Paylaş
Diyanet İşleri Başkanı(DİB) Mehmet Görmez, IŞİD şiddetine temel oluşturan “Selefi” anlayışı, bu iki cümleyle özetledi.
Prof.Dr. Mehmet Görmez'le, bir grup gazeteci, Beşiktaş'ta, Ertuğrul Tekkesi’nde buluştuk. II.Abdülhamid döneminde bizzat padişahın isteğiyle yapılan bu zarif bina, ünlü mimar Sarkis Balyan'ın eseri. (Bina; geçtiğimiz yıllarda metruk bir haldeyken; DİB'e verildi, restore edildi ve kullanılır duruma getirildi.) II. Abdülhamid'in Cuma selamlığı için zaman zaman bu tekkeye geldiğinden ve Cuma sonrası ayin-i şerife burada katıldığından söz edildi.
Başkan Görmez, sohbetimiz sırasında, DİB'in medyada daha çok olumsuz önyargıları körükleyecek bir şekilde gündeme geldiğini ve bu doğrultudaki haberlerin öne çıktığını dile getirerek sitem etti: "Bizi Türkiye'deki bütün ailelere, kızlarımıza, annelerimize babalarımıza mahcup edecek, bizi cevap konusunda bile zorda bırakacak, utandıracak bir konuda bile haber yapılıyor."
Örneğin, "DİB fetvası" adı verilen ve enseste dair tuhaf ifadeler içeren, bu nedenle de yoğun tepkiye neden olan yorumu yazan sorumlular saptanmış ve görevden alınmışlar. (Ancak, “plan” gerçekleşmiş, haber Vatikan'a kadar ulaşmış)
IŞİD'e en az katılımın olduğu ülke
Başkan Görmez'le sohbetimizin ana konu başlıklarından biri, IŞİD ve Türkiye'deki etkileriydi. DİB, IŞİD konusunda, Emniyet Genel Müdürlüğü ile ortak bir çalışma yürütüyor. “Dünyada IŞİD'e katılımın en düşük olduğu ülke Türkiye” şeklinde bir değerlendirme var.
"IŞİD'in kendisine temel aldığı Selefilik felsefesi, neden şiddet eğilimini içinde barındırıyor?" sorumuza, Görmez şöyle bir karşılık verdi: "Onların mantığının temelinde 'öze dönüş' anlayışı yatıyor. Kendi ideolojilerini metinlere söyletiyorlar.
DAEŞ'e en düşük katılımın Türkiye'den olması bizi mutlu etti. Bunlar arasında bir tane bile İmam Hatipli olmadığına da dikkatinizi çekerim. İmam Hatip ve İlahiyatlardaki eğitim doğru bir eğitim. Kuran dersinden çıkan çocuğun kimya dersine, felsefe dersine girdiği bir sistemden radikallik çıkmaz. Bu, Türkiye'nin başarısı. Körfez ülkelerinde, Pakistan'da bunu göremezsiniz."
Görmez, şu noktaya da vurgu yaptı: Türkiye'de, Selefilik “yerleşik”leşmemiş, İslamcı akımlar içinde, şiddet hiçbir dönemde yaygın bir destek bulamamıştır. 1990'lı yıllarda, Güneydoğu merkezli gelişen Hizbullah hareketinin de, devlet desteği arkasından çekilince, yaygınlaşamadığı görüldü.
"Neden, ülkemizdeki İslamcılık şiddete prim vermiyor, neden Selefilik Türkiye topraklarında yeşeremiyor?" şeklindeki sorumuzu, şöyle yanıtladı: "Ertuğrul Tekkesi’nde konuşuyoruz. Zikir, musiki ve kahveden aynı anda söz ediyoruz. Bizden Selefilik çıkmaz. Bazı ülkelerdeki İslam anlayışında bu muhabbeti yapamazsınız. Bizde irfan geleneği, ehli sünnet geleneği içine yerleşmiştir."
Görmez'in üzerinde durduğu en dikkat çekici nokta, "akıl ve hikmet" geleneği: "Nasıl ve niçin soruları sorulmadan, aklımıza başvurmadan inancımızın esaslarını belirleyemeyiz."
Ateistlerin inanmama özgürlüğü
DİB Başkanı Görmez'le olan sohbetimizden çıkan bazı başka değerlendirmeler:
Bu ülke, sadece inanç sahipleri için değil ateistler için de özgür bir ülke olmalı. O insanların da inanmama özgürlüğü sağlanabilmeli. Bu Diyanet’in de görevidir.
Heybeliada Ruhban okulu açılmalı. Biz, asırlarca, bu topraklarda, ortak medeniyetimiz içinde, tüm dinler mezhepler ortakça kardeşçe yaşadık. Din adamı ihtiyacı hisseden Ermeni yurttaşlarımızı Ermenistan'a, Ortodoksları Yunanistan'a, Caferi yurttaşlarımızı İran'a mecbur bırakan anlayışı doğru görmüyoruz.
Hukuktaki siyasette işletilen “mütekabiliyet” esasının, dini konularda işletilmesinin, doğru olmadığını düşünüyorum. “Siz Müslümanlara ne kadar hak ve özgürlük verirseniz biz de buradaki Hıristiyanlara o kadar veririz” demenin doğru olmadığını, İslami de olmadığını biliyorum.
Alevi yurttaşlarımızın cemevi talebi dahil, istekleri, insan hakkı, inanç hakkı olarak görülmeli, özgürlükçü bir anlayışla ele alınmalı ve çözülmelidir.
Şiddetin üstesinden gelmeye çalıştığımız Ortadoğu coğrafyasında, “İslamiyet” adına büyük faciaların yaşandığı bir dönemde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın barışçı ve diğer inançlara saygılı yaklaşımını önemsemek gerekiyor.
"Öze dönme" adı altında bağnazlığın üretildiği bir ortamda, "aklımıza vuralım" çağrısı yapan bir din anlayışının ne kadar gerekli olduğunu anlayabilir, değerlendirebiliriz.
Paylaş