Seçimlerin sonuçları, aynı zamanda Avrupa’nın önümüzdeki dönemde hangi yöne doğru gideceği sorusunu da dünyanın gündemine taşımıştır. Bu, sonuçları itibarıyla Avrupa kıtasını fazlasıyla aşan büyük bir sorudur.
*
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimini iki ölçekte değerlendirelim. Birincisi, doğrudan AP’nin kendi kompozisyonunda yol açtığı değişiklikler ve bunun Avrupa Birliği’nin karar alma mekanizmasına muhtemel etkileriyle ilgilidir.
Toplam 720 sandalyesi bulunan AP’de en kalabalık küme olan merkez sağ partilerin toplandığı ‘Avrupa Halk Partisi’ grubu sayısal gücünü bir miktar artırarak çıkmıştır seçimden. Net bir şekilde kaybeden taraflar, ‘Yeşiller’, ‘Sosyalistler/Demokratlar’ ve AB yanlısı liberal çizgideki ‘Yenilenme’ grupları olmuştur.
Buna karşılık, popülist sağ çizgide İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin ‘Kardeşler’ partisinin üye olduğu ‘Muhafazakarlar/Reformistler’ grubu ile Fransa’da aşırı sağın temsilcisi Marine Le Pen’in ‘Ulusal Birlik Partisi’nin yer aldığı ‘Kimlik ve Demokrasi’ grupları parlamentodaki sandalye sayılarını artırmıştır.
Parlamentodaki güç dağılımında merkezde duran siyasi gruplar şimdilik çoğunluğu ellerinde tutmaya devam etseler de, terazinin kefelerindeki güç dengesinin belli bir miktar aşırı sağa doğru kaymış olması bu seçimin en çarpıcı gerçeğidir.
Avrupa Birliği’nin icra organı olan Avrupa Komisyonu’nu seçme yetkisi parlamentoya ait. Önümüzdeki aylarda AB’yi beş yıl süreyle yönetecek yeni Avrupa Komisyonu Başkanı’nın seçiminde Alman Hıristiyan Demokratlar’ın kontenjanından gelen mevcut Başkan Ursula von der Leyen’in yerini koruması şimdilik muhtemel görülüyor.
Ancak parlamentodaki güç dengesinin yeni komisyon kabinesinin dış ilişkiler yüksek temsilcisi, genişleme komiseri gibi diğer üyelerinin seçimine, dağılımına nasıl yansıyacağını bekleyip görmek gerekiyor.
TBMM sancısız bir şekilde açıldığı takdirde demokratik rejimin yeniden yerleşmesi yönünde çok önemli bir dönemeç geride bırakılmış olacaktı.
Bu hiç de kolay olmadı.
Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri içinde sayıları hiç de az olmayan bir grup general/amiral ve subay, demokrasiye dönülmesine sıcak bakmıyordu. Ordu içindeki bu kesim 15 Ekim tarihinde yapılan seçimin sonuçlarından hoşnut değildi. CHP ümit edildiği gibi tek başına iktidar olamamıştı. Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi, CHP’nin hemen arkasından güçlü bir şekilde ikinci parti çıkmıştı sandıktan.
Aynı zamanda Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi’nin (YTP) TBMM’de grup kurmaları bütün hesapları altüst etmişti.
Ordu içinde “Silahlı Kuvvetler Birliği” (SBK) adı altında yeni bir cuntanın kurulduğu ve bir süredir bu gruptaki askerlerin perde arkasından ipleri ellerinde tutarak kararlar üzerinde bir hayli etkili oldukları sır değildi. Üstelik SBK üyeleri de büyük ölçüde kendi başlarına hareket etmeye başlamışlardı. TSK içinde emir komuta birliği kalmamıştı. Neredeyse silahına güvenen herkes söz sahibiydi.
Yakın Türkiye tarihindeki en önemli hadiselerden biri, işte bu ortamda 21 Ekim 1961 tarihinde, yani TBMM’nin açılmasından tam dört gün önce İstanbul’da Harp Akademileri Komutanlığı’nda SBK adına hareket ettiğini söyleyen 38 general/amiral ve subayın bir araya gelerek demokrasiye dönüşe “dur” demek için “fiilen müdahale” kararı almasıdır.
O tarihte İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olarak görev yapan Korgeneral Refik Tulga’nın başkanlığında toplanan bu askerlerin imzaladığı iki maddelik protokolün birinci maddesinde niyet çok açık bir şekilde ifade ediliyordu:
“Türk Silahlı Kuvvetleri, 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra, gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmadan evvel, duruma fiilen müdahale edecektir.”
