Aman dikkat, kullanım yaşı 13’e indi. Bonzai kullanımda İstanbul başı çekiyor. Son bir ayda sadece Bakırköy AMATEM’e 6 bin kişinin madde bağımlılığı ve alkol tedavisi için müracaat etmesi bile bonzai tehlikesinin nasıl büyüdüğünü kanıtlıyor. Bonzai ne, nasıl kullanılıyor ve nasıl öldürüyor?
NASIL BİR UYUŞTURUCU
ABD’de K2, Avrupa’da spice, Türkiye’de bonzai ve Jamaika adı verilen kimyasal maddelerin tümü gerçekte sentetik uyuşturucu. 2011 yılına kadar serbestçe internetten satılıyordu. Bonzai önce merak uyandıran ismi, popüler olması ve ucuzluğu ile gençleri pençesine alıyor. 1 litre sıvısından 200 binin üzerinde paket imal ediliyor. Bu sıvı da internet üzerinden gümrüksüz gelebiliyor. İçerisine kattıkları katkı maddeleri ise öldürüyor. Bunlar neler mi?
“Fare zehri, aseton, floresan tozu”
Bu ölümcül maddeleri katarak etkisini artıyorlar. Bonzai merkezi sinir sistemine direkt etki edip beyni çürütüyor. Bitkisel sanılsa da aslında sentetik. 20’den fazla çeşidi var. İçinde ne olduğu da aslında tam olarak bilinmiyor. Ayrıca bir kere kullanılsa bile ölümcül etkileri olan bir uyuşturucu. Bu yüzden de çok tehlikeli.
JOKER GİBİ KULLANILIYOR
Uzmanlara göre, bonzaiyi daha çok muhakeme ve karar verme sorunu olan, risk almayı seven, adrenalin tutkunu, içine kapalı, özgüveni eksik kişiler deniyor. Madde bağımlılarının yüzde 70’i, merak ettiğinden başlıyor. “Bir kereden birşey olmaz” diye ve merakla arkadaş arasında kullanmaya başlıyorlar. Esrar kullananların hepsi bonzai kullanıyor. Eroin krizinden kurtulmak isteyen de daha ucuz olan bonzaiye geçiyor. Bonzai her şeyin yerine joker gibi kullanılıyor. 90 kat fazla bağımlılık yapıyor. Türkiye’de 2009 yılından beri karşılaşılan bonzai özellikle 18 ve 30 yaş arasında daha yoğun kullanılırken, madde kullanım yaşı 13-14’e kadar düştü. 2013’te ise bonzai kullanımda ve ölüm vakalarında patlama yaşandı.
FARE ZEHİRİ GİBİ ÖLDÜRÜYOR
“Fahişe” diye evinin önünde pankart açtı. Tacizin sınırlarını zorlayıp “Seni seviyorum. Telefonla ara ya ölürsün ya kolun bacağın kırılır. Evini bombalayacağım” diye tehdit etti. Yargılandı ve 2 yıl 15 gün hapis cezası verildi. “Cezası ertelensin” itirazı yapıldı. Ama Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “Sanığın ilerde bir daha suç işlemeyeceği” yani başka bir kadını daha taciz etmeyeceği kanaati oluşmadığı için hapis yatmasını yerinde buldu.
Bu dava bana “bu nasıl taciz” dedirtti. Neden mi?
Bir erkek düşünün “seni seviyorum” dediği bir kadına yüzlerce sayfa cinsel taciz mektubu yazıyor. Mektupları sadece o kadına değil komşularına da postalıyor. Evinin kapısına fahişe diye yazıyor. “Fahişe” diye pankart asıyor. Bunlarla da yetinmeyip ölümle ve evini bombalamakla tehdit ediyor. Bu taciz ve tehdit eylemleri sonrasında 2 yıl 15 gün hapis cezası alıyor. İtiraza rağmen de de Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “Sanığın ilerde bir daha suç işlemeyeceği” yani başka bir kadını taciz etmeyeceği kanaati oluşmadığı için hapis yatmasını yerinde buluyor.
ÖNEMLİ BİR ÖRNEK KARAR
Beşinci yargı paketi ile cinsel taciz ve istismar sanıklarının cezaları artırılırken, Yargıtay’ın uygulama açısından son derece önemli bu son örnek kararı ile ceza ertelemesi yolu kapanıyor. Taciz sanıklarına hakim duruşmada iyi halleri nedeniyle 1/6 oranında ceza indirimi yapsa bile “İlerde suç işlemeyeceği kanaati oluşmadığı” gerekçesiyle gerekli koşulları taşısa da cezasını ertelemeyebilecek. Taciz sanığı cezasını hapiste çekecek. Örnek karara konu taciz davası bakın şöyle gelişti:
PANKARTLI TACİZ
2005’te, Ş.T. adlı adam tam 110 sayfa cinsel taciz mektubu yazıp, mağdur E.D ve komşularına postaladı. Ş.T. taciz mektuplarında, “Seninle beraber olmak istiyorum. Benimle konuşmaz, buluşmaz isen cinsel ilişki esnasında çektirdiğimiz görüntüleri çoğaltıp, kahvelere dağıtacağım, kardeşine vereceğim. Karar sana ait. Sen bilirsin. Seni seviyorum. Telefonla ara ya ölürsün ya kolun bacağın kırılır. Evini bombalayacağım” diye tehdit etti. Büyük harfle “Çıktığı mahalleden sorun fahişe. Yeter artık seni bilmeyenler bilsin, namuslu göründüğü kadar namussuz, randevu evi mi bu mahalle” diye evin kapısına pankart astı. Kapıya “fahişe” diye yazdı. Teneke kola kutularına torpil ve çivi koyarak bahçede patlattı. Mağdurlar E.D. ile kardeşi R.D.’nin camları kırıldı.
TACİZ CEZASI ERTELENMEDİ
Vatandaşlar havaalanına otobüs isterken, gece ulaşımının yeniden başlaması gerektiğini belirtiyor. Önce bana gelen maillerden biri...
İinekolog operatör doktor Aysel Yavuz Şengüler, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e hitaben kaleme almış. İşte o mailde yazılarlar:
“Esenboğa’ya verilen belediye otobüsleri neden kaldırıldı? Esenboğa’ya hava limanına otobüs vermiştiniz. Çokta memnunduk. Akabinde özeller devreye girdi. Ücreti 5.25 lira oldu. Seçimlere kadar devam etti bu fiyat. Hemen seçim sonrası yüzde 55 artırılarak 8.00 lira oluverdi. Ankara’nın her ilçesine verilen belediye otobüsleri Esenboğa’da da varken kaldırıldı? Ankara memur şehri. Buradaki kişilerin çoğu uçağa zenginliğinden binmiyor. Mecbur kalınca biniyor. İstanbul ve Antalya olmak üzere pek çok yerde hava limanlarına belediye otobüsü verilirken, Ankara’daki mevcut otobüsler kaldırıldı. Vatandaş mağdur oldu. AŞTİ’ye otobüs servisleri de kaldırıldı. Çok eşyası olupta metro ile gidemeyen ve taksi tutmak zorunda olan, şehirler arası otobüse verdiğinin bir veya iki katını taksiye vermek zorunda kalan vatandaşa yazık değil mi? Adet yerini bulsun diye servis koydunuz ama balık.”
GECE ULAŞIMI TARTIŞMASI
Gece ulaşımının kaldırılmasına da tepki yağıyor. Önce gece ulaşımıyla ilgili uygulamayı anımsatalım:
15 Mayıs’ta 31 otobüs hattında deneme amacıyla gece ulaşımı başlatıldı. Ama 20 günlük deneme süresi sonunda yolcu sayısı yeterli olmadığı için 7 Haziran gecesi son verildi. Vatandaşlar gece ulaşımı hizmetini geri istedikleri konusunda mail yağdırıyorlar ve bu servislerin kaldırılması hala tartışma konusu. Ben de merak ediyorum. Avrupa ülkeleri başkentlerinde gecenin ilerleyen saatlerinde de sefer sayısı azalsa da sabaha kadar toplu taşımacılık yapılıyor. Ama Ankara’da nedense son 20 yıldır bu yapılamıyor? Şimdiki belediye başkanı 20 yıl önce göreve geldiğinde, neden var olan gece seferleri sistemini kaldırdı diye düşünmeden edemiyorum. CHP’li Umut Oran da bu soruları bir soru önergesiyle Meclis gündemine taşıdı. O İçişleri Bakanı’na sormuş. Ben de aynı soruları yanıtlanmak üzere buradan EGO yetkililerine sormak istiyorum. Bakın o sorular da söyle:
* Gece seferleri için 9 ilçede başlatıldığı belirtilen söz konusu 31 hat hangileridir? Neden bu kadar yüksek sayıda hatta denemelere başlandı?
Hakimler ve savcıların örgütlenme hakkının hayata geçişinin ilk örneği olan ve Ekim’deki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği seçimleriyle anahtar rolüne bürünen YARSAV tam sekiz yıldır var olma mücadelesi veriyor. Önce bu mücadeleyi anımsatmakta yarar var:
YARSAV, Dernekler Yasası hükümlerine göre 26 Haziran 2006’da kuruldu. Tüzel kişilik kazanması iki yönden kritik önem taşıyordu. İlki 501 kurucu üyeyle kurulan ilk sivil kuruluş unvanını almasıydı. İkincisi yargı alanında yargıç ve savcıların yer aldığı ilk sivil örgütlenme olmasıydı.
Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok ile bazı Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de üye olduğu YARSAV’ı tanımayan Adalet Bakanlığı kanunla alternatif birlik oluşturup YARSAV’ı kapatmayı bile denedi. YARSAV’ın ilk olağan genel kurulunda dönemin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu genel başkanlığa seçildi. YARSAV, kurulduktan kısa süre bakanlığın hakimlik ve savcılık sınavı yapma yetkisinin iptali için dava açtı. Sabrı taşan bakanlık üzerinde çalıştığı “Hakimler ve Savcılar Birliği Kanun” tasarısını güncelledi. YARSAV’ı fesheden geçici madde bu tasarıya ekleniverdi.
BAŞBAKAN’IN HEDEF ALDIĞI DERNEK
Başbakan Tayyip Erdoğan da “Böyle şey olur mu? Yargının içinde dernek kurulur mu? Biz bunu 12 Eylül öncesinde gördük. Emniyet teşkilatının, milli eğitimin içinde maalesef sendikalar oluştu, dernekler oluştu, bizim güvenlik teşkilatımız, milli eğitim camiası birbirine düştü. YARSAV, bir boşluktan yararlanarak, bunu kurdu. Ki bunu da bizim ilk fırsatta halletmemiz lazım. Bir defa kesinlikle yargıda bu tür dernekler olamaz, olmamalı” diyerek YARSAV’ı hedef aldı. Ancak, YARSAV’ı kapatma girişimleri sonuçsuz kaldı. YARSAV, 19 Mart 2010’da, Avrupa Birliği üyesi 11 devletten 15 bin ulusal yargıç ve savcının da üye olduğu Demokrasi ve Özgürlük için Avrupalı Yargıç ve Savcılar Birliği MEDEL üyeliğine kabul edildi.
YARGIDA 3 DERNEK 1 SENDİKA
Üç yıl sonra 2009’da ise dönemin Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’ın başkanlığında YARSAV’a alternatif kısa adı Demokrat-Yargı olan ikinci bir dernek daha kuruldu. Yargıdaki dernek sayısı geçen yıl kurulan Pozitif Hukuk Derneği ile üçe çıktı. Yargı-Sen adıyla da bir sendika kuruldu. Üyelerinin neredeyse tamamı YARSAV üyesi olan Yargı-Sen kapatılınca yargı kararıyla kod almayı başaran Yargıçlar Sendikası yerini aldı. Yargıda şu anda üç dernek ve bir sendika var. YARSAV’da artık sekiz yaşında.
YARSAV’IN 3 BAŞKANI BULUŞTU
Örneğin sabah işe geldiniz, ofiste bir kız arkadaşınıza çok kızdınız. Bilgisayarınızdaki dijital fotoğrafını internetteki özel arkadaşlık sitelerinden birine gönderip “sevgili arıyorum” diye yayınlattınız. Onun adına sahte bir profil bile doldurdunuz. Özel zevklerini nasıl bir sevgili aradığını yazdınız. Birkaç kişi bakıp eğlendiniz. Aslında şaka yollu intikam almayı düşündünüz. Hemen vazgeçin. Çünkü bu anlattığım olay aynen yaşandı. Dava konusu oldu, izinsiz fotoğrafı gönderip yayınlatan mahkum oldu. Hatta dava Yargıtay’da temyize geldi. “Bu suç ne suçu olur” diye Yargıtay Dairesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında tartışma çıktı. Dava dosyasına göre bakın şöyle:
İKİ KADININ FOTOĞRAF DAVASI
2006’da Bilecik’te bir yerel gazetenin genel yayın yönetmeni olan B.G aynı gazetede editör olarak çalışan E.K’nın fotoğrafını gazetedeki köşesine koyacağını belirterek fotoğraf makinası ile çekti. Ancak B.G, fotoğrafı köşeye koymanın yanında internetteki bir özel arkadaşlık sitesine gönderdi. Sitede E.K’nın fotoğrafı iki gün süreyle yayınlandı. E.K’nın, bir akrabasının fotoğrafı sitede görüp haber vermesi üzerine olay ortaya çıktı.
ÖZÜR DİLEDİ AMA DAVA AÇILDI
B.G bunun üzerine cep telefonundan E.K’ya “Gazetenin sahibi İ.Ş ile yaptık özür dileriz” diye mesaj attı. Fotoğraf aynı gün siteden silindi. E.K’nın şikayeti üzerine Nisan 2007’de Bilecik Cmuhuriyet Başsavclığı’nca, yerel gazetenin sahibi İ.Ş ile genel yayın yönetmeni B.G’ye dava açıldı. İddianamede, evli bir kadın olan şikayetçi E.K’nın fotoğraflarının özel arkadaşlık hizmeti veren sitede iki gün yayında kalması nedeniyle TCK 134/2’deki “Özel hayatın gizliliğinin ihlal suçu işlendiği belirtildi. İki sanığın bu maddeden 2 yıldan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep edildi.
MAHKEME: ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL
Bilecik Asliye Ceza Mahkemesi, bir yıl sonra 3 Temmuz 2007’de iki sanığı da suçlu buldu ve mahkum etti. Mahkeme, sanıkları ayrı ayrı TCK’nın 134/2’deki “özel hayatın gizliliğini ihlal” suçundan önce 1’er yıl hapse mahkum etti. Daha sonra sanıkların saygılı tutum ve davranışları nedeniyle cezaları on aya indirilip günlüğü 20 liradan 6 bin lira adli para cezasına çevrildi. Mahkeme cezanın on taksit halinde ödenmesine de hükmetti. Dava temyize geldi.
DAİRE: KİŞİSEL VERİLERİ HUKUKA AYKIRI YAYMA
Gandi’den, Nazım Hikmet’e kadar birçok ismin de denediği bir yöntem. Hikmet, Türkiye’de ilk açlık grevimi yapan kişi aynı zamanda.
14 yıl önce devletin koğuş sisteminden F tipi cezaevlerine geçmeye karar vermesini protesto için 20 Ekim 2000’de 816 mahkumun başlattığı “Hayata dönüş” operasyonu ile sonuçlanan ve ölüm orucu yüzünden 51 kişinin öldüğü açlık grevleri de hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Bireysel olarak da gündeme getirilen açlık grevleriyle ilgili Çankırı İnfaz Hakimi Ömer Ünlü, “Çankırı’da hakimler var” dedirten bir karara imza attı. Hakim ünlü, Çankırı E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda bir gün süreyle açlık grevi yapan hükümlüye verilen, “Bir ay süreyle etkinliklere katılmaktan alıkoyma” şeklindeki disiplin cezasını iptal etti. Hükümlünün, açlık greviyle ifade özgürlüğünü kullandığı belirtti.
1 GÜNE 1 AY CEZA
Önce kararın nasıl verildiğine göz atalım:
Çankırı E Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki bir hükümlü 21 Nisan’da Adalet Bakanlığı’na dilekçe gönderdi ve bölgede yaşananları kınadığını bildirdi. 16 PKK’lı mahkum ise 22 Nisan’da protesto amacıyla iki günlük açlık grevi başlattıklarını bildirdiler ve yemeklerini almadılar. Ancak açlık grevi sadece bir günle sınırlı kaldı. Cezaevi yönetimi, mektup yazan o hükümlüye bir ay süreyle cezaevindeki etkinliklerden alıkoyma cezası verdi. Hükümlü Çankırı İnfaz Hakimliği’ne itiraz etti ve disiplin cezasının iptalini istedi.
AÇLIK GREVİ CEZASINA ÜÇ KRİTER
Hakim Ünlü, cezayı iptal ederken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına dayanan, AİHS’in “ölme hakkı”na atıf yaptı. Bir gün süren açlık grevinin demokratik protesto hakkının kullanılması olduğu, makul sayılması gerektiği ve disiplin cezası verilmesini gerektirmeyeceğini kaydetti. AİHM kararlarına göre cezaevlerindeki “güvenliği”, “disiplini” veya “düzenli yaşamın sürdürülmesini önleyecek şekilde” yapılan eylemlere disiplin cezası verilebileceğini vurgulayan Hakim Ünlü’nün örnek niteliği taşıyan ve demokratik protesto hakkını genişleten o kararı da bakın özetle şöyle:
KARARLAR MATBU ŞEKİLDE VERİLMEMELİ
Hakimin “Dava zaman aşımına uğrar. Zaman ve masraf kaybı. Ben duruşmada gördüm” diye ısrarı da yeterli olmadı. Önce İzmir’den Ankara’ya Yargıtay’da temyize kadar uzayan bu davaya bakalım:
JİLETLE YÜZÜNÜ KESTİ
Ş.K adlı kadın İzmir’de T.A ile birlikteydi. 13 yıl karı-koca hayatı yaşadılar ve bir çocukları da vardı. Bir gün T.A, tartıştığı Ş.K’nın yüzünü kulağından itibaren boylu boyunca jiletle kesti. Bununla da kalmadı. Kezzap atıp öldürmekle tehdit etti. Dava açıldı. T.A, İzmir 15. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Duruşmada hakim kadının yüzündeki izi gördü ve doktor raporuna da baktı. Hakim, T.A’yı “yüzde sabit ize neden olacak şekilde yaralamadan” 1 yıl 15 günlük hapse mahkum etti. Sabıkalı olduğu için de cezasını ertelemedi.
YARGITAY BOZDU
Sevgilisinin yüzünde ömür boyu taşıyacağı sabit ize neden olan T.A 1 yıl 15 günlük mahkumiyetini temyiz etti. Yargıtay 3. Ceza Dairesi sanık lehine kararı bozdu. Yargıtay, şiddete uğrayan kadının ATK’ya sevk edilip “yüzünde sabit iz kalmış mı” diye rapor alınmasını istedi. Dosya İzmir’e döndü. Hakim de “Dava zaman aşımına uğrar. Zaman ve masraf kaybı. Ben duruşmada gördüm. Kadının yüzünde sabit iz kalmış. Doktor raporu da var” diyerek direndi. Bunun üzerine kadının davası ikinci kez Yargıtay’a geldi. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bilin bakalım ne dedi:
“Hakim değil ATK raporu isteyen Daire haklı.”
SABİT İZ İNCELEMESİ
YCGK direnme kararını da bozdu. Dosya yeniden İzmir 15. Asliye Ceza’ya gitti. Kurul kararı bağlayıcı olduğu için hakim kadını ATK’ya sevk edecek. Eğer rapor “Yüzde sabit iz kalmış” şeklinde gelirse yeniden aynı cezayı verebilecek. Tabi bu arada dosya zamanaşımına uğrayıp sanık sevgli de ceza almaktan kurtulmazsa tabi.
Bu konunun iki boyutu var:
Birincisi bu köpekler bazen korktukları, bazen aç ve hasta olduklarından saldırganlaşıyor. Birbirlerine ya da insanlara saldırıyorlar.
İkinci ise aç ve perişan haldeler. Kısırlaştırılmadıkları için ortalık yavru köpek doluyor.
Çankaya 406. Sokak’ta en son sokak köpeklerinin saldırısına uğrayan bir çöpçünün canını elindeki süpürge sayesinde zor kurtulduğu bizim sabah toplantısında dile getirildi. Bana onlarca mail geliyor. Çocuğunu köpek ısırdığı için tepki gösteren, korkan ve “belediyeler zehirlesinler” diyenler de kedi ve köpeklerin perişanlığına üzülüp “bu hayvanları kurtaralım” çağrısı yapanlar da var. Biraz duyarlılık ve merhamet istiyorum. Bunun yolu kesinlikle bu zavallı köpekleri zehirlemek değil, kontrol altına almak, sahiplendirmek, çok daha iyi koşullarda yaşabilecekleri büyük ve modern barınaklar kurmak. Çünkü mevcut barınaklar da hayvanseverlerin çabası da yetersiz.
İŞTE BENİM ÖNERİLERİM
Bu arada benim aklıma ilk anda gelen öneriler:
1-Belediyelerin öncülüğünde her ilçenin sınırlarındaki başıboş köpeklerin kısırlaştırılması, kulaklarına küpe takılarak kontrol altına alınmaları.