Paylaş
Artık konu sadece Çin’i ilgilendirmiyor. Korona salgınının Çin’den Güney Kore, İran, Irak ve İtalya’ya yayıldığı haberleri durumun vahametini giderek arttırıyor. Yani Türkiye’den bakıldığında salgın artık “uzakta” değil, “kapıya gelmiş” görünüyor. Orta Doğu ülkelerinden tek tek gelen haberler virüsünün Kuveyt, Ürdün ve İsrail’de ülke dışından gelenlerde “görüldüğü” yönünde.
Korona virüsünden İran’da etkilenenlerin ve hayatını kaybedenlerin sayısının hızla yükselmesi, Türkiye dahil, bölge ülkelerini alınan tedbirleri arttırmaya zorluyor, İran’ın komşularından tecrit edilmesi süreci hızlanıyor. Bir ölçüde İtalya için de benzer bir durum söz konusu.
Türkiye, İran’la olan 3 sınır kapısını geçici olarak kapattığını bu hafta başında açıkladı. Ağrı-Gürbulak, Van-Kapıköy ve Hakkari-Esentepe sınır kapılarından Türk vatandaşı olmayanların Türkiye’ye girişine izin verilmiyor. Buna Ağrı’dan Nahçıvan’a açılan Dilucu sınır kapısı da eklenince kapanan gümrük kapısı sayısı 4 oluyor. Türkiye’den İran’a yapılan tren seferleri de durdurulmuş ve Van-Kapıköy tren yolu kapısı da geçici olarak kapatılmış durumda.
Türkiye ile İran arasındaki hava trafiği de, Türk Hava Yolları’nın Tahran dışındaki şehirlere yaptığı seferleri durdurmasıyla, aksıyor. Türk Hava Yolları Tahran’a