Saffet Emre Tonguç

Kırkpınar’ın şehrinde, tarihin izinde

16 Temmuz 2017
Yağlı güreş Edirne ile özdeşleşen bir spor. Geleneksel Kırkpınar Müsabakaları bu yıl 656. kez yapılacak. 14-15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında gerçekleştirilecek yarışlar, aynı zamanda şehri festival havasıyla da renklendirecek. İşte gitmişken görmeden, tatmadan dönmemeniz gerekenler.

Selimiye’nin görkemi

Mimar Sinan’ın “Ustalık dönemi eseri” olan Selimiye, şehrin simgesi… 1569-1575 yılları arasında tamamlanan bu görkemli yapının, Koca Sinan’ın İstanbul’daki muhteşem yadigârı Süleymaniye Camii’nin güzelliğini geride bıraktığı düşünülür. 2011 yılında kültürel varlık olarak UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan cami; iç tasarımında kullanılan ve dönemin en iyi örnekleri kabul edilen taş, mermer, ahşap, sedef ve çini işçiliğiyle ayrıca değer taşıyor. Selimiye Camii’ne oldukça yakın bir noktada bulunan Edirne Müzesi’nde, Makedonya Kulesi civarında yapılan kazılardan elde edilen bulgular sergileniyor. Türk İslam Sanatları Müzesi ise küçük ancak çok keyifli; zaman ayırdığınıza pişman olmazsınız.



Muhteşem Camiler Şehri

1414 yılında tamamlanan Eski Cami, Osmanlı’dan günümüze ulaşan en eski mimari eserlerden biri. Üç Şerefeli Cami, adını her biri farklı tarzda inşa edilmiş üç şerefeden alan görkemli bir yapı. Selimiye’nin kuzey batısında bulunan 1435 tarihli Muradiye Camii, özellikle içindeki olağanüstü İznik çinileriyle çok etkileyici. 1484 - 88 yılları arasında inşa edilen ve müthiş bir dinginliğe sahip olan 2. Beyazıt Külliyesi, küçük bir sağlık müzesi de barındırıyor.

Yazının Devamını Oku

Bir şehrin kaderini değiştiren ilginç müze

10 Temmuz 2017
Bilbao, İspanya’nın kuzeyindeki Bask Bölgesi’nin en gelişmiş endüstri kenti. Eskiden sanayi ve madenciliğin merkeziymiş. Guggenheim Müzesi inşa edildikten sonra milyonlarca turistin geldiği, ülkenin en gözde turizm merkezlerinden biri olmuş. Çarpıcı hikâyesi aşağıdaki satırlarda…

20 milyon turist
Guggenheim Müzesi yavaşça akan Nervion Nehri’nin kıyısında yer alıyor, güneş ışınları titanyum kaplaması üzerinde adeta dans ediyor. Müze ABD’li Guggenheim Vakfı’nın New York ve Venedik’ten sonraki üçüncü müzesi. Düzensiz eğrisel biçimlerin hakim olduğu yapı, ünlü mimar Frank Gehry tarafından tasarlanmış. 1997 yılında tamamlanan binanın mimarisi içinde sergilenen 20. yüzyıl çağdaş sanat eserlerinden çok daha fazla üne sahip. Bilbaolular dünyaya sanayi ve sanatın bir arada nasıl harmanlanacağını göstererek ders vermişler.




Aslında Gehry dış cephe kaplamasında kurşun bakır alaşımı kullanmak istemiş. Ancak çoğu ülkede bunun kullanımının yasaklanmasıyla farklı bir malzemeye ihtiyaç duymuş. Alüminyumu düşünmüş önce ama rengi değiştiği ve kirliliğe dayanıklı olmadığı için uygun bulmamış. Paslanmaz çeliği de binanın konumu ve Bilbao’nun ışık koşulları nedeniyle beğenmemiş. Titanyumun yağmurda altın rengini alması Gehry’nin aradığı cevabı bulmasına yetmiş. Böylece ışıkla malzemenin oyununu izleyebilmemizi sağlamış.

 

Yazının Devamını Oku

Lüksü olmayan yeryüzü cenneti: Dominika

28 Haziran 2017
Dünyanın çevrecilik merkezlerinden birindesiniz. Burası el değmemiş doğası, yaban hayvanları, nehirleri ve yağmur ormanları ile ilgileri üzerine topluyor. Karayipler’deki diğer adaların yaptığı hatalardan ders çıkarmış Dominika. Sadece kıyı şeridini korumakla kalmamış tüm adada ağır betonlaşmanın da önünü kesmiş. Bu yüzden çok lüks otel bulma umuduyla gitmeyin. Burada her şey doğala en yakın haliyle sizi bekliyor. Bunun ödülü ise dağlarda hala varlığını koruyan yağmur ormanları.

Adanın yerlileri Karibler. Beyaz adamın adayla tanışması ise 1493 yılında Kolomb’un yoluna çıkmasıyla olmuş. Adayı pazar günü gören Kristof Kolomb yeni keşfettiği topraklara da uygun bir ad bulmuş; Latince ve İspanyolca’da pazar günü anlamına gelen Dominica. 17. yüzyılın ortasına kadar yerleşim olmamış. Ada Karayip adaları arasında en fakir ve en az gelişmiş olanı. İşe bir de iyi yönünden bakın, aynı zamanda en ucuzlarından da biri.




Tüm bunlar bazı insanlar üzerinde negatif etki yaratsa da kimileri için bir ödül anlamını taşıyor. Çünkü Dominika diğer Karayip adalarının aksine modern binalar ve lüks sayesinde değil elindeki yeşili koruyarak turizm pastasından pay almaya çalışıyor. Adanın büyük çoğunluğu yemyeşil, doğa neredeyse beyaz adamın kendisini ilk gördüğü gün gibi. Burasının bozulmamış olması adalılar arasında da bir şaka konusu; “Kolomb dirilip geri gelse bulduğu adayı tanımakta hiç zorluk çekmez” diyorlar. Dominika, Karayip adaları arasında adı ve doğası aynı kalan ender yerlerden biri. Tüm bu çabalar karşılıksız bırakılmamış. Dünyaca tanınan sürdürülebilir turizm sertifikasyon firması Green Globe örgütü tarafından ilk ödüllendirilen Karayip adası olmuş.

Yazının Devamını Oku

İstanbul'un bilinmeyen 10 hikâyesi

13 Haziran 2017
İstanbul 8,500 yıllık tarihe sahip bir şehir. Binlerce yıl içinde öyle çok hikâyeye şahitlik edip öyle çok insana ev sahipliği yapmış ki. Bu yazıda şehre imzasını atıp gitmiş insanlar, olaylar ve gelenekler var...

1- Misafire hediye: Diş kirası

Osmanlı’da, bugün için ilginç kabul edilebilecek bir gelenek ise misafirin hediye götürmesine değil hediye almasına dayanıyordu. Bu geleneğin adı ‘diş kirası’ydı. Esasen, iftar yemeklerinde doğan bir gelenekmiş. İftara gelen kişi, ev sahibine sevap kazandırırmış. Diş kirası da bunun teşekkürü olarak verilirmiş... Çoğunlukla bir kese içinde sunulan hediye ise ev sahibinin zenginliğine ve cömertliğine göre değişirmiş.  Altın akçe de çıkarmış içinden tespih de…

2- Suikast önleyen tabak

Osmanlı’da padişahlara yemekle yapılacak olası bir suikastı önlemek için kullanılan akıllıca bir yöntem varmış. Yöntem ta Çin’den geliyormuş… Selodon kaplı Çin porselenleri padişaha yemekle yapılacak bir suikastı önlemek amacıyla kullanılırmış. Çünkü seladon, zehirli yiyecek konulduğunda tabağın renk değiştirmesini sağlarmış. Selodon kaplı tabaklar da dahil olmak üzere Topkapı Sarayı Müzesi’nin ‘Saray Mutfakları’ bölümünde, dünyanın en büyük 2. Çin porseleni koleksiyonu yer alıyor. 13. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan geniş bir yelpazede 10 bini aşkın özgün parça var. 

Yazının Devamını Oku

Paris’in sürprizlerle dolu sokakları

22 Mayıs 2017
Paris, güzel, etkileyici ve devasa bir şehir. Ama pek çok kez gidince binaların arasından sıyrılıp nefes almak istiyor insan. Şehir baş döndürücü hızının içinde, önünüze çıkacak bir sakin sokak, göz ardı edilemeyecek güzellikler sunuyor. Dinlenmek için çok hoş, çok renkli, çok alışılmadık bir yeri paylaşacağım sizlerle. Benim gizli mekanlarımdan birini, çoğunuzun bilmediği ama renkleriyle gökkuşağını her binasına nakşetmiş rengarenk Rue Cremieux’yü...

Bu sokakta sadece binaların duvarlarında değil, çiçeklerinde de  renklerle cümbüş yaratılmış.  Tam da telefonlarınızın albümlerine ödül olacak, ekranlarınızın arka planları için şık kareler çekilecek bir yer. Çok uzun bir sokak değil Rue Cremieux. Ama boyuyla ölçülemeyecek güzellikler sunmayı vaat ediyor daha başında.



7,5 metre genişliğinde, 144 metre uzunluğunda küçücük bir sokakta rengarenk boyanmış evlerle çocukluğumuzun mahallelerini andıran  bambaşka bir diyar yaratmışlar.  Sokağın mazisi 1865’lere uzanıyor.  O zamanlarda  Millaud’ymuş adı.  Daha sonra dönemin Adalet Bakanı Adolphe Cremieux’nun ismini almış. Bu isimle sokak mı payelenmiş, bakan mı? Anlamak pek kolay değil. 

Yazının Devamını Oku

Anne-oğul kaçamakları ve püf noktaları

15 Mayıs 2017
Bugünkü köşem anneme ve gezmeyi seven tüm anneler ile çocuklarına özel olsun. Annemle son yıllarda yaptığımız en keyifli seyahatleri ve bizzat yaşayarak edindiğim ‘Anneyle seyahatin altın kurallarını’ paylaşmak istedim sizlerle… Tüm annelerin tarifsiz sevgisine ve emeğine teşekkürle günleri kutlu olsun!

Çocukluğumdan bu yana annem Leman Tonguç’la birlikte gezmeyi çok severim. Şimdiye dek dünyanın bir ucundan öbür ucuna dolaştığımız çok keyifli seyahatlerimiz oldu. Patagonya’ya da gittik birlikte, Avrupa turu da yaptık; Hong Kong’ta lezzet turu da attık, Martinique’te denizin tadını da çıkardık. Türkiye’de de birlikte gitmediğimiz yer kalmadı gibi… O benim en iyi yol arkadaşım, rehberlik etmeyi en sevdiğim misafirim.

Sinan’ın izinde Edirne

Annem de benim gibi tam bir Mimar Sinan hayranı. İstanbul’a yakın olduğu için günübirlik Edirne kaçamağı armağan ettik kendimize. Trakyalı bir aileyiz o yüzden yola çıktığımız andan itibaren anılardan söz açılmaması kaçınılmaz. Çocukluğumu annemden dinlemeye bayılırım, sanki bilmediğim birini yeniden keşfediyormuşum gibi gelir...

Geçmişle bugünün harmanıyla yolun nasıl bittiğini anlamadan vardık Edirne’ye. İlk durağımız tabii ki Sinan’ın muhteşem eseri oldu. Ben caminin detaylarını anneme anlatırken, o da ilk kez benimle geziyormuş heyecanıyla dinledi. Mimar Sinan’ın “ustalık dönemi eseri” olan Selimiye, sadece bu şehrin değil bence ülkenin de simgelerinden biri. 1569-1575 yılları arasında tamamlanan görkemli yapının kubbesinin yerden yüksekliği 43 metre.

UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan cami; iç tasarımında kullanılan ve dönemin en iyi örnekleri kabul edilen taş, mermer, ahşap, sedef ve çini işçiliğiyle büyük değer taşıyor. Selimiye sonrası Edirne’nin meşhur ciğer tavasıyla midelerimiz şenlendi. 15. yüzyıldan kalan Bedesten Çarşısı ve yine Mimar Sinan imzasını taşıyan Ali Paşa Kapalı Çarşısı’na da uğradıktan sonra, gün batımını izlemek için Tunca ve Meriç nehirlerinin birleştiği güzelliğe çevirdik yönümüzü. Burada iki muhteşem Osmanlı köprüsü de var.

Yazının Devamını Oku

Güzelliğinden günün erken bittiği kent: Tebriz / İran

8 Mayıs 2017
Tebriz, İran’ın batıya açılan kapısı olmuş tarih boyunca. Her dönem modernleşme adımlarının atıldığı Tebriz, bugün de sanayisi ile ülkeye yön verenler arasında. Doğu Azerbaycan Eyaleti’nin başkenti olan Tebriz aynı zamanda İran’ın en büyük şehirlerinden biri, İstanbul, İzmir, Konya ve Erzurum’un da kardeş şehri. Tebriz, İran’da lisan sorunu yaşamayacağınız yerlerden biri, hemen herkes Türkçe konuşuyor.

Adı Farsça’da teb= ateş ve riz= döken kelimelerinden meydana gelmesinin elbette bir hikâyesi var. Abbasi Halifesi Harun Reşid’in çok sevdiği eşi yakalandığı ateşli hastalıktan buradaki şifalı sulara girdikten sonra kurtulmuş. O günden sonra kentin adının Tebriz= ateş döken olarak anılmaya başlandığı anlatılıyor. Kimilerine göre ise adını üç tarafını çeviren dağlardan alıyor. Kıpçak Türkçesi’nde ‘Tavris’ dağ arası demekmiş.

Arg-e Tebriz

Tebriz Kalesi şehirdeki en önemli tarihi eserlerden. İlhanlılar tarafından inşa edilmiş ama cami olarak. Cami yıkıldıktan sonra aralarında eğitim merkezi, silah deposu ve idam cezalarının infazı da olmak üzere farklı amaçlarla kullanılmış. Bir zamanlar buradaki cami nedeniyle Mescid-i Alişah (Alişah Camii) olarak da biliniyor. 28 metrelik yüksekliği ile bizdeki şehir kapılarına benziyor. Ne yazık ki bugün çok az bir bölümü ayakta.

Tatil Keşfettikçe Güzel, Cebine Uygun Geziler için TIKLA!

Mescid-i Kabud (Mavi Cami)

Gök Mescid ya da Mavi Cami adını süslemelerinde kullanılan muhteşem güzellikteki çinilerinden alıyor. Bu çiniler nedeniyle takılan bir isim de ‘İslam’ın Turkuazı’. 15. yüzyılın ortalarında inşa edilen yapı geçirdiği depremler sonucu büyük hasar görmüş ancak başarılı restorasyonlar sonucu günümüze ziyaretçilerini büyüleyen güzellikte ulaşabilmiş. En büyük özelliklerinden biri ‘Allah’ adının mavi çinilerle ve defalarca tekrarlanarak 1001 kez yazılmış olması.

Yazının Devamını Oku

2017 yeni yılda 4 mevsime 4 öneri

5 Mayıs 2017
Bugün yeni yılın ilk günü. Yeni bir yıla başlarken yapacaklarınızı düşünmek için ideal bir zaman. 2017 önerilerinin hepsini bu sayfaya sığdırmak mümkün olmadığından 4 mevsime 4 öneri seçtim; içlerinden hangisinin hayaliniz olacağını seçmek size kalmış. İşte yeni yıl önerileri...

Planlarınız arasına dünyanın ilginç köşelerinden en az birini görmeyi de ekleyin. Geriye ayrıcalıklı deneyimler bırakacak ve hayat boyu hem anlatmaktan hem hatırlamaktan keyif alacağınız seyahatler için öyle çok alternatif var ki…

Kış bitmeden buz otelde kalın

Stockholm’den 90 dakikalık bir uçuşla Jukkasjarvi’ye varıp, oradan kar otomobilleri ya da kızaklarla gideceğiniz Buz Otel’de geçireceğiniz zamanı başka bir tatille kıyaslamak mümkün değil. 1990’dan beri her yıl kasım ayında inşa edilen otel için 4 bin ton buz kullanılıyor. İlkbaharın gelişiyle tüm otel eriyip Torne Nehri’nin sularına karışıyor. Her yıl yeniden yapılan bir otel olduğu için tasarımı da değişiyor. Bu da yapacağınız tatili biricik kılan özellik.

Otelde yataktan koltuklara, bardaktan masalara kadar her şey buzdan yapılmış. Böyle bir ortamda donmamanın tek yolu özel olarak hazırlanan giysileri giymek! O yüzden daha adımınızı attığınız anda uzay mekiğine girermiş gibi özel bir paltoyla sarıp sarmalıyorlar sizi. Teknolojinin nimetlerinden faydalanılarak yapılmış uyku tulumlarını giyip, Ren geyiği postu serilmiş yatak üzerinde uyuyorsunuz. Gündüzleri donmuş gölde balık tutmak, Lapland köylerini ziyarete gitmekse tatilinizi renklendiren anlar.

Aklınızda bulunsun banyo ve tuvaletler dışarıya yapılmış, sıcak suyu borulardan geçirmeleri mümkün değil. Otelde sinema salonu, tiyatro salonu, balayı dairesi ve kilise de var. Ve eğer ocak ayı içinde giderseniz meşhur kuzey ışıklarını izlemenin eşsiz keyfini yaşayabilirsiniz.

İlkbaharda Tazmanya Canavarı'nı ziyaret

Yazının Devamını Oku