Paylaş
İki tarafın da pozisyonları aylar geçmesine karşılık hâlâ birbirinden uzak duruyor, aradaki açıklık kapatılacak gibi görünmüyordu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yaptığı bir dizi hamleyle, attığı adımlarla adaylığının açıklanmasına doğru uzanan yolu biraz daha tahkim ediyordu. İYİ Parti lideri Meral Akşener ise muhtelif beyanlarıyla her seferinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına sıcak bakmadığını hissettiriyordu.
İkisi arasındaki çekişme kamuoyunun gözü önünde açıkta cereyan ediyordu.
Bir uzlaşı formülü geliştirilemediği takdirde ikisinin tutumları arasındaki karşıtlığın bir kırılmaya yol açması kaçınılmazdı. Nitekim sonunda kaza olmuştur.
*
Kanaatimizce yaşanan hadiseye kimin haklı kimin haksız olduğu gibi bir tartışma ekseninden yaklaşmak çok sağlıklı görünmüyor. Şu nedenle ki, bu ölçekteki krizlerde mutlak kusur ya da mutlak kusursuzluk gibi kavramlarla hareket etmek sıkça yanıltıcı sonuçlara, eksik hükümlerin verilmesine neden olabilir.
Aslında uzun bir zaman içinde ağır ağır yayılan bu gibi krizlerde, herkesin değişen oranlarda sorumluluğu vardır çoğunlukla. Kaza ihtimali varsa ve bu yöneliş ekranda uyarı işaretleri veriyorsa, bu durum denklemin içindeki bütün aktörler açısından çatışmayı önleme, bu yönde çaba sarf etme yükümlülüğünü doğurur.
Örneğin aktörlerden biri, kendi pozisyonunu güçlendirmek amacıyla başvurduğu bir oldu bitti ile karşı tarafı güvensizliğe itmek anlamında sorumluluk taşıyabilir krizin dallanıp budaklanmasında.
Bir diğer aktöre, inatçı bir tutumla doğru dürüst bir risk analizi yapmadan, kararını ciddi bir muhakeme süzgecinden geçirmeden ortalığı kırıp döken bir hamleye giriştiği gerekçesiyle krizde sorumluluk tahakkuk ettirebilirsiniz.
Sonuçta, her iki liderin de aralarındaki anlaşmazlığın açık bir krize dönüşüp kırılganlık kazanmasını ve ardından beklendiği şekilde kırılmasını önleyecek, bu ihtimali bertaraf edecek bir siyasi öngörü sergileyemedikleri ortadadır.
Baş başa verip yaptıkları görüşmelerde bu zor meseleyi konuşmadılarsa ne gibi başlıkları ele aldıkları da doğrusu merak konusu olmaktadır. Aralarında en azından uzun bir süre bu konuda açık, yapıcı bir diyaloğun gerçekte yürümediğini galiba hepimiz tecrübeyle öğrenmiş olduk.
*
Bu tür krizler, aynı zamanda dikkatlerin siyasi oyuncular cephesinde karar alma süreçlerinin nasıl işlediği sorusuna çevrilmesine de yol açar, onların ülke yönetimine talip oldukları da hesaba katılırsa. Bu sorunun büyüteç altında tutulması kaçınılmazdır.
Karar almada bütün yetkilerin bugün olduğu gibi tek bir kişide, yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde toplandığı bir yönetim tarzına karşı bir söylemle yola çıkan muhalefet partileri açısından özellikle geçerlidir bu soru.
Kararlar hangi düzeyde, hangi süreçlerden geçerek alınmaktadır? Ortak bir aklın sonucu mu şekillenmektedir kararlar? Ya da aynı makam perdesinde kilitlenmiş dar bir grup içinde mi verilmektedir? Yoksa aslında o dar grup da mı yoktur?
*
Bu sorular bizi her iki tarafta da su yüzüne çıkmış bir sorunun daha da büyüme potansiyelini görüp tehlike çanlarını çalacak sağduyu sahibi insanlardan ne ölçüde istifade edildiği ya da onlara ne ölçüde kulak verildiği meselesine götürüyor.
Bu meseleyi tamamlayan önemli bir başlık daha var. Büyük siyasi yapılar açısından, herhangi bir beklentisi olmadan meselelere yukarıdan bakarak görüşlerini paylaşacak, yön gösterecek, ufukta beliren fırtınalara karşı uyarı grevi yapacak akil insanların değeri yadsınamaz. Tabii bu bilge insanlara ihtiyaç duyulup duyulmadığı ayrı bir tartışmanın konusudur.
Yaşanan yol kazası ışığında taraflar bütün bu soruların ışığında kendileri açısından gerekli muhasebeyi yapmak durumundadır.
*
Sonuçta ortaya çıkan tabloyla “Altılı Masa” sürecine büyük umutlar besleyen milyonlarca insan derin bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Önceki gün bulunan uzlaşı formülüyle krizin atlatılması ve muhalefet partileri bakımından öykünün bu aşamada mutlu sonla kapanmış olması meydana gelen hadisenin ciddiyetini ortadan kaldırmıyor.
“Altılı Masa” çok temel bir iddia ile yola koyulmuştur. Bu masanın ortakları, kuvvetli denetleme ve dengeleme mekanizmalarının çalıştığı, çoğulcu bir demokrasinin işlediği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş talebiyle yola çıkıyorlar.
Önümüzdeki mayıs ayında yapılması beklenen seçimde de geçen beş yıl içinde uygulamalarına özellikle ekonomide yüksek bir enflasyonla yaşayarak tanıklık ettiğimiz Başkanlık Sistemi ile vadedilen Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem arasında yaşamsal bir tercih kullanılacaktır.
Bir anlamda az bir farkla Başkanlık Sistemi’ne geçilen 2017 Referandumu’ndan sonra, Türk halkı, bu modelle yola devam edip etmemek konusundaki temel tercihini ortaya koyacaktır.
Önümüzdeki günlerde, haftalarda Altılı Masa’yı oluşturan muhalefet partilerini son derece zorlu bir sınav bekliyor. Bu sınavın üstesinden gelinebilmesi her şeyden önce muhalefet blokunun belli bir uyum, dayanışma, takımdaşlık duygusu ile hareket etmesini zorunlu kılıyor. Aralarındaki ilişkilerde birbirlerine özenle yaklaşmaları işin esasına ilişkindir aslında.
Farklı dünya görüşlerine sahip siyasi partilerin ana düşünce olarak Parlamenter Demokrasi’ye dönmek amacıyla ortak bir anlayışta buluşup uzlaşma yeteneği sergileyebilmiş olmalarının Türkiye’de demokrasi kültürünün evrimi bakımından değeri azımsanamaz.
Ancak muhalefet cephesi böylesine büyük bir davaya soyunduğuna göre, yaşanan kazadan gerekli sonuçları çıkartmak durumundadır, yeni kazalar arzulanmıyorsa...
Paylaş