İ.S Trabzon’da yaşıyordu. 1965’te evlendiği Emekli Sandığı’ndan emekli 30 yıllık karısı O.S 1995’te ölünce, İ.S’ye dul maaşı bağlandı. İ.S, iki yıl sonra 1997’de Y.S adlı başka bir kadınla yeniden evlendi. Ancak evlendiğini Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) bildirmedi. Başı bu yüzden önce SGK’yla sonra da yargı ile derde girdi.
İ.S’nin, ölen karısından dul maaşı alırken, başka bir kadınla yeniden evlendiği 9 yıl sonra ortaya çıkınca SGK hakkında yasal işlem yaptı. Dul maaşı kesildi. Evlendiği tarih olan 1997 ile olayın ortaya çıktığı tarih olan 2006 yılları arasında tam 9 yıl SGK’dan haksız yere 23 bin 299 lira dul maaşı aldığı için hakkında ağır ceza mahkemesinde dava açıldı.
NİTELİKLİ DOLANDIRICILIKTAN YARGILANDI
Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamesinde, İ.S’nin “Nitelikli dolandırıcılıktan” 1-3 yılla yargılanmasını talep etti. Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan İ.S mahkemede kendini, “Evlenince dul aylığının kesilmesi gerektiğini bilmiyordum” diye savundu. Ancak mahkeme bu savunmayı da kabul etmedi. Trabzon Ağır Ceza, 18 Aralık 2008’de İ.S’yi zincirleme şekilde nitelikli dolandırıcılıktan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 24 taksitte ödenmek üzere 50 bin lira para cezasına mahkum etti.
YARGITAY BOZDU: DOLANDIRICILIK OLMAZ
İ.S kararı Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nde temyiz etti. Daire, İ.S’nin mahkumiyet kararını 4 Nisan 2013’te bozdu. Bozma kararında, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre, SGK’nın ölüm aylığı alan dul eşin evlenip evlenmediğini yoklama işlemi ile tespit edebileceğine dikkat çekildi. SGK’nın gerekli gördüğü zaman ve hallerde bu yoklamayı yaptırıp dul maaşını kesebileceği, haksız ödenen aylıkları kanuni faiziyle alabileceği de vurgulandı. 4 Nisan 2013 tarih ve 22043 karar ve 6214 esas sayılı bozma kararı da bakın şöyle:
“5510 sayılı yasanın 96. maddesine göre sanığın eşi O.S’nin vefat etmesi nedeniyle kendisine bağlanan dul aylığını 31.10.1997 tarihinde yeniden evlendiği halde kuruma bildirmeyip 1 Kasım 1997-31 Mart 2006 tarihleri arasında almaya devam ederek kamu kurumu zararına dolandırıcılık suçunu işlediği iddia edildiği olayda, sanığın nüfus kaydı incelendiğinde evlendiğinin kolaylıkla tespit edilebileceği anlaşılmakla suçun yasal unsurlarının bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir”
BAŞSAVCILIK: SUÇ NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK
Ankara Barosu avukatı Kadir Gündoğan yıllardır töre cinayetleri üzerinde çalışıyor. 2007-2009 arasında 22 cezaevinde töre, namus ve kan davası nedeniyle cinayet işleyen 110 kişiyle görüştü. 3-4 saatlik mükalatlar yaptı. Töre cinayetlerini alanda araştırıp resmini çekti. Suç ve suçlusunun profilini çıkardı. İstatistiki analizini yaptı. Faillerinin sosyo-kültürel açıdan incelemesini yaptı. Gündoğan’ın, cinayet faillerinin ağzından öykülerini de aktardığı “Aklı olmayanın aklı töre” adlı kitabındaki çarpıcı sonuçlar bakın şöyle:
KADIN NAMUSUNU TEMİZLEYEMİYOR
Araştırmaya göre töre cinayeti faillerinin yüzde 85.5’i erkek, yüzde 14.5’u kadın. Kan davasında hiç kadın fail yok. Namus cinayeti faillerinin yüzde 81.6’sı erkekken, yüzde 18.4’ü kadın. Bu araştırma kadının da namus için öldürdüğünü ancak toplumun erkekten farklı kadına “namusu kirlenmiş” gözüyle bakıp evliyse boşatıldığı, bekarsa “dul” diye evlendirilmediğini ortaya koydu.
TECAVÜZE SESİMİ ÇIKARMASAYDIM
Tecavüz girişiminde bulunan bir erkeği namusu için öldüren ve hüküm giyen evli kadın katılımcı, töre için öldüren kadınların nasıl pişman olduğunu hatta pişman edildiklerini şöyle yansıttı:
“Ben, eşim, çocuklarım ve ailemin namusunu korumak için bu cinayeti işledim. Ancak ben cinayetten sonra hapse girdim. Eşim beni boşadı. Ben suçluymuşum gibi davranıldı. Keşke saldırıda sesimi çıkarmasam, tecavüzden kimse haberdar olmasa bu durumlara düşmezdim. Çok pişmanım.”
HAK ETTİKLERİ İÇİN ÖLDÜRDÜK
110 katılımcıdan yüzde 60.9’u (67’si) “Aynı koşullar oluşsa bu cinayeti yine işler misiniz?” sorusuna yüzde 39.1’le (43’ü) “Hayır işlemezdim” karşılığı verdi. Bu 67 erkek-kadın katılımcı “Neden” sorusuna ilk sırada yüzde 52.2’(35’i) “Hak ettikleri için” yanıtı verdiler. İkinci sırayı “Namus, gurur, şeref” aldı.
Ankara 11. Aile Mahkemesi Hakimi Mustafa Karadağ, evli kadın kaptanın “Bekarlık soyadımı kullanmak istiyorum” diye açtığı davayı kabul etti. Yargıtay “Yasa değişmeden olmaz” dedi. Ama Hakim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını gerekçe gösterip direndi:
“Koca soyadıyla aile birliğini yansıtma cinsiyete dayalı farklı muameleye gerekçe olamaz”
KURUL NE YAPACAK
Hakim’in direnmesi üzerine Kurul, evli kadına sadece bekarlık soyadını kullanma özgürlüğünü bir kez daha tartışacak. Bu karar da bağlayıcı nitelik taşıyacak. Kadınları yakından ilgilendiren dava süreci bakın şöyle gelişti:
KADIN KAPTAN’IN SAVAŞI
Karadeniz Teknik Üniversitesi Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Bölümü’nde araştırma görevlisi ve aynı zamanda kaptan olan Hatice Yılmaz Yüksekyıldız, 13 Ocak 2011’de evlilik soyadının iptali ve yalnızca bekarlık soyadı olan “Yılmaz”ı kullanmak için Ankara 11. Aile Mahkemesi’ne dava açtı. Uluslararası gemilerde 3. kaptan olarak çalıştığını, birçok ülkeye “Yılmaz” soyadıyla girdiğini ve mesleğinde bu soyadıyla tanındığını bildirdi. Davada, Avrupa ülkelerinde bu hakkın tanındığını Türkiye’de ise uluslararası sözleşmelere aykırı şekilde evli kadının kocasının soyadını kullanmak zorunda bırakıldığını ve bunun ise eşitliği aykırı olduğu savundu.
Hakim Karadağ, 12 Mayıs 2011’de davayı kabul etti. AİHM’in Ünal-Tekeli kararına dayanan Karadağ, kadının mesleki tanınırlığı nedeniyle evlendikten sonrada önceki soyadını kullanmakta hukuki yararı olduğuna hükmetti.
YARGITAY: KAMU DÜZENİ BOZULUR
Bazı forumlarda leoparların çok çekingen olduğu insanlardan saklandığı, leoparın takip edilip, kasten öldürüldüğü, eğer saldırsaydı iki çobanın da böyle basit sıyrıklarla kurtalamayacakları yazılıyor. Önce olayı anımsayalım:
Solmaz köyü kırsalında 3 Kasım Pazar günü hayvanlarını otlatan Kasım Kaplan (29), bir leoparın saldırısına uğrayınca, kuzeni çoban Mahmut Kaplan av tüfeğiyle ateş ederek leoparı öldürmüştü. Ölü leoparın görüntüsü televizyonlara yansıdı ve devreye bakanlık girdi. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın gönderdiği ekip köyde idari soruşturma yaptı. Bu ekip, öncelikle leoparın saldırdığı için mi, yoksa kaçak av nedeniyle mi öldürüldüğünü araştırdı. Tutanaklar ve hastane raporları incelendi ve bakanlık, “Leopar kasıtlı öldürülmedi” dedi. Sonra da bakın şöyle ceza kesildi.
CEZASI 434 TL
Mahmut Kaplan’ın tüfeğinde tek kurşun bulundurması gerekirken 9’lu fişek bulundurmaktan dolayı 217 lira para cezası verildi. Kaplan’a ayrıca Av ve Yaban Hayvanlarının Korunması Zararlarıyla Mücadele Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği’nin 57. maddesine göre Diyarbakır İl Şube Müdürlüğü’nden “koruma amaçlı av tüfeği taşıma belgesi” almadığı için 217 lira idari para cezası kesildi. Kaplan’leoparı vurduğu için toplam 434 lira idari para cezası ödemeye mahkum oldu. Kaplan, cezayı peşin ödeyince yüzde 25 indirim bile uygulandı. Sadece 325 lira ödedi.
Geçen hafta okuyucularımdan “Leopar öldürmenin cezası sadece 434 lira mı? Kimseye dava açılmayacak mı?” şekilinde mail yağdı. Yanıtım şöyle:
ÇİFTE SUÇ DUYURUSU
Leoparın ölümü yargıya taşındı. Ankaralı Avukat Sedat Vural’ın yanısıra
Karar şu:
Mahkemede, “pişmanlık” göstermeseler bile daha önce “sabıkaları” yoksa iki yılın altındaki cezaları ertelenecek...
Kurul bu kararını 1.52 promil alkollü kaza yapan talimat ifadesi için adliyeye gitmeyip, polis zoruyla mahkemeye çıkarılan, yargılama sırasında da pişmanlık göstermeyen sabıkasız sürücünün davasında aldı. Önce kararın nasıl bir yargılama süreci sonunda alındığına bakalım:
MAHKEME CEZAYI ERTELEMEDİ
İzmir Alaçatı’da, 25 Ağustos 2007’de 1.52 promil alkollü araç kullanıp kaza yapan A.K.’ya Çeşme Sulh Ceza Mahkemesi’nde, “Trafik güvenliğini tehlikeye düşürme” suçundan dava açıldı. İzmir’de oturan sanık A.K.’ya mahkeme İzmir’de talimatla ifade vermesi için tebligat çıkardı. A.K. ifade davetine uymayınca mahkeme bu kez zorla getirme kararı verdi. Polis zoruyla mahkemeye getirilen A.K.’nın ifadesi bu şekilde alınabildi.
Mahkemede, kullanılan 1.53 promil alkolü, kazanın oluş şekli ve yerini, sanığın yargılamanın uzamasına sebep olduğu için hem altı ay ceza verdi hem de bu cezasını ertelemedi. Mahkeme, hapis cezasının infazı tamamlanana kadar sanığın kamu haklarından da yasaklanmasına da hükmetti.
YARGITAY BOZDU
Sanık A.K. kararı Yargıtay’da temyiz etti. Yargıtay 12. Ceza Dairesi 28 Mayıs 2012’de sanığı haklı buldu ve mahkemenin altı aylık mahkumiyet kararını bozdu. Daire, mahkemenin sanığın cezasını ertelememeye ilişkin gerekçeleri ve kamu haklarından yasaklanmasını yerinde görmedi. Kararda, Daire şöyle dedi:
İstanbul, Ankara ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılarının da yeraldığı Türk heyeti ile birlikte basın sözcülüğü modelini ve yargı sistemlerini inceleme imkanı bulduk. Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kenan Özdemir’in başkanlık ettiği Türk yargı heyetinde üç başsavcının birden yeralması projeye bakanlığın verdiği önemi de yansıtıyor aslında.
Almanya’da basın sözcülüğü 30 yıllık bir geçmişe sahip. Hollanda da ise 13 yıllık. Bizde ise hakim savcılara eğitim verilerek, pilot adliyelerde uygulama daha yeni başladı. Almanya ve Hollanda mevzuatının Türkiye’den temel farkı, resmi mercilerin basına kamu hizmetlerini yerine getirmekte kullanacakları bilgiyi vermekle yükümlü olmaları. Türkiye’de ise kamu görevlilerinin basına bilgi vermesi 657 sayılı kanunun 15. maddesine göre yasak. Yargı, medya açısından bilgi almakta sıkıntı çekilen çok daha zor bir alan. Çalışma ziyaretinde önce onların mevzuatını inceledik. Bakın şöyle:
ALMAN SÖZCÜLER DENGEYİ KORUYOR
Almanya’da, basın sözcülerinin medyayı nasıl bilgilendirecekleri, Alman Basın Kanunu, İşbirliği Yönetmeliği ve eyaletlere özgü klavuzlarla ayrıntılı şekilde düzenlenmiş durumda. Alman Basın Kanunu’nun 2. maddesine göre şu dört durumda basına bilgi verilmiyor:
1-Verilecek bilgilerle görülmekte olan bir dava engellenebilecek, zorlaştırılabilecek, geciktirilebilincek veya davanın görülmesi tehlikeye girebilecekse,
2-Gizlilik hükümleri bilgi verilmemesini öngörüyorsa,
3-Kamu çıkarı ve korunması gereken özel bir çıkara zarar verilecekse
Ama bir ayrıntıyı atlamamak gerekiyor. Eğer dava açtıysanız, KDK’ya başvurmayın ve önce yargı kararını bekleyin. Çünkü, KDK, “Mobbing davası açılmışsa konuyu mahkemenin çözmesi daha uygun olur” şeklinde karar aldı. KDK, kuruma yapılacak mobbing şikayetleri için örnek oluşturan bu kararını Kahramanmaraş’tan yapılan bir şikayet üzerine bakın şöyle aldı:
SENDİKACI MEMURDAN ŞİKAYET
Kahramanmaraş’ta bir kamu kurumunda şef olarak çalışan M.K., 24 Nisan’da KDK’ya başvurdu. Başvurusunda, aynı zamanda sendika yöneticisi olduğunu, Aralık 2012’deki sendika toplantısındaki konuşmaları nedeniyle idarece kendisine baskı yapılıp ‘uyarma’ cezası verildiğini bildirdi. ‘Uyarma’ cezasına itirazının reddedildiğini yaptığı basın duyurusu üzerine tekrar soruşturma açıldığını ve soruşturma devam ederken, geçici görevle başka bir yere atandığını savunan M.K. kendisine mobbing uygulandığını iddia etti.
DENETÇİ: MOBBING SAYILMAZ
Dosyanın ilk incelemesini yapan denetçi, M.K.’nın başvurusunun reddi gerektiği sonucuna vardı. Denetçi raporunda, Yargıtay’ın, 14 yıldır aralıksız İstanbul’da bir bankada görev yapan 56 yaşındaki bir kadın avukatın 9 ayda 30 kez yer değişikliğine tabi tutulmasının mobbing saydığı kararına atıf yaptı. Raporda, “Görüldüğü gibi devamlılık taşıyan yasa ve hukuka aykırı nitelikteki piskolojik saldırılar mobbing olarak görülmektedir” denildi.
Şikayete konu; eylem, işlem, tutum ve davranış idari işleminin bütün unsurları yönünden yetki, şekil, sebep, konu ve maksat açısından hukuka uygun bulundu. Bu kriterler ışığında şikayetçinin belirttiği eylem ve işlemlerin mobbing olmadığı savunuldu.
HAKKANİYETE UYGUNLUK DENETİMİ
Kamu denetçisinin, “Hakkaniyete uygunluk denetimi” yapacağı vurgulanan raporda, şöyle devam edildi:
“Komşularımın tümünün mü izni gerekiyor”, “Bu izin yazılı mı olmak zorunda” diye soruluyor. O maillerden biri de şöyle:
“Alt komşum küçük gömme balkonunu, PVC doğramayla kapatmak istiyor. Duvar yıkımı, apartmanda değişiklik olmayacak. Apartman Yönetim Kurul’nda karar alınması ve 11 dairede oturan tüm daire sahiplerinin izni gerekir mi?”
İşte size yanıtım.
Bu konunun hem imar mevzuatı hem de kat mülkiyeti boyutu var. İmar Kanunu’nun 21. maddesinde, “Derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir” deniyor.
Bu hükme göre yapının bağlı bulunduğu belediyenin imar yönetmeliğine bakılarak durum değerlendirilir. İmar yönetmeliğinde bir hüküm yoksa, hatta gömme balkonun kapatılması ruhsata tabi olmasa bile, böyle bir uygulama ruhsat eki mimari projeye aykırı sayılıyor. Çünkü mimari projedeki plan ve görünüş değişiyor. Ruhsat gerekebilir.
4/5 ÇOĞUNLUK ŞARTI
Kat Mülkiyeti Kanunu açısından işiniz daha kolay. Kanunun ilgili 19/2 maddesi 14 Kasım 2007’de değişti. Önce o değişikliğe bakalım: