Paylaş
◊ Yıllar önce hem dergicilik hem de gazetecilik yaptınız. Şimdi kitaplarınızla karşımızdasınız. Yeni kitabınız “Plaza Sufisi”ni de okurla buluşturdunuz. Öncelikle ‘Plaza Sufisi’ kavramını biraz anlatır mısınız?
- Kitapta ‘plaza insanı’, günümüz insanını temsil ediyor. Hızla değişen dünyadaki gelişmeleri sindirmeye fırsat bulamadan yenilerine maruz kalan günümüz insanını. Bu baş döndüren yeniliklerden geri kaldığımızda fobiler geliştiriyor, mutluluğu tüketim ve hazlardan elde edebileceğimizi sanıyor, bu yüzden kısır döngülerden çıkamıyoruz. Mutluluğu hem yanlış anlıyor hem de yanlış yerlerde arıyoruz. Ben tam da bu sebeplerden, “Yüzyıllar önce yeşermiş olan tasavvuf öğretisi günümüz insanına nasıl ilham verir” sorusunun peşine düştüm ve kitabımda bunları anlatmaya çalıştım.
◊ Bu tür kitapları yazmadan önce çok da okumak, araştırmak gerekiyor. Kitaba düştüğünüz dipnotlarından, okuduğunuz eserleri görmüş gibi oldum. Biraz bu okuma çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?
- Mutluluk, hayatın anlamı ve amacı, tekâmül, sabır, şükür, erdem gibi kavramları ele alırken pozitif psikoloji ve tasavvufun pek çok ortak noktasının olduğunu gördüm. Bu konularda derinleştikçe okumalarım da buna paralel olarak derinleşti ve geniş bir kaynakçadan yayarlandım. Bir yandan Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli’ye uzanırken, bir yandan da Seligman, Frankl, Carnegie gibi çağdaşlarımızın görüşlerine yer verdim. Amacım, okura kendi sentezini oluşturabileceği adresleri işaretlemek, yeni ve ferah pencereler açabilmekti.
‘KENDİNİ ŞIMART’, ‘ANIN TADINI ÇIKAR’ MOTTOLARINDAN SIKILANLAR OKUSUN
◊ Kitap dört ana başlık ve 40 bölümden oluşuyor. Bu kitabı daha çok kimlerin okumasını istersiniz?
- Yazmaya başladığımda böyle bir bölümleme yoktu aklımda. Sonlara doğru, kitabı kendimce kısımlara ayırırken belirginleşen dört ana başlık ve 40 bölüm, Hacı Bektaş Veli’nin dört kapı, kırk makamını hatırlatması bakımından güzel bir tesadüf oldu benim için de. Bu kitabı kimlerin okumasını isterim? “Kendini şımart, toksik ilişkilerden özgürleş, anın tadını çıkar” gibi mottolardan sıkılmış, daha anlamlı ve tatmin edici bir hayat yaşamak isteyen, kendini bulma yolculuğuna heves eden kişilerin okumasını isterim.
◊ Sizce kitapların iyileştirici tarafı olmalı mı?
- Her kitabın iyileştirici bir misyonu olması gerektiğini düşünmüyorum. Misal, roman türünün böyle bir misyonu olamaz. Kitaplar bize farklı pencereler açar, yeni düşünce biçimleri gösterir. Ve elbette bazıları iyileştirici unsurlar taşıyabilir. Kendi adıma; “Plaza Sufisi”ni yazarken böyle bir misyonum vardı evet, hepimize iyi gelsin istedim.
HER ŞEY KENDİNİ BİLMEKLE BAŞLIYOR
◊ İnsan zaman zaman şükretmesini bilmeli diye düşünüyorum. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Bundan yıllar önce yurtdışında kitapçıları gezerken karşılaştığım ‘şükür günlükleri’ beni çok şaşırtmıştı. Özellikle pozitif psikoloji alanında şükür kavramına yer verildiğini, şükretmenin yaşamdan duyulan tatmini artırdığına dair araştırmalar olduğunu bilmiyordum. Şükretmek hangi inançtan olursak olalım kendimizi daha iyi ve mutlu hissetmemize yardımcı oluyor.
