Paylaş
Kâğıdın üzerinde birçok cümle var. Cümleler günlük hayatı tarif eden türden. “Kadın gazete okuyor” veya “Adam banyo yapıyor” gibi.
Bunları ezberleyin deniliyor. Sonra bir hafıza testi yapılıyor.
Başka bir gruba da aynı cümleler veriliyor ama ezberleyin denmiyor. “Bu eylemleri yapan bir insan nasıl bir insandır? Nasıl bir hayatı vardır? Nasıl ilişkileri vardır?” diye soruluyor.
Hafıza testinden hiç bahsedilmiyor ama sonunda onlara da aynı test veriliyor.
Acaba hangi grup daha çok cümle hatırlamıştır?
SOSYAL BEYİN
Yıllardır bilim insanları neden en büyük beynin (bedene oranına göre) insanda olduğunu araştırıyor.
Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Robin Dunbar ulaşabildiği tüm memelilerin beyin büyüklüklerini ölçüyor ve grubun eleman sayıları ile karşılaştırıyor. Ortaya neredeyse mükemmel bir ilişki (korelasyon) çıkıyor.
Gruptaki eleman sayısı arttıkça, o grupta yaşayan türün ön lopu da o kadar büyüyor. Bu da beynin büyüklüğünü arttırıyor.
Örneğin, maymunlar otuz kişilik gruplarda yaşıyor, beyinleri küçük. Şempanzeler, elli kişilik gruplarda yaşıyor ve beyinleri daha büyük.
Gruptaki eleman sayısı neden beyni büyütüyor?
Çünkü grup sayısı arttıkça, ilişkiler daha da karmaşık hale geliyor ve bu karmaşıklığı yönetmek için de beynin büyümesi gerekiyor.
İnsan için bu rakam 150. İnsan beyni 150 kişiyle ilişki yönetmek için büyümüş. Bu rakama da zaten ‘Dunbar’ın 150 rakamı’ deniliyor.
NÖROBİLİMİN BULGULARI
Tabii biliyoruz ki korelasyon sebep-sonuç belirtmez.
1997 yılında Washington Üniversitesi’nden Prof. Gordon Shulman’ın araştırması bu ilişkinin nedenini gösteriyor.
Bilim insanları, beyni insan bir iş yaparken incelerken, Shulman başka bir soru soruyor, “İnsan hiçbir iş yapmazken, beyin ne iş yapıyor? Beynin neresi çalışıyor?”
Shulman keşfediyor ki beyin bir işle meşguliyetini (düşünme, problem çözme, ezberleme gibi) bitirir bitirmez, büyük oranda kendini, diğer insanları ve kendisinin diğer insanlarla olan ilişkisini düşünüyor.
Yani, beynin asıl işi sosyal ilişkileri düşünmek ve yönetmek. Başka bir deyişle, beynin otomatiği sosyal ilişkilere kilitli.
Buna da ‘Default Network’ deniliyor.
SOSYAL ÖĞRENME
İşte bu yüzden, ezberleyin dememelerine rağmen, ikinci grup (sosyal öğrenme grubu) daha çok cümle hatırlıyor.
Çünkü o öğrenciler bilgileri sosyal ilişkiler içinde düşünüyor ve öğrenme için beynin ‘default network’ünü kullanıyor.
Bilgileri sosyal ilişkilerden ya da bağlamdan uzak ezberlemek, öğrenmeyi çok sağlamadığı için, ilk grup daha az hatırlıyor.
Dikkat ederseniz, hikâye içinde sunulan bilgiler her zaman daha çok hatırda kalır.
OKULLARDAKİ DERSLER
Şimdi okullardaki dersleri ve sınıftaki ortamı düşünün. Bu ortamlar beynin güçlü yapısına ne kadar uygun? Çok da uygun değil. Okuldaki dersler sosyal ilişkilerden ve bağlamdan bağımsız olarak kuru bilgi olarak sunuluyor. Örneğin, tarih dersinde çocuklar sadece kuru bilgileri ezberliyor. Fen derslerinde ve matematik derslerinde kuru formül ezberliyor.
Yani, çocuklara çamaşır veriliyor (kuru bilgi) ve onları tutacak duvar askıları (sosyal bağlam) verilmiyor.
SOSYAL ORTAM
Bilgiler sosyal bağlamda verilmediği gibi, çoğu zaman sınıfta sosyal bir öğrenme ortamı da yaratılmıyor.
Genellikle çocuklar pasif bir şekilde oturuyor ve öğretmen bilgileri aktarıyor. Çocuklar arasında sosyal bir ilişki ağı kurulmuyor. Çocuklar, birbirlerini bilgi kaynağı olarak görmüyor. Öğretmen-öğrenci arasında bir usta-çırak, bir gönül ilişkisi kurulamıyor.
BEYİN VE OKUL
Kısacası, beynin en güçlü olduğu yeti, ilişki ağını yönetmek. Ama okullarda ne bilgiler bir ilişki ağı içinde sunuluyor ne de sınıflarda sosyal bir ortam yaratılıyor. Bundan dolayı okullarda çok az öğrenme oluyor.
Okullarda kuru bilgiler vermeyi bırakıp insan doğasına en uygun olan güvene dayalı bir sosyal öğrenme ortamı yaratabilirsek, o zaman okullar tam bir beyin dostu olur. Çocuklar da okula severek gider.
NOT: Bu yazıyı daha önce yazmıştım. Öğrenme konusu o kadar önemli hale geldi ki tekrar yayınlamaya karar verdim.
OKULLARDA NOT OLMAK ZORUNDA MI?
- BİRÇOK veli çocuğuna ödev yapması için baskı yapıyor. Ben de ödeve değil, öğrenmeye odaklanın diyorum. Örneğin, “Ödevin var mı?” sorusu yerine, “Bu ödevle ne öğreniyorsun?” sorusunu sorun diyorum. O zamanda veliler itiraz ediyor: Evet haklısınız ama okulda yüksek not alması önemli. Okullarda gerçekten not olmak zorunda mı? Amerika’da Mastery Transcript Consortium (MTC) adı altında yeni bir konsorsiyum kuruldu. Aralarında dünyaca ünlü Exeter’in de bulunduğu birçok okul öğrencilerine not vermeyi bıraktı. Karnelerde not yerine, öğrenciyi tanımlayan ifadeler var.
- MTC kurulduğunda, başlangıçta okullar ilgi göstermiyor. Çünkü okullar not olmadan, öğrenciler üniversiteye kabul edilmez diye korkuyor. Ama Harvard başta olmak üzere, birçok üniversite, notsuz karneleri de kabul edeceğini açıklayınca, notsuz karne dönemi başlıyor. Öğrencilere not değil, geribildirim
veriliyor. Böylece çocuklar kendi alanlarında gelişiyor. Zaten bundan dolayı bu karneye
‘yeterlilik (mastery) karnesi’ deniyor. Böyle bir uygulamayı biz de benimseyebiliriz. Böylece okullarımızda çocuklar not kaygısından
kurtulup gerçek öğrenmeye odaklanır.
Paylaş