ÖYLE karmaşık günler yaşıyoruz ki, zaman zaman “Türkiye bu badireden nasıl kurtulacak?” diye düşünmeden edemiyorum.
Hani “At izi, it izine karıştı” diye bir tabir vardır ya... İşte öyle bir dönemden geçiyoruz. Medya yozlaştı, televizyonlar “İntikam aleti” haline geldi. Suçlamalar, ihbarlar, dedikodular birbirine karıştı. Gündem yaratmak için Atatürk’ün adını bile karalamaya kalkışan densizler var. Ne yazık ki bazı televizyonlar, kendi çıkarları için bu tipleri ekrana çıkarıyor “Tartışma” adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine dinamit koymak istiyorlar! Kendilerini araştırmacı gazeteci olarak tanıtan, aslında gazetecilikle ilgisi olmayan birtakım karanlık kişiler de, tasmalarından kurtulup kendi aşağılık duygularını tatmin için ülkenin tüm kutsal değerlerine saldırıp duruyor! Bu bulanık ortamdan faydalanmak, kendilerine çıkar sağlamak isteyenler, sevmedikleri kim varsa tutuklanması gerektiğini ortaya atıp yargısız infaz yaparak ortamı gerdikçe geriyorlar! Yanlış yolda olanlara, efsane İngiliz Başbakanı Churchill’in şu sözlerini hatırlatmak gerekiyor: “Hiçbir ulus, bugünü dünle kavga ettirerek yarına varamaz!” * * * Yaşanan olaylara bakınca, tamamen bir “rövanş” havası estiğini görüyoruz. “İntikam tamtamları” çalan bazı tetikçiler, içlerindeki kini kusmaya ve bir kısım meslektaşları hedef göstermeye devam ediyorlar! Bugünü dünle kavga ettirerek huzurlu bir yarına ulaşmak mümkün mü? İhbar ediyorlar, jurnalcilik yapıyorlar, hoşlarına gitmeyen kim varsa karalayıp tutuklanmasını istiyorlar. * * * Ülkemizde yaşanan olaylar bana siyaset tarihindeki “McCarthyizm”i hatırlatıyor. 1950’lerin Amerika’sı da böyleydi! McCarthy (1908-1957) Wisconsin Eyaleti Cumhuriyetçi Parti Senatörü idi. Bu adam, güç ve iktidar arzusunun, bir insanı insanlıktan çıkarabildiği gerçeğinin en ünlü temsilcisidir! Hayatı boyunca girdiği her seçimde yalanlara ve sahte belgelere başvurmuş, ülkesinde “cadı avı” başlatarak, “komünist” diye birçok dürüst Amerikalı’nın politik hayatlarını sona erdirmiş, sahte belgelerle bazı insanları idam ettirmişti. * * * Amerikan hükümeti, işine geldiği için, bu insan müsveddesinin başlattığı “cadı avı”nı desteklemiş, Amerikan Komünist Partisi liderlerinin mahvedilişini seyretmişti. O dönemde Amerika’da komünizm büyük bir tehlike olarak kabul ediliyordu. McCarthy “komünist” oldukları bahanesiyle, ne kadar kafası çalışan, ilim-irfan sahibi, mantıklı ve insanca düşünen akademisyen varsa, hepsini üniversitelerden attırmıştı. Ülkedeki komünist hareketleri araştırmak üzere kurulan Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi (HUAC) McCarthy’nin yalan suçlamalarıyla, sendikacılardan yazarlara, müzisyenlerden eğitimcilere kadar yüzlerce insanı sorguladı. * * * “Cadı avı” sırasında, birçok Hollywood sanatçısı ve yazar, ya hapse atıldı, ya da sürgüne yollandı. Bunların arasında Charlie Chaplin, Arthur Miller, Bertold Brecht, Orson Welles gibi dünya çapında ünlü isimler de vardı. Amerika’da o yıllar tarihe “McCarthyizm” olarak geçen karanlık bir dönemdir. İşlerinden atılan ve uzun yıllar işsiz kalan gazetecilerin, yazarların, sanatçıların haddi hesabı yoktu! “Cadı avı” sonucu Julies Rosenberg ve Ethel Rosenberg adındaki bir karı-koca, komünistlere casusluk yaptıkları iddiasıyla elektrikli sandalyede idam edildi. Bu talihsizlerin son sözleri “Sosyalistiz ve suçsuzuz” olmuştu. * * * Eline güç geçince, fikir ve düşünce özgürlüğünü yok etmek için her türlü zulmü yapan bir politikacı olarak hatırlanan McCarthy, içki problemlerine yenik düşerek 1957 yılında siroz hastalığından öldüğünde 49 yaşındaydı. İlginç olan, bu sadist ruhlu insanın yaptıkları değil, yapmasına milyonlarca kişinin seyirci kalınmasıdır! “McCarthy” şimdi Amerika’da lanetle anılıyor ama ne yazık ki günümüzde bazı ülkelerde onun ruhu hâlâ devam ediyor!