◊ “Bu kitabı kendini bulma yolculuğuna heves eden kişilerin okumasını isterim” dediniz. Mutluluğa giden yolda ‘kendini bilmek’ önemli bir kavram, öyle değil mi?
- Evet, kendini bilmek aslında tasavvuf dahil tüm kadim öğretilerin ve günümüz psikolojisinin anahtarı. Kişi kendini bilmediği zaman, dışarıdan edindiği tüm bilgiler faydasız kalıyor. Kendini bilme yolculuğuna cesaret ve niyet eden kişinin ise önü açılıyor. Her şey kendini bilmekle başlıyor.
SOSYAL MEDYADAKİ HAYATLARI YAŞARSAK MUTLU OLACAĞIMIZI ZANNEDİYORUZ
◊ Bana göre kendinizi anlamanız için kendinize zaman tanımak, bununla ilgili çalışmalar yapmak, yapabileceğiniz en cömert ve özverili harekettir. Sizce de öyle mi?
- Bizler çoğu zaman nasıl mutlu olacağımızı bilerek değil, sanarak yaşıyoruz. Sosyal medyada gördüğümüz hayatları yaşarsak mutlu olacağımızı zannediyoruz. Bu yüzden sadece dış koşullarımızı iyileştirmenin peşine düşüyoruz. Oysa insan aynı zamanda manevi bir varlık. Manevi tarafımızı beslemediğimiz zaman hep bir boşluk duygusuyla yaşamaya mahkûmuz. Manevi yönümüzü besleyebilmek için de kendimizi tanımamız gerekiyor. “Ben kimim, hayattaki değerlerim neler” gibi sorularla haşır neşir olmak kendimize dair kapıları açıyor, ki bu kendi adımıza yapabileceğimiz en kıymetli yolculuk.
◊ Şu an hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
- Pandemide pek çokları gibi ben de hayatı sorguladım. Dışarıda ve diğerleriyle geçirdiğim, oyalandığım vakitler azalınca, belirsizliğin getirdiği kaygılar da eklenince kendimle yüzleşmek zorunda kaldım. Kayıplar ve yaslar yaşadım. Kendimi tamir etmek için okuduğum kitaplardan notlar alırken başladı aslında bu kitabın yazım süreci. Hani ders çalışırken bir konuyu öğrenmek için notlar alırsınız ya, kitaplardan aldığım notlar bu kitabın temelini oluşturdu. Geçmişte sıkı sıkı tutunduğum bazı şeyleri artık daha hafif bir şekilde tuttuğumu fark ediyorum. Siyah ve beyazlarım, ‘meli’ ve ‘malı’larım azalıyor sanki. Yazmak tüm bunların neresinde dersek, neredeyse 30 yıldır farklı türlerde yazan biri olarak temel duygumun anlama ve paylaşma ihtiyacı olduğunu söyleyebilirim. Yazdıkça kendimi ve hayatı daha iyi anlıyor, bunları paylaştıkça da kendimi daha iyi hissediyorum.
HAYALSİZ OLMAZ AMA SADECE HAYALLERLE YAŞAMAK DA OLMAZ
◊ Hayallerle yaşamak sarsıcı duygulara yol açabilir ama...
- Hayalsiz olmaz tabii. Ama sadece hayallerle yaşamak da olmaz. Marifet elbette dengeyi, orta yolu bulmak. Anadolu tasavvufunun özünde de bu var. Tek başına, inzivada kalarak ermek değil mesele. Birey olarak tekâmül yolunda ilerlerken, çevreye, topluma faydalı olmak için çabalamak gerekiyor. Hem manevi yönünü besleyeceksin hem de toplumdan kopmayacaksın. Farklılıklar, zıtlıklar konusu da bu açıdan önemli. Tasavvuf öğretisinin kalbinde hoşgörü var zaten. Sadece kendine benzeyeni, kendi gibi olanı sayıp sevmek insanı kibre kadar götürüyor. Yunus Emre “Dünya benim rızkımdır, halkı benim halkımdır” diyerek insan sevgisini dil, din ve ırk ayrımlarının da üzerine taşıyor.
Paylaş