Sonunda “İyiyim” yerine şöyle farklı bir yanıt aldım: “Biraz SAD’im var sadece.”
“Yani?” dedim ve açıkladı.
Aslında mevsimsel depresyona girdim demek istiyormuş.
Ama onun yerine bu durumun İngilizce klinik tanımını, yani “Seasonal Affective Disorder”ın kısaltması olan SAD’i kullanmak şimdilerde daha makbul ve pratikmiş, o yüzden “SAD’liyim” demiş.
Bu uzun açıklama üzerine bir an ben de depresyona girmek üzereydim ki, dikkatimi Storm Evans’ın Sidney’den gelme güleç yüzü dağıttı.
Storm kim mi? Dünyanın en iyi 50 barı listesinde yer almış Sidney’deki Cantina OK! isimli kokteyl barın kreatif direktörü ve master barmeni.
Cuma gecesi Lucca’ya ta Sidney’lerden kopup gelmişti Storm.
Tüm mekânlar dışarıya taşmış, caddelerin çoğunda mekânlara özel açık alanlar oluşturulmuştu. Çoğu mekâna girerken aşı kartımızı gösterip öyle giriyorduk.
Şehir pandemi bitkiniydi ama hızla canlanıyordu.
İki hafta önce gittiğim New York’un özeti ise şu oldu:
Uber’den taksiye, yemeklerden içkiye her şey daha pahalıydı ve trafik çok fazlaydı.
Ama turist olarak gidince insan tabii ki hep iyi şeylere odaklanıyor.
Onlardan birini, deneyim odaklı parti deneyimini hafta içi yazmıştım.
Şimdi sıra diğerlerinde:
◊ THE MARMARA’NIN EN YENİSİ
Önce The Marmara Taksim’in en üst katında Okra isimli restoran açıldı.
Kısa sürede yemekleriyle ilgi çeken mekânın ardından bu kez de otelin yıllardır hiç açılmamış olan terası Upperist olarak faaliyete geçti ve İstanbul’un 360 derecelik manzarası bir anda gözlerimizin önüne serildi.
Son kaliteli hamle ise otelin girişindeki Kitchenette’in yerine Cafe Marmara’nın gelmesi oldu. The Marmara Taksim’de bunlar olurken grubun Pera’daki otelinden de bir yeni mekân haberi geldi. The Marmara Pera’nın içine Pera 77 isimli bir caz kulüp açıldı. Çarşambadan cumartesiye haftanın dört günü yerli ve yabancı müzisyenleri ağırlayacak olan Pera 77, tıpkı Zorlu PSM içindeki Touche ya da Galata’daki Nardis gibi şehrin önde gelen caz performans sahnelerinden biri olmaya aday görünüyor.
Caz kulüplerinin çoğalması bir şehrin gece hayatındaki kalitenin yükselmesi açısından çok önemli. O nedenle: Pera 77 umarım uzun soluklu olur.
◊ KARAKÖY’DE İKİ FARKLI SERGİ
Birbirine çok yakın iki Karaköy mekanında iki farklı sanat olayı var.
Bu sonsuz, durum ne olursa olsun asla bitmeyen, hatta insanı çıldırtabilen özgüvenin kaynağı için “Lost”taki adaya düşenlerin yaptığı gibi sezon sezon kaynağın yerini aramaya gerek yok.
Kaynak kabak gibi önümüzde: Devrin, dönemin ruhu.
Her şey dahil otellerindeki aşırılık gibi bu ruhun muhteviyatında yok yok:
Sadece ve sadece hızla para kazanmak, emek vermeyi hiç düşünmemek, bu uğurda Ferrari hızıyla çirkefleşebilmek ve tüm bunlara eşlik eden canavarlaşmış bir özgüven...
İnsta halleri
Şimdi de Londra’daki yeni evini ve mahallesini sıkça paylaştığı için gündemde Bergüzar Korel.
Öncesinde de “setteki yorgunluğunu” paylaştığı için konuşulmuştu.
Aslında bu kadar çok paylaşım yaptığı için biliyor olsa gerek:
Bu itirafı da Matthew Perry, geçen yıl yayımladığı “Friends, Lovers and The Big Terrible Thing” kitabının önsözünde yazmıştı.
Artık bu sorunun yanıtını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Çünkü Perry ya da herkesin belleğine kazınmış ismiyle Chandler, Instagram’daki son paylaşımı olan jakuzinin içinde ölü bulundu.
Son paylaşımlarında Batman’e atıfta bulunarak kendinden sürekli “Mattman” olarak bahseden Perry, bu jakuzili finale adım adım nasıl geldi?
Bunun için 90’ların sonuna dönmek gerekiyor.
“KANEPE BENİM İÇİN CENNETTİ”
Perry’nin ağrı kesici bağımlılığı ilk kez 1997’de geçirdiği kayak kazasının ardından başlıyor. Bu konuyla ilgili New York Times’a verdiği bir röportaj var.
O röportajda şu cümleleri dikkat çekici:
Şöyle bir alternatif: İnsanların müzik eşliğinde dans etmekten çok birbiriyle sohbet ettiği, hızlanmak yerine yavaşladığı ve müziğin hissedilmediği, hatta bazen hiç olmadığı bir parti.
Cuma gecesi New York’ta tam da böyle bir partiye katıldım.
Secret isimli bir sosyal kulüp tarafından düzenlenen parti Manhattan’da, 1847 yılında inşa edilmiş altı katlı bir evdeydi ve sabaha dek sürdü.
Öncelikle evin kendisi zaten film ya da dizi platosu gibiydi.
Çık çık bitmeyen merdivenler, katlar...
Eski dönemlerin, özellikle de 30’ların havasını taşıyan bir atmosfer...
Ve bu katlar arasında sürekli inip çıkan insanlar...
Katların sadece birinde müzik vardı.
Yaman sinirleniyor, aniden cep telefonuna uzanıp çekimi yapan kişinin elinden alıyor ve telefonu fırlatıyor.
Şahsen pek beğendiğim bu fırlatma görüntüsü sosyal medyada yayılınca haliyle konuşulmuştu.
İki gün sonra unutulup gidecek bu görüntü için Can Yaman peş peşe öyle açıklamalar yaptı ki, tüm cümlelerde müthiş bir kibir sağanağı vardı.
Önce, “Burada (İtalya’yı kastediyor) aylardır yaptığım yüzlerce hayır işinden, güzelliklerden haberi bile olmayan tipler beni eleştiriyor” diye yazdı Yaman.
Nitekim bu çok klişe bir savunma yöntemidir.
En ufak bir eleştiride, “Ama ben yüzlerce hayır işi yapıyorum”u öne sürmek yardım eli uzattıklarına ilk başta hakaret.
Çünkü hayır işi başkaları görsün, birileri duysun diye zaten yapılmaz.
◊ SİNEMA...
İKSV’nin düzenlediği filmekimi için son hafta sonu.
22. kez düzenlenen bu mini festivalde Cannes, Venedik, Berlin ve Toronto gibi festivallerde prömiyerini yapmış ödüllü filmler gösteriliyor.
Mesela onlardan biri Juliette Binoche’un oynadığı dönem filmi “Şeflerin Aşkı”.
Bir diğeri Wim Wenders’in yeni filmi “Perfect Days”.
“Carol” ve “Far from Heaven”la tanınan Todd Haynes’in yeni filmi “May December” da filmekimi programında. Bu filmde Natalie Portman ile Julianne Moore oynuyor üstelik.