BİLİNMEYEN şeyler insanlara daima korku verir. Son zamanlarda öyle garip işler oldu ki, halkın üzerine bir korku bulutu indi sanki...
Her şeyden ürken, korkan bir toplum haline getirildik.
Ülkeye kin ve nefret tohumları ekildi, insanlarımız kamplara bölündü.
Adeta bir korku imparatorluğu yarattılar!
Oysa sevgi, kardeşlik ve barış olsa, yaşanacak çok şey var dünyada...
* * *
Okurlardan mektuplar geliyor. Bazıları ülkedeki tüm yönetime veryansın ediyor ve yeteri kadar sert yazmadığımızı söyleyip bizi eleştiriyorlar. Fakat mektuplarının sonunda, ya imza yerini boş bırakıyor, ya da şöyle bir not iliştiriyorlar:
"Adımı lütfen açıklamayın, başım derde girmesin!"
"Adım sizde mahfuz kalsın."
"Ben devlet memuruyum, bu nedenle adımı veremiyorum!"
"Lütfen beni mazur görün, çünkü burası Türkiye, ne olur, ne olmaz!"
Onlar korkuyor ama bizim daha sert yazmamızı istiyorlar.
Bu mektuplar beni üzüyor, utandırıyor.
Böyle korkak bir toplum mu olduk?
Korkan lütfen bize mektup da yazmasın, mesaj da göndermesin!
Şovmen Mehmet Ali Erbil’i herkes tanır. Komedyendir, bazen açık, bazen kapalı espriler yapar, insanları güldürür.
Erbil, çok kişiden daha yürekli çıktı, mizahla muhalefet yapıp iktidarı çok net ve sert bir ifadeyle eleştirdi. Aydın geçinen insanların, işadamlarının ve bir kısım yazar-çizer takımının suspus olduğu bir dönemde Mehmet Ali Erbil’in sert çıkışı, korku dolu kitleleri utandırır mı, bilemeyiz. Erbil’in, iktidarı rahatsız eden sözleri şöyleydi:
"Hani çoğulcu demokrasi vardı? Hani insan haklarıydı? Bunlar her şeyi kendilerine yontuyorlar. Tek partili döneme mi döneceğiz? Böyle koyun gibi olursanız döneriz valla... Bunları da kimse size söylemez, sıkar biraz! Ülkeyi kötü günler bekliyor!"
Sert laflar bunlar... Mizahla muhalefet... Dinleyenler alkışlıyor. O devam ediyor:
"Evet, bunları söylüyorum. Artık bana iç çamaşırı getirirsiniz. Nereye koyuyorlar bilmiyorum. Kartal’a mı gelirsiniz yoksa Silivri Cezaevi’ne mi? Birilerinin konuşması lazım. Sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?"
* * *
İnsanlarımızın korkusu, okurlarımdan birinin yolladığı bir Hint masalını aklıma getirdi.
Kediden korktuğu için endişe içinde yaşayan bir fare vardır.
Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye döndürür...
Fare, kedi olmaktan mutlu olacağı yerde bu defa köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez de onu bir kaplana döndürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkán yok... Onu tekrar eski haline döndürür ve der ki:
"Senin cesaretin yok, korkağın birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden sana yardım edemem!"
* * *
Korku, gelecek bir kötülüğü beklemektir. Birçok insanımız, hangi kötülüğü bekliyor ki böylesine yılgın ve korkak? Güçlükleri yenmek için yürekli olmak gerekiyor.
Korkmamak lazım... Korkak olana Tanrı bile yardım etmez!
İyi ve doğru şeyler yaptığınız vakit hayat öyle güzeldir ki...