TÜRKİYE’nin bugünkü durumuyla, çöküş yıllarındaki Osmanlı İmparatorluğu arasında büyük benzerlikler var. O günlerde yaşanan sorunlar ve Avrupa ülkelerinin bize çeşitli konularda yaptığı baskılar neredeyse bugünküler gibi... “Tarih tekerrürden ibarettir” diyenler haklı mı dersiniz?
* * * Amerikan hükümeti, 1919 yılında, Türkiye’de incelemeler yapmak ve Doğu Anadolu’da kurulması planlanan Ermeni Devleti hakkında raporu hazırlamak üzere General James G. Harbord’u görevlendirir. General James G. Harbord, 2 Eylül 1919’da İstanbul’a gelir, 20 Eylül’de Anadolu’ya geçerek Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’na hazırlandığını gören General Harbord der ki: “Türk tarihini okudum. Ulusunuz büyük komutanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Takdir ederim. Ama bugünkü duruma bakalım. Başta Almanya müttefikinizle birlikte dört yıl harp ettiniz, yenildiniz, hep bir arada yapamadığınız şeyi, bu zayıf durumunuzda tek başınıza yapmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Kişilerin intihar ettikleri zaman zaman görülür. Bir ulusun intihar ettiğini mi göreceğiz?” Mustafa Kemal, generale “Teşekkür ederim” der, “Tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. Fakat şunu bilmenizi isterim ki, biz emperyalist pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş, aşağılık bir ölüme mahkûm olmaktansa, babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.” 1866’da, Fransa’ya gider Fuat Paşa’ya, Girit’le birlikte Yenişehir Sancağı’nın da Yunanistan’a verilmesi gerektiği söylenir. Aksi halde bütün Avrupa’nın Osmanlı Devleti’ne karşı ayağa kalkmasının kaçınılmaz oldu tehdidi savrulur! Fuat Paşa Fransızlara şu cevabı verir: “Siz, bizi öldürebilirsiniz, fakat intihara zorlayamazsınız!” * * * Müslüman Türk’ün erdem ve onur anıtı olarak doğan Osmanlı İmparatorluğu, her imparatorluk gibi doğuş, yükseliş, duraklama ve çöküş gibi evrelerden geçerek ortadan kalktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı sorunlar benzerlik gösteriyor. Osmanlı İmparatorluğu 1830’da Amerika ile bir “Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması” imzaladıktan sonra, İngilizlerle, bugünkü “Gümrük Birliği” benzeri olan “1838 Baltalimanı Antlaşması”nı imzalayarak yarı-sömürgeleşme sürecine girdi, bugünkü “Avrupa Birliği Uyum Yasaları” benzeri olan “1839 Tanzimat Fermanı” ile çürüme hızlandı. 1854 yılına kadar yabancılara hiç borcu olmayan ve o tarihte dış borç almaya başlayan Osmanlı Devleti, kısa sürede yabancı güdümünde, yarı-sömürge bir devlet konumuna düştü... * * * 9 Ocak 1853 günü İngiltere’nin Rusya’daki Büyükelçisi Sir G. H. Seymour ile konuşan Rus Çarı 1. Nikola şöyle diyordu: “Osmanlı Devleti’ni birlikte paylaşalım. Rusya ile İngiltere’nin anlaşması esastır. Biz anlaştıktan sonra diğer devletler umurumda değil. Osmanlı Devleti hasta... Evet hasta, hem de çok hasta bir adam var kollarımızda... Bir gün ölürse bu büyük felaket olur.” Türkiye’nin paylaşılmasına karşı çıkan İngiliz Büyükelçisi’nin yanıtı kısaydı: “Güçlü ve alicenap bir adama, zayıf ve hasta bir adamı korumak düşer.” Politik konuşan Büyükelçi aslında “Osmanlı, sizin için hasta adam olabilir ama bizim için altın yumurtlayan bir tavuktur, Niçin kesip sizinle paylaşalım?” dese çok daha gerçekçi olurdu. * * * Günümüzün Türkiye’sini çok andıran çözülüş ve çöküş sürecini daha iyi kavrayabilmek için Cengiz Özakıncı’nın “Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlı Tuzağı” adlı 685 sayfalık kitabını okumak lazım (Otopsi Yayınları). Zinciri kırmak, Batı’nın yeni tuzağından kurtulmak gerekiyor! Kitapta “Umarız ulusça ayılmak için çok geç değildir” deniliyor. Umarız değildir! Osmanlı hangi güçler tarafından, neden ve nasıl yıkıldıysa, Türkiye Cumhuriyeti de aynı güçler tarafından, aynı nedenlerle, aynı yöntemlerle ve aynı biçimde yıkılmak isteniyor. “Kör bile aynı çukura iki defa düşmez!” denir... Eğer biz bu tuzağa ikinci kez düşersek, ağlamaya hakkımız olmaz!