir. Zeydan da seçim gününe kadar Van’da seçim kampanyasını yürütmüştür.
Burada altını çizmemiz gereken nokta, YSK’nın bu listede Abdullah Zeydan’a yer vererek Vanlı seçmenleri kendisini seçilebilmeleri yönünde meşru bir beklenti içine sokmuş olmasıdır.
Abdullah Zeydan, geçen pazar günü yapılan seçimde Van’da kullanılan geçerli 442 bin 611 oyun 245 bin 573’ünü alıp (yüzde 55.48) Van’ın yeni büyükşehir belediye başkanı seçilmiştir.
En yakın rakibi olan ve 120 bin 147 oy alan (yüzde 27.15) AK Partili Abdulahat Arvas’a yaklaşık 125 bin kadar bir fark atmıştır DEM Partisi adayı.
*
Abdullah Zeydan, Van Büyükşehir Belediyesi’ne aday olmadan önce terör örgütü propagandası yaptığı suçlamasıyla Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmış, üç yıl bir ay hapis cezasına çarptırılarak cezaevinde yatmış bir siyasetçiydi. 2016 yılında tutuklandığında HDP Hakkâri milletvekiliydi.
Zeydan
Evet, bazı anketler İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde CHP’li adayların AK Partili rakiplerine önemli bir fark atacağına işaret ediyordu. Ancak geçen mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde anketlerde yapılan vahim hataların ardından, herkes bu kez biraz ihtiyat payıyla yaklaştı bu tahminlere; özellikle de İstanbul’la ilgili olanlara...
CHP’nin, her yerel seçimde olduğu gibi sahil şeridindeki gücünü koruması standart bir beklentiyi oluşturuyordu. Buna karşılık, Eskişehir’in zora girdiği, hatta İzmir’de sıkıntı olabileceği yolundaki söylentiler CHP çevrelerinde sıkça konuşuluyordu seçimden hemen önce.
Sonuçta her cephedeki siyasi aktörlerin tahminleri, hesapları altüst olmuştur. CHP, sahil şeridini aşıp bütün Ege bölgesindeki şehirleri almış, oradan Anadolu’nun içlerine kadar sokulmuştur. Ayrıca, Karadeniz sahil şeridinde kuvvetli bir şekilde bayrak göstermiş, Kilis ve Adıyaman gibi illerde “burada da varım” demiştir.
Seçimin en büyük sürprizi, AK Parti’nin 3 Kasım 2002 genel seçiminden bu yana ilk kez sandıkta Türkiye’nin birinci partisi olma vasfını kaybedip, ikinci parti konumuna gerilemesidir. On yıllardır yüzde 25 bandında sıkışmış olan CHP de bu sınırı geçip Türkiye’nin birinci partisi olarak sahneye çıkmıştır.
Kabul edelim ki bu tablo, geçen pazar akşamı sandıklar açılana kadar pek tahayyül edilemeyecek bir durumdu. Hatta, bir ihtimal olarak telaffuz edilse, pek çok insanın kaşını kaldırarak karşılık vereceği bir önerme olurdu.
Ama öncesinde tahayyül edilemeyecek bir durum, gerçeğin kendisi olarak sandıkta tezahür etmiştir pazar günü.
*
Sandıktan çıkan sonucu analiz etmek üzere pazar akşamından bu yana siyaset bilimciler, gazeteciler, anketçiler ve politikacılar tarafından pek çok neden dile getiriliyor.
İki fotoğrafla desteklenmişti 10 Mart tarihli bu paylaşım. Birincisinde, Korgeneral Tokel, bir kısmı farklı menşeli üniforma giymiş askeri yetkililerle birlikte büyük bir haritanın üzerinde konuşurken görülüyor. Manzaradan dağlık bir arazide oldukları anlaşılıyor. Hemen arkalarında bir köprü dikkat çekiyor.
İkinci fotoğraf ise kapalı bir mekanda çekilmiş. Bir salonda “U” şeklindeki masanın etrafına bir dizi asker ve sivil giyimli şahıs dizilmiş. Masanın ucunda oturan Korgeneral Tokel’in arkasındaki duvarda bir harita asılı.
