İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay, halkoyuna sunulacak olan Anayasa paketi kabul edilir de yürürlüğe girerse “farklı bir Türkiye’de yaşayacağımızı” söylüyordu, değil mi? Sadece onun değil, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun değerlendirmeleri de öyle.
İyi de... Nasıl bir Türkiye’de yaşayacağız? Önce lafı dolandırmadan söyleyelim: Halkoyuna sunulacak metnin elbet “iyi” yani “demokratikleştirici” hükümleri var. Örneğin “çocuklar, yaşlılarla, özürlüleri, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul gazileri” koruyan, ayrıca bireylerin “kişilik haklarını” ve “yurtdışına çıkma özgürlüğünü” güvence altına alan; çocukları “her türlü istismara ve şiddete karşı koruma” görevini devlete veren; “memurların ve diğer kamu görevlilerinin, toplu sözleşme yapma hakkını” tanıyan; “kamu denetçiliği” (ombudsman) kurumunu getiren, memurlar ve diğer kamu görevlilerine verilen “disiplin” cezalarına karşı “yargıya” başvurma hakkını tanıyan hükümler böyledir. Zaten bu maddelere kimsenin karşı çıktığı yok. Bugünkü siyasi iktidarla onun yandaşlarının anlamak istemediği de zaten bu! Sanki “hayır” diyenler bu hükümleri ve onların sağlayacağı “demokratikleştirici” hükümleri istemiyormuş gibi gösteriyorlar. Oysa o olumlu maddelerin yanında bu iktidarın “yargıyı” kendi dümen suyuna çekebilmek amacıyla getirdiği hükümler var. Örneğin “yargı bağımsızlığının” önündeki en büyük engel yani “Adalet Bakanı ile Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) üye olması” aynen devam ediyor. Üstelik Bakan’ın bu kurula müdahale olanağı daha da genişletiliyor. Söz gelimi HSYK’nın en kritik makamı olan Genel Sekreteri’ni tayin yetkisini bu kurula bırakmıyor. Her şeye burnunu kolayca sokabilsin diye Adalet Bakanı’na veriyor. İşin tuhafı daha önce bunun sakıncalarına dikkat çekmiş olan Avrupa Birliği’nin sözcüleri şimdi aynı şeyi alkışlıyor. Getirilen hükümler Anayasa Mahkemesi’ne TBMM tarafından 3 üye seçilmesine olanak veriyor. Böylece yargı ile siyaset arasında organik bir bağ oluşturuluyor. Yargıya bundan daha çok zarar verecek hiçbir şey düşünülemeyeceği halde yeni değişiklik o yanlışı, bile bile devreye sokuyor. “Adalet müfettişlerinin yargıç ve savcılar hakkında soruşturma yapmasını” siyasi bir kişi olan Adalet Bakanı’nın “olur”una bağlıyor. Dahası... Hakim ve Savcıların denetlenmesini sanki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na bırakıyormuş gibi yaparken ayrıca bir de Bakanlığa aynı yetkiyi tanıyor. Yani denetleme baskısını “ikiyle” çarpıyor. Siyasi iktidarın, Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye sayısını artırma bahanesiyle bu kurullara yandaş üye yerleştirme planından söz etmeye bile gerek yok. İşte böyle, “adalet”i siyasi iktidarın -hem de böyle hukuk düşmanı bir siyasi iktidarın- keyfine bırakmış bir Türkiye eğer iyi bir Türkiye olacaksa, buyurun siz de sevinin.