Orhan Gencebay İstanbul seçimlerinde AK Parti adayı Murat Kurum’a destek verdiği için yerden yere vuruluyor. Sinan Akçıl aynı şekilde. Çünkü marş besteledi Murat Kurum için.
Neymiş efendim, o koskoca Orhan Gencebay’mış.
Herkesin Orhan Baba’sıymış.
Nasıl olur da taraf tutarmış?
Bunları söyleyenler de anlı şanlı gazeteciler, yorumcular.
Peki bunda kötü ne var, onu hiç anlamıyorum. Bir sanatçı elbette ki sevenlerinin bir kısmını incitecek, gücendirecek tavırlardan, üsluplardan kaçınmak zorunda.
Bir siyasi partiye karşı değil, hayatın bütününe muhalif olmak, sistemi eleştirmek, çarpıklıklara dikkat çekmek zorunda.
Efsane “Yeşil Kabare” gibi münferit işleri saymazsak stand up kavramı, İstanbul’daki bugünkü zenginliği hayal bile edilemeyecek kadar zayıftı 15-20 yıl öncesine kadar. “Seinfeld” gibi Amerikan dizilerinden “anlamaya” çalışırdık bunun ne olduğunu.
Leman Kültür’de 20 kişiye yaptığı gösterilerin ileride Cem Yılmaz gibi bir dev yaratacağını bilmiyorduk henüz. Çünkü bana kalırsa Cem Yılmaz’ı Cem Yılmaz yapan, dergiye çizdiği karikatürler değil, Leman Kültür’de yaptığı bu tek kişilik gösterilerdi.
Sonra iş demokratikleşmeye başladı.
Yani Huysuz Virjin, Ferhan Şensoy, Cem Yılmaz, Ali Poyrazoğlu gibi işi zaten komedi olan figürlerden çıkıp halka indi.
En son Andromeda Galaksisi’nde sevgilisi olduğunu söyledi Yusuf Güney:
“Dünya üzerinde sevgilim yok. Ama Kepler 32-36’da bir hatunla beraberim. Kendisi 900 yaşına kadar yaşayabiliyor. Ve şu an 100 yaşında, çok güzel bir kadın. Dünyaya göre 18 yaşında.”
Bir kere temel olarak türler arası birlikteliklere karşıyım ben. Efendi Yoda da kendi türünden biriyle olacak.
Ama onun dışında uzak mesafe ilişkisi de zordur be Yusufum. Nasıl gidecen, nasıl gelecen? Hep astral astral olmaz ki.
Türkiye’yi infiale sürükleyen olay, İstanbul-Bağcılar’da 11 yaşında bir çocuğun okuldan eve geç kalmasıyla ortaya çıkıyor.
Yapılan araştırma sonucunda çocuğun 60 yaşındaki su bayisi sahibi Metin Şenay’ın aracına bindiği tespit ediliyor.
Meğer bu sapık, dükkânın gizli bir bölümünde çığlıklar duyulmasın diye kurduğu ses geçirmez odada, kendi akrabaları dahil birçok çocuğu tehdit ve şantajla yıllarca istismar etmiş. Aralarından biri bu yüzden felç kalmış.
Bütün bunları da kendi çektiği yüzlerce görüntüden anlıyoruz. Çocuklar korkularından kimseye bir şey anlatamamış.
Onların o çığlıkları geliyor gözüme, hem yazıyorum hem ağlıyorum şu anda.
Türkçeme güvenirim ama edecek kötü söz bulamıyorum!
Hepsi yetersiz kalıyor!
Bizim toplumumuz için biraz karışık bir durum: Türkiye’de böyle bir şey olmadığı için yabancı bir ülkeden sperm satın alacaksın, onunla çocuk yapacaksın...
Oyuncu Leyla Bilginel’in durumu böyle.
Amerikan bankasından aldığı 25 yaşındaki bir Fransız’a ait spermle sahip olduğu oğlu, şimdi 16 yaşında.
Bilginel, çocuğun babasını tanımadığını ama kardeş için gerekebilir diye bir tüp daha satın aldığını açıkladı Haberler.com sitesinde.
Sıradan her Türk vatandaşının aklına gelecek, en klişe soruyla başlayalım:
“85 milyonluk Türkiye’de adam mı bulamadın da sperm bankasına başvurdun?”
Şöyle bir cevabı var Bilginel’in:
Yüzük, küpe, çanta falan değil; koskoca Galler prensesi kayıp! Daha Prenses Diana’nın şaibeli ölümünün sır perdesi aralanamamışken, şimdi de 16 Ocak’ta geçirdiği ameliyatın ardından Kate Middleton’dan haber alınamıyor.
Ortaya bazı görüntü ve fotoğraflar çıkıyor ama onlarda da tuhaflıklar var.
Prenses öldü mü? Kocasıyla mı ayrılıyor? Söylentilerin bini bir para.
Kim, kimi aldatmış? Açık ilişki mi yaşıyorlarmış? 1917’den beri Windsor ismiyle İngiltere’yi yöneten hanedan, “üzerinden güneş batmayan imparatorluğu” rezil rüsva ediyor.
Bütün dünyanın gözü önünde!
◊ HANDE ERÇEL
Kiloyu en çok ona yakıştırdım. Yalnız tam bir “kavuşmuyor düğmeler” hali...
Kendisine “bazlama surat” diyen fenomen Lütfü Alp Kılınç’a dava açıp kazanmıştı.
Nedense aklıma o dava geldi.
◊ BURAK ÖZÇİVİT
“Taş Devri”deki Fred Çakmaktaş gibi olmuş. “Kuruluş Osman”da bu haliyle oynasa at falan binemez, zaten hayvancağız da taşıyamaz. Otur, günde 100 şınav!
◊ MURAT BOZ
5 kilo gıdı/uykuluk çıkar bundan. Western filmlerindeki kasaba şeriflerini hatırlatıyor.
Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale cephesi... Osmanlı’yla savaş halindeki İtilaf Devletleri oluşturdukları muazzam donanmaya o kadar güveniyor ki, Çanakkale’yi kolayca geçip İstanbul’u işgal edeceklerine inanıyorlar.
Askerlerinin cebine İstanbul’da harcamaları için üzerinde Türk parasıyla ne kadar ettiğini damgaladıkları banknotlar koymuşlar. Bir mendil var mesela. Dört tarafı işlenmiş. Bir köşesi İngiliz ordu arması. Diğer köşelerinde İngiliz bayrağı altında o sıra İngiliz sömürgesi olan Avustralya, Yeni Zelanda’nın bayrakları. Dördüncü köşede ise İngiliz bayrağı ve altında Türk bayrağı. Türkiye’nin sömürgeleştirileceğine kesin gözüyle bakıyorlar. Ama bilmedikleri şey şu: Karşı cephede henüz miralay yani alay komutanı rütbesinde olan bir milli kahramanın olduğu ve Türk milletinin on binlerce evladını, hatta körpecik öğrencileri feda ederek tarihin seyrini değiştireceği.
Ne Çanakkale’yi geçebilecekler, ne İstanbul’u işgal edebilecekler ne de zor durumdaki müttefikleri Çarlık Rusya’sına Karadeniz’den yardım götürüp Bolşevik İhtilali’ne engel olabilecekler. Henüz haberleri yok: Rusya’da bu yüzden devrim olacak, çok yakın zamanda müttefikleri olmaktan çıkıp kendilerine karşı Soğuk Savaş’ı başlatacak...
Atatürk’ün o büyük boğuşma sırasında kullandığı tören kılıcı. Namlusunun bir yüzünde, eski yazıyla altın işlemeli “Miralay Mustafa Kemal” yazıyor. Diğer tarafında yine altın işlemeli ay-yıldız mevcut. Tutamak kısmında Osmanlı devlet arması işlenmiş. Balçak kısmında ay-yıldız kabartması bulunuyor.
Çanakkale Savaşı’nda mayın grup komutanı olan Hafız Nazmi’nin Smith&Wesson marka silahı. Üzerinde Osmanlı devleti arması var. Altın işlemeli, kabzası sedefli. Müzecilik kuralları gereği, bunlara sadece eldivenle dokunulabiliyor.