*
Mekân hakkında bilgi verilmemiş, yalnızca toplantının “Pençe- Kilit Harekât bölgesinin sınırları içerisinde”, yani Irak topraklarında ve “Iraklı yerel yetkililer” ile gerçekleştirildiği belirtilmiş.
Fotoğraflara bakıldığında, TSK heyetinin, hem Bağdat’taki merkezi otoriteyi temsil eden Irak Ordusu’nun temsilcileri hem de Mesud Barzani’nin önderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) bağlı peşmerge komutanları ile bir arada bulunduğunu fark etmek mümkündür.
Toplandıkları mekân da herhalde KDP denetimindeki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne ait bir bina olmalıdır.
*
Milli Savunma Bakanlığı’nın paylaştığı habere göre, “
Üzerinde durduğumuz çekilme senaryosunun bir başka önemli sorusu, bu bölgede bugüne kadar ABD’nin koruyucu şemsiyesinden yararlanmakta olan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ne olacağıdır. SDG, yani PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG’nin merkezinde yer aldığı askeri örgüt...
SDG kadar, Fırat’ın doğusunda Suriye topraklarının yaklaşık üçte birini kaplayan bu örgütün kontrolü altındaki Özerk Yönetim’in geleceği de yine bu ucu açık soruların konusudur.
*
Bu sorular, ABD’de önümüzdeki kasım ayının başında yapılacak olan başkanlık seçiminin menziline girilmesiyle birlikte, gerek seçim döneminin tartışmaları gerek seçim sonucunun tetikleyebileceği muhtelif senaryolar bağlamında ele alınması gereken zor meseleler olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuçları, serpintileri Türkiye’yi birinci derecede ilgilendirdiği için bu başlıkların yakından izlenmesi gerekecektir.
Özellikle geçmişte başkanlığı döneminde Suriye’den ABD askerlerini çekmek konusunda kritik hamleler yapmaya kalkan, ancak her seferinde kendi müesses nizamı tarafından frenlenen Donald Trump’ın yeniden seçilme ihtimalinin yabana atılmaması gereken bir aşamada, bu sorular galiba her zamankinden daha çok önem kazanıyor.
Bugünkü yazımızda bu konuda geçmişte yaşanan gelişmeleri çok kısaca hatırlatıp, bundan sonrasına dönük genel bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.
*
Ardından, 24 Ocak’ta ABD’nin önemli terörizm ve Suriye uzmanlarından Charles Lister’ın prestijli “Foreign Policy” dergisinin web sitesinde bu haberi teyit eden yazısıyla ivme kazandı.
Bu iki yazı, ana çizgi olarak Biden yönetiminin Suriye politikasını gözden geçirmekte olduğu, teknik düzeyde yapılan çalışmalarda ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını sonlandırmasına dönük seçenekler üzerinde durulduğunu duyuruyordu.
Bu konudaki gelişmeleri, 16 Şubat tarihli “Yoksa ABD Suriye’den Çekilmeye mi Hazırlanıyor?” başlıklı yazımızda aktararak, Washington cephesinde uç vermekte olan Suriye’den çekilme eğilimine dikkat çekmiştik.
İlginçtir ki, geçen yaklaşık bir aylık süre içinde bu konudaki tartışmanın tırmanmakta olduğunu gözledik. ABD’de, aralarında emekli orgeneraller, emekli büyükelçiler, emekli istihbaratçılar, düşünce kuruluşlarında Ortadoğu konularında uzman kanaat önderleri ve gazetecilerin yer aldığı son derece canlı bir tartışma sürüyor.
*
Bu tartışma, ana hatları itibarıyla Suriye’den çıkmanın yararlarını savunanlar ile bu yönde bir adımın ABD’nin çıkarlarına zarar vereceği tezini öne süren iki ayrı görüş arasında şekilleniyor.
Tartışmayı bir yönüyle halen Biden yönetimi içinde Suriye politikası üzerinde yürümekte olan çalışmaların bir yansıması olarak da görmek mümkün. Bu çerçevede, ABD cephesinde bütün aktörlerin kendi zaviyelerinden bu tartışmaya katılarak karar alma sürecine bir şekilde etki etmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz.
Tabii, ABD çekilirse
Açıklamaya göre, görüşmeler sırasında tarafların “önemini yineledikleri” bir başlık, “DEAŞ bağlantılı tutukluların ve Suriye’nin kuzeydoğusunda yerlerinden edilmiş kişilerin rehabilite edilebilecekleri ve kendi toplumlarına yeniden entegre edilebilecekleri, gerektiği şekilde adalete teslim edilebilecekleri menşe ülkelerine geri gönderilmeleri” konusu oldu.
Dikkatime takılmasının nedenlerinden biri, bu açıklamadaki ifadelere çok benzer bir içeriğin, ABD’nin Ortadoğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı’nın (Central Command) başındaki komutan Orgeneral Michael Erik Kurilla’nın geçenlerde Kuzey Suriye’de bu kişilerin alıkondukları kampları ziyaretinden sonra yapılan açıklamada da karşıma çıkmış olmasıydı.
Orgeneral Kurilla, 28-29 Şubat tarihleri arasında Suriye’ye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında kuzeyde Irak sınırına yakın bir bölgede Haseke civarında bulunan el Hol ve ayrıca bu mekânın Irak sınırına doğru doğusunda kalan el Roj kamplarını da ziyaret etmişti.
Yapılan açıklamada, Orgeneral Kurilla’nın bu kampları ziyareti sırasında, DEAŞ’lı tutuklular ve yerlerinden olmuş kişilerin “geri gönderilmeleri, rehabilite edilmeleri ve (toplumlarına) yeniden entegre edilmeleri” konusunu görüştüğü belirtilmişti.
Büyük ölçüde aynı ya da birbirine yakın sözcüklerle ifade edilmiş bir konunun hem ABD Merkezi Komutanlık bildirisi hem de Türkiye-ABD Dışişleri Bakanları ortak açıklamasında vurgulanmış olmasını kayda geçirmek gerekiyor.
Gözlenen örtüşme, konunun Türkiye ile ABD’nin gündeminde yukarıya doğru çıktığını gösteriyor olmalıdır.
*
Buradaki mesele, ABD’nin 2014 ve sonrasında Irak ve Suriye’de uluslararası koalisyonla birlikte DEAŞ’a karşı yürüttüğü mücadele sırasında yakalanan militanlar ve ayrıca bu çatışmalar sırasında yerlerinden olan Iraklılar ve Suriyelilerin alıkondukları iki kampın durumudur. Bu kalabalık iki kamp dışında özellikle DEAŞ’lı militanların tutulduğu irili ufaklı, çoğu derme çatma durumda olan cezaevleri de bulunuyor.
Bu durumu iki ülke arasındaki temas trafiğinden okuyabiliyoruz. Ankara’dan Washington’a ilk ziyareti Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın yaptı. Kalın, önceki gün ABD’deki mevkidaşı Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) Başkanı Williams Burns ile bir araya geldi.
Kalın’ın Burns ile görüştüğü önceki gün, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Washington’a hareket etti. Fidan, bugün ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile buluşacak.
Geçen hafta bu yoğun temasların hemen öncesinde doğrudan Ankara-Washington ekseninde olmasa da, iki ülke arasındaki siyasi diyalogu çok yakından ilgilendiren kritik bir ziyaret gerçekleşti Suriye’ye.
ABD’nin Ortadoğu’dan da sorumlu olan Merkezi Komutanlığı’nın (Central Command) tepesindeki komutan Orgeneral Michael Erik Kurilla, birçok ülkeyi kapsayan bölge turu içinde Suriye’nin kuzeyine de uğradı.
Washington’da bu hafta gerçekleşmekte olan görüşmeler, iki ülke arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl ileri götürülebileceği konusunda arayışlara sahne olurken, Kurilla’nın Suriye ziyareti bu diyalogta belki de en dikenli başlık olan ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı gruplarla kurduğu askeri ittifak meselesinin altını çiziyordu.
Bütün bu temasların iç içe geçerek karmaşık bir bütün oluşturduğunu söylemek mümkün.
*
Önce