Çocukluğumun tekne oruçları

Benimle aynı dönemde yetişenler bilirler, çocukken ramazanlarda “tekne orucu” tutardık.

Haberin Devamı

Cocukken oruç tutmaya çok özenir, ailemizle birlikte o tatlı telaşı yaşamak için can atardık.
Ailelerimiz de küçücük birer çocuk olarak bütün gün aç kalamayacağımızı bilir ama yine de ısrarlarımıza dayanamayarak “Haydi o zaman, siz de tekne orucu tutun” diyerek bizi avuturdu.
Böylece biz de öğlene kadar aç biilaç dolaşır, zor dayandığımız okul dönüşlerinde ikindi kahvaltısıyla orucumuzu bozardık. Akşama büyüklerle birlikte iftar sofrasına oturmayı da ihmal etmezdik tabii. Soran herkese büyük bir gururla “Ben tekne orucu tutuyorum” derdim ama yüzlerindeki müstehzi gülümsemeye de bir türlü anlam veremezdim.
Yıl 1968’di ve artık kocaman olduğum o yılın ramazan ayında büyüklerim izin verdiği için herkes gibi sahura kalkabilecek olmak beni çok heyecanlandırmıştı. Ayrıca ramazanın o huşu dolu, mistik havası ve evdeki tatlı telaş da beni çok etkiliyordu. O havaya dahil olmak ve onlar gibi hissetmek istiyordum.
Eskiden de iftarda sofraya oturuyor ve o güzel yemeklerden yiyebiliyordum ama ertesi günler çok konuşulan sahur keyfini hiç yaşamamıştım.

SAHURDA YER SOFRASI KURULURDU


İftar yemeklerini masada yerdik ama sahur için babamın özel isteği üzerine yer sofrası kurulurdu. Mutlaka çay demlenir, babamın kuşburnu şurubu ise yatmadan hazırlanırdı. Sofrada rutin olarak peynir, zeytin ve reçel bulunurdu. Ama bunların yanında her sahurda sürpriz bir ana yemek mutlaka olurdu.
Yumurtaya bulanıp tereyağında kızartılmış ekmeği ve kuşbaşı doğrandıktan sonra kavrulan ekmeğin üzerine yumurta kırılarak yapılan “dövmeç”i ben çok severdim.
Yazdan kurutulmuş olan ya da taze olarak alınan yeşil fasulyenin yumurtalı kavurması ve Sevgi Abla’mın yaptığı karabiberli patates kavurmasıysa babamın favorileri arasındaydı.
Banu Ablam parmak şeklinde yapılan uzun köfteye bayılır, ağabeyimse sucuklu yumurtanın peşine düşerdi.
Uyandırmaya kıyamadığımız ama ara sıra ısrarlarına dayanamayarak kaldırdığımız minik Ayşe’nin tercihiyse taze ekmek dilimleri üzerine sürülen tereyağı ve bal karışımıydı.
Ama hepimizin ortak favorisi olan ve “Acaba annem bu gece yapar mı” diyerek sevindiğimiz fetir yağlaması ve kuru yufka böreğiydi.

KURU YUFKA BÖREĞİ


Yaz aylarında sacın üzerinde hafifçe pişirip açık havada kuruttuğumuz yufkaların yüzlercesini mukavva kutulara doldurur, paketleriyle mutfak dolaplarının üzerine yerleştirirdik.
Beklenmedik bir misafir geldiğinde ya da acil durumlarda kurumuş yufkaları hemen çıkarır, sofra bezine serip elimizle üzerlerine su serperek yumuşatırdık. Sonra bu yufkaları, aralarına erimiş tereyağı dökerek ve toz şeker, ceviz serpiştirerek bakır tepsilere yayardık.
Bu anlattığım, kuru yufka böreğinin tatlı olanıdır. Bir de arasına kavrulmuş kıyma ya da maydanozlu peynir serpiştirdiğimiz tuzlu versiyonu vardır.
Bizim kuru yufka böreği, belki çocukluğumdan kalma bir damak alışkanlığıyla her zaman, her ortamda yemekten çok zevk aldığım bir börek ve tatlı çeşididir.
Her cins damak tadına hitap edebilecek, her sofraya uyumlu, her daim damakları mutlu edebilecek bir yemek çeşidi...

Yazarın Tüm Yazıları