Hakkâri merkez ilçede DEM Parti adayı Mehmet Sıddık Akış 14 bin 528 oy alırken, AK Parti’nin adayı İsmet Ölmez 13 bin 833 oyda kaldı.
İkisi arasında tam 695 oy fark vardı. Oran olarak DEM Parti adayına yüzde 48.92, AK Parti adayına ise yüzde 46.58 oy çıktı.
Gelgelelim, seçimi kazandıktan sonra mazbatasını alıp görevine başlayan DEM Partili Mehmet Sıddık Akış’ın belediye başkanlığı çok uzun süreli olamadı.
Akış, önce geçen yıl hakkında “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak” suçlamasıyla açılmış olan bir soruşturmadan dolayı bu hafta başında pazartesi günü Van’da gözaltına alındı.
Gözaltı kararına neden olan soruşturmanın 31 Mart seçimlerinden 14 ay kadar önce 4 Şubat 2023 tarihinde Hakkâri’de düzenlenen “Öcalan’a özgürlük” yürüyüşü üzerine açıldığı anlaşıldı. Akış’ın bu yürüyüşte yaptığı konuşma dolayısıyla soruşturmada şüpheli konumda olduğu ortaya çıktı.
*
Akış, gözaltına alınmasından sonra aynı gün İçişleri Bakanlığı’nın bir idari tasarrufuyla görevden uzaklaştırıldı. İçişleri Bakanlığı, yaptığı bir açıklamayla kendisinin yerine Hakkari Valisi Ali Çelik’in “Belediye Başkan Vekili” olarak görevlendirildiğini duyurdu.
Bu arada, İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasından bu tasarrufun dayandığı gerekçeleri de öğrendik.
Bu gibi açıklamalar, uluslararası camianın dikkatini Özerk Yönetim bölgesinde önümüzdeki salı günü yapılacağı duyurulan seçime çekmeyi hedefliyor. Özerk Yönetim’in Suriye’nin kuzeyinde artık demokratik bir yönetim modelinin yerleştiği mesajını vererek, Batı kamuoylarını da yanına almaya çalıştığı aşikâr.
*
Aslında yerel seçimler öncesindeki bir başka önemli hamle, geçen aralık ayında Özerk Yönetim’in bir tür anayasası kabul edilen “Toplumsal Sözleşme”nin, bazı ekleme ve değişiklikler üzerinden güncellenmesi suretiyle yapılmıştı.
Özerk Yönetim’in muhtelif kurullarından geçirilerek onaylanan yeni belgenin ilk göze çarpan yönlerinden biri, adının başına “Demokratik” sözcüğünün de eklenmesiydi.
Şimdi yapılmak istenen yerel seçimler, bu isim değişikliğinin içini doldurmaya dönük bir adım olarak görülebilir.
Bu arada, Özerk Yönetim’in güncellenen temel belgesinin esas aldığı “Demokratik Konfederalizm” kavramının müellifinin halen İmralı’da cezasını çekmekte olan terörist Abdullah Öcalan olduğunu hatırlamak, bir bütün olarak projenin patenti konusunda fikir verici olmalıdır.
Özerk Yönetim’in önde gelen kadroları, aralarında başka etnik grupların temsilcileri de bulunmakla birlikte, önemli ölçüde PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan muhtelif yapıların mensuplarıdır.
*
Haftalık siyasi dergi “Akis”in sahibi ve başyazarıdır Metin Toker. Önemli bir yönü daha vardır. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün damadıdır.
Zaten kendisini Korgeneral Tulga’ya özel görevle gönderen de İnönü’den başkası değildir.
Toker, son derece çetin, hassas bir misyonla gitmiştir İstanbul’la. Bir grup general ve albay, İstanbul’da bir gün önce Korgeneral Tulga’nın başkanlığında toplanarak, TBMM 25 Ekim’de açılmadan yönetime el koymaya karar vermiştir.
Toker’in görevi, Tulga’ya, İnönü’nün darbe kararından vazgeçmeleri yönündeki mesajını iletmektir.
Metin Toker - İsmet İnönü
21 EKİM 1961 DARBE BİLDİRİSİ
İşte bu tarihten tam bir gün önce, 24 Ekim’de Çankaya Köşkü’nde kuvvet komutanları ile TBMM’de grubu bulunan dört siyasi partinin lideri arasında demokrasiye nasıl dönülebileceği konusundaki nihai pazarlık yapılıyordu.
Toplantıya başkanlık eden Orgeneral Cemal Gürsel bu müzakerelerde biraz taraf sayılabilirdi; çünkü pazarlık doğrudan kendisinin cumhurbaşkanlığı adaylığını da konu alıyordu...
Zirvenin açılışında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, askerlerin taleplerini bir metinden okumuş ve ardından tartışmalar başlamıştı. Ordu’nun taleplerden biri, liderlerin Demokrat Partililere af çıkartılmayacağı konusunda bağlayıcı bir taahhüt vermeleriydi.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) lideri Osman Bölükbaşı, bu beklentiye karşı çıkmıştır. Oğlu Deniz Bölükbaşı’nın kaleme aldığı “Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası/Osman Bölükbaşı” adlı kitapta aktarıldığına göre, CKMP lideri anılarında bu konuyu şöyle anlatmıştır:
“Af müessesesinin ortadan kaldırılması niteliğinde ve geleceğe dönük bir taahhütte bulunmanın milli hakimiyet ve hukuk ilkelerine ve Anayasa esaslarına aykırı olduğunu bizzat toplantıda dile getirdim.”
Buna karşılık, “Eminsular meselesi”ne daha kolay çözüm bulunmuştur. Bununla, 27 Mayıs darbesinden sonra Ordu’dan tasfiye edilen general ve subayların kurduğu ‘Emekli İnkilap Subay Derneği’ (EMİNSU) mensuplarının durumu kastediliyordu.
Bölükbaşı
Alican, günlüklerinde “24 Ekim 1961, Salı Ankara” başlığı altında açtığı sayfada, “Üç günden beri Silahlı Kuvvetler’in ikinci bir ihtilal yapacakları sözleri aldı yürüdü. Hükümetin nasıl teşkil edeceği ayrı bir mesele oldu” diyor.”
Ragıp Gümüşpala
YTP liderinin bu notları 2021 yılında yayımlanan “Ekrem Alican Günlükler, 1956-1966” başlıklı kitapta yer alıyor. Alican, günlüğünde 15 Ekim 1961 tarihinde düzenlenen seçimlerden sonra Adalet Partisi’nin (AP) hal ve tavrından şikâyetçi görünüyor.
Orgeneral Cevdet Sunay
“Adalet Partililerin şımarık bir tutum içine girdiklerini, Meclis’in açılması yaklaştıkça bu şımarıklıkların iyice artığını”, ardından “Prof. Ali Fuad Başgil’in cumhurbaşkanlığı meselesinin ortaya atıldığını” yazıyor.
Günlüğünün bu kısmında, bir gün önce (23 Ekim Pazartesi) Milli Birlik Komitesi ve Devlet Başkanı
“Meclis’in açılış günü beni Meclis kapısında askerlere linç ettireceklerini haber almış...”
Meclis kapısında askerler tarafından linç edileceği söylenen kişi, 1961 yılı ekim ayında yapılacak cumhurbaşkanı seçimine adaylığını koymuş olan AP Samsun Senatörü, anayasa hocası Ordinaryüs Profesör Ali Fuad Başgil’di.
Bu hazırlığı kendisine aktaran, yani “Seni TBMM kapısında linç ettireceklerini haber aldım” diyen kişi ise Adalet Partisi’nin ilk genel başkanı Ragıp Gümüşpala...
Gümüşpala asker kökenliydi. Emekli orgeneraldi. Bir önceki Genelkurmay Başkanı’ydı.
Bir yıl önce 27 Mayıs darbesi gerçekleştiğinde, Orgeneral Gümüşpala Erzurum’da Üçüncü Ordu Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Evet, darbe girişiminin içinde değildi. Darbeye uzanan süreçte cunta ile bir ilişkisi olmamıştı.
Ancak darbe gerçekleştiği noktada bir ordu komutanı olarak nasıl bir tutum alacağı hususunda bir tereddüt geçirdiği, hareket tarzını belirlemeden önce darbenin niteliğini, gücü eline geçiren kadroları, komutanların durumunu öğrenmek için bir süre beklediği sır değildi.
Altan Öymen, 27 Mayıs darbesi ve buna giden hadiseleri anlattığı “...Ve İhtilal” başlıklı kitabında, 27 Mayıs sabahı “askeri mekanizma içinde tereddütlerin kendini gösterdiğini” yazıyor.
Öymen, Gümüşpala