Bu gazeteler de bir garip yahu. Neyin haber değeri olduğunu neyin olmadığını şaşırmışlar yine. Hani köpek adamı ısırınca haber yapmayacaktık da, adam köpeği ısırınca haber yapacaktık? Yani hani olması beklenen hatta doğal olarak karşılanan şeyler haber olmazdı? Hatırladınız mı? E o zaman neden hala “yıkılacak yerine AVM yapılacak” bilgisi haber oluyor, güzel kardeşim?
Ha biri çıkar bir AVM’yi yıkıp yerine park ya da okul yaparsa o zaman anlarım. Haber odur. Atın manşetinizi, şaşırtın beni. Ama o zamana kadar oyalamayın adamı, yeni yapılacak AVM haberleriyle. Yanlış anlamayın ben sizi düşünüyorum. Elinizi yorduğunuza değmez. Bu ülkede AVM yapılacak yerler bitmez.
Camii, AVM, rezidans hepsi lazım bize. Okul, hastane, poliklinikse yeterince var nasılsa.
Ben şahsen gurur duyuyorum AVM’lerimizle. En sevdiklerim de 100 metre arayla olanlar. Hani biri eskiyince veya küçük kalınca onu geliştirmek yenilemek yerine hemen dibine daha büyüğünü ve caf caflısını açıyorlar ya, hah işte bayılıyorum onlara. Küçük olan iyice sürünüyor, zarar ediyor ama kapanmıyor da. Maksat kalabalık görünsün.
Bu mantıkta farklı semtlerin de AVM’ye ihtiyacı var ama önemli değil. O semtlere kim yatırım yapacak, kim kalkındıracak oraları? Hali hazırda kaymak müşterisi olan semtlere ikişer üçer açalım AVM’leri, oh mis…
Hiçbir şey bu kadar üst üste gelmemişti daha önce. Çevremdeki insanlar da aynı şeyden yakınıyordu ve birileri her zamanki “Merkür geriye gidiyor” geyiğini yapıyordu. İşte o anda aklıma bir soru takıldı. Acaba tüm bu tersliklerin arka arkaya gelmesinde gerçekten yıldızların etkisi olabilir miydi? Acaba ben ne yaparsam yapayım bu zorluklarla karşılaşacak mıydım? Eğer öyleyse bu ne zamana kadar sürecekti?
Astroloji denince aklıma ilk gelen insanı, dünyanın en iyi dostlarından biri olan Aycan Aşkım Saroğlu’nu aradım. Bana Sema’yı önerdi. Telefonunu ve mailini verdi.
Önce utandım. Ne diyecektim? “Ben çok mutsuzum da acaba yıldızlar bana takmış olabilir mi” mi? Yoksa “Şu yıldızlara bir baksana benim için umut var mı” mı? Sonunda detaya girmeden yıldız haritamı çıkartmasını rica etmekte buldum çözümü. Sağ olsun hemen araya aldı beni ve iki gün sonra buluştuk. Tam iki saat ince ince anlattı Sema.
Yıllardır sayınız git gide artıyor. Durduramıyoruz. Biliyorum mitoz bölünmeyle çoğaldığınızı sanıyorsunuz ama sizi de mübarek bir kadın doğurdu. Hatırlarsınız, ona anne diyorsunuz. O da diğer tüm anneler gibi hamileliğin tüm zorluklarına katlandı sizin için. Tüm vücudu değişirken mide bulantılarından bel ve sırt ağrılarına, uykusuzluktan halsizliğe, sindirim sistemi ve üriner sistem değişikliklerinden cildinin bozulmasına, hormonların çıldırmasından, psikolojik zorluklara kadar binbir zorluk yaşadı... Hepsi sizi hayata getirmek için. Bir gün, büyüyüp adam olduğunuzu sanıp kadınları ezmeniz, onların ne zaman ne yapabileceğine karışabileceğinizi sanmanız için... Sizin için her türlü fedakarlığı yapan kadınlara ikincisi sınıf insan muamelesi yapmanız için... Yazık!
Bana sorarsanız, işin özünde kadının gücünden korktuğunuzdan ve kadının kendine olan güvenini sarsmak için bu kadar saçmalıyorsunuz. Çünkü kadın bir kez içindeki gücün büyüklüğünü görürse artık o saniyeden sonra geriye dönüş olmadığını iyi biliyorsunuz.
Bu yüzden de yıllardır el birliğiyle kadını sindirme çabasındasınız. Zannediyorsunuz ki sindirilmiş kadınlar ezik anneler, ezik anneler de silik çocuklar demek. Sanıyorsunuz ki bu milleti koyunlaştırmak bu kadar kolay. Kadını eve kapatır, özgürlüklerini yavaş yavaş ellerinden alırsanız onların doğurduğu çocukları da aynı kolaylıkla yönetebileceksiniz güya...
Sadece ben değil, herkes Ramazan’dan bazı dersler çıkarır. Kimi açın halinden anladığını, kimi sahip olduklarının kıymetini bildiğini söyler. Kulların nefislerini terbiye ettiği bu mübarek ayda alınan bir ders daha vardır aslında. Ramazan, insana aşkının kıymetini bilmeyi de öğretir!
Sevgiliye az ilgi, sevgi ve sabır gösterilen bu ayda, sevgililer kazık mı kazık bir sınavdan geçer. Bu sınavı başarıyla verenler ilişkilerine daha da güçlenerek devam eder, sınıfta kalanlar ise ayrılığın eşiğine gelirler. Sonuçta Ramazan sevdiceğinin de kıymetini bilmeyi öğretir insana ama öğretene kadar da sabote eder aslında… Nasıl mı? İşte size bazı olası senaryolar:
Taraflardan ikisi de oruç tutuyorsa
Resmi belgelerde ve arkadaş arası sohbetlerde bizi, bizimle aynı ismi taşıyan insanlardan ayırt eden en temel varlığımız. Ve bizle mezara kadar gelecek en büyük mirasımız. Tabii eğer erkeksek!
Kadınsak soyadlarımıza anca bekar kalırsak veya boşanırsak sahip çıkabiliyoruz. Eğer sever, aşık olur, bir aile kurmak adına evlenmeye karar verirsek “Bay bay soyadı, merhaba yabancı!” Evet yabancı. İsmimizin arkasına yeni bir soyad getirilerek oluşturulan yeni kimliğimiz sadece bize değil herkese yabancı! Bu yeni kimliğe alışmak da farkında olunmayan bir travma! Üstelik de kadın erkek eşitliğine vurulmuş en büyük darbe!
Hemen heveslenmeyin bunlar sonradan geliştirilmiş feminist söylemler filan değil. Ben aslında evlenince soyadını kaybetme konusuna çok küçük yaşlardan beri takığım. Evcilik oynarken bile “Ben neden senin soyadını alıyorum, sen benim soyadımı al” diye çıldırmışlığım ve oyunu yarıda bırakmışlığım çok var. O hallerime bakıp “çocuk işte” diyenlere de bir sürprizim var: Hala aynı şekilde düşünüyorum! Hala evlenince kadının soyadını değiştirmek zorunda kalmasını haksızlık olarak görüyorum ve istemiyorum. Evet istemiyorum! Bu yaşıma kadar Sabanur Kıraç olarak var olmuşken, bu isme o kadar yatırım yapmış, o kadar emek harcamışken, sırf aşık olduğum ve bir aile kurmak istediğim için soyadımdan vazgeçmek istemiyorum!
Hem neden bunca zaman sonra babamdan, abimden, kardeşimden farklı bir soyada sahip olacakmışım? Neden çocuklarıma kendi soyadımı veremeyecekmişim? Neden ailemin adını ben devam ettiremeyecekmişim? Hem bir dakika ya, neden ben babamın soyadını aldım da annemin kızlık soyadını almadım en başta? Hani kadın ve erkek eşitti?
Adamın nefesini keser sıcak hava oralarda. O yüzden de okullar kapanır kapanmaz iki yol belirir Adanalının karşısında: Ya yazlığa gidecek ve denizin seni serinletmesine izin vereceksin ya da yaylaya çıkacak ve kendini dağ havasına teslim edeceksin.
Ben Adana’da yaşadığım yıllar boyunca yazlarını, yazlıkta geçiren şanslı çoğunluktandım. Hayatımın en güzel yazları Mersin’de, Özen Sahil Sitesi adlı bir yazlıkta geçti benim.
Oraya taşındığımızda sadece beş yaşındaydım. Beş yaş, annenin “Aaa bak arkadaş, hadi beraber oynayın” demesinden utanılmayan zamanlar daha. O yüzden de çabuk kaynaştım yazlık arkadaşlarımla. Beş yaşımdan bugüne kadar da binlerce güzel anı paylaştım onlarla.
Şöyle bir düşünüyorum da bugün hala en yakın arkadaşlarımın yazlıkta tanıştığım o insanlar olması kesinlikle tesadüf değil. Beraber “dansa davet” oynadığım, sabaha kadar havuz başında oturduğum, bisiklete binmeyi de araba kullanmayı da beraber öğrendiğim, yan sitenin çocuklarına karşı birlik olduğum, onlarca yaz ayı boyunca her şeyi paylaştığım bu insanlar, aslında beni ben yapan çocukluğumun yapı taşları.
Ne demiş Aziz Nesin “Bir bok bilmiyorsun. İşin kötüsü bir bok bilmediğini de bilmiyorsun.” İşte hayatımızın hikayesi! Doğduğumuz günden bu yana her şeyin en iyisini bildiğini düşünen ve bize bildiklerini dikte ettirmeye çalışanlarla çevrili etrafımız.
Bunun en büyük örneği tabii ki başbakan. “Beyoğlu” desek “Beyoğlu’nu en iyi biz biliriz, biz” diyor. “Çevre” desek “Çevreciliği biz biliriz” diyor. “Demokrasi” desek “Demokrasiyi sizden öğrenecek değiliz, demokrasiyi de biz biliriz” diye haykırıyor.
Kısacası ona ne zaman bir sorunumuzdan, çektiğimiz acıdan veya eziyetten bahsetsek bizi duymak yerine “Sen nereden bileceksin acıyı? Acıyı biz biliriz, biz” tavrıyla karşılıyor bizi. Ona göre biz hiçbir şey bilmiyoruz, her şeyin en iyisini bir tek o biliyor. Bu da bizi çileden çıkarıyor.
Ama işin özünde bunu yapan ne ilk ne son kişi o. Ben dahil etrafımızda herkeste böyle bir psikoloji var. “Biz bilirizcilik” esir almış ruhlarımızı.
Yazarın son yazıları