EEEE... Siz açık denizde seyreden bir sivil gemiye askeri helikopterlerle tutar gece yarısı en seçkin dediğiniz birliği indirir, karşınıza çıkan sivillerden 9’unu oracıkta öldürüp 20’ye yakın insanı da yaralarsanız, bunu yaptığınız ülkenin semalarından hiçbir şey olmamış gibi geçip gidemezsiniz.
Geçen gün 100 kadar sivili Polonya’daki Auschwitz kampına götüren İsrail askeri uçağına Türkiye semalarından geçiş izni vermeyen Türk hükümeti, yerden göğe haklıdır. Nitekim Kanada’da düzenlediği basın toplantısında gazetecilere Başbakan Tayyip Erdoğan da, “Evet, Mavi Marmara gemisine (İsrail tarafından) düzenlenen saldırıdan sonra bu kararı aldık” diyerek doğruladı. Gerçi şimdi “Askeri amaçlı uçakların geçişi için İsrail’in yapacağı başvurularda ayrıntılı bilgi istenecek. Değerlendirme sonucu geçiş izni verilip verilmediği İsrail’e bildirilecek” deniyor, yani biraz daha yumuşak bir tavır sergileniyor ama... Gerçek şu ki, daha bir-bir buçuk sene öncesine kadar “askeri alanda en yakın işbirliği” içinde olduğumuz İsrail artık yok. Hele “stratejik işbirliği” türü laflar tümden anlamını yitirdi. Tekrar aynı noktaya gelir miyiz? Ne zaman gelebiliriz, Allah bilir. Ama o noktaya tekrar gelebilmemiz için Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi İsrail’in: 1) Türkiye’den özür dilemesi; 2) Mavi Marmara baskını nedeniyle sebep olduğu maddi manevi zararı tazmin etmesi; 3) Uluslararası soruşturmayı kabul etmesi ve 4) Gazze’ye uyguladığı ablukayı kaldırması şart görünmektedir. Tabii Erdoğan’ın koyduğu koşulları yerine getirmek demek Mavi Marmara baskınının sorumluluğunu üstlenmek anlamına gelir. O da Başbakan Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak’ın “suç işleyip işlemedikleri” sorusunu doğurur. Hoş şu anda bizzat Netanyahu’nun atadığı -gerçekten sözde- bir “Uluslararası Komisyon” konuyu incelemekle görevlidir. “Gerçekten sözde” dememizin nedeni, burada görev alan bir Kanadalı ile bir İrlandalıya oy hakkı tanınmamış olmasıdır. Aslında İsrail, bu tür olayların üstünü örtme hatta kabahati karşı tarafa yükleme konusunda çok beceriklidir. Hatta Eylül 1982’de Filistinli mültecilerin yaşadığı Sabra ve Şatila isimli kamplara, Lübnanlı Falanjistlerin saldırmasına sadece göz yummakla değil, saldırıyı düzenlemekle de suçlanan o tarihin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron hakkında da o tarihte bir “inceleme” yapıldı. Komisyon Şaron’un “şahsen sorumlu olduğu” sonucuna vardı. Ama Şaron’a bu yüzden yaptırım uygulanmadığı bir yana, İsrail halkı daha sonra onu Başbakan yaptı. Önemli bir ayrıntı daha: Sabra ve Şatila’da en az 900 sivilin katli olayını Şaron’un düzenlediğini iddia eden Lübnanlı tanık Elie Hobeika, bu konuda Belçika’da görülen bir davada tanıklık yapmasından bir gün önce, bombalı bir suikast sonucu öldürüldü. Tabii İsrail, bunda da hiç rolü olmadığını iddia etti. Görüyorsunuz değil mi İsrail’i yönetenler hukuka çok saygılıdırlar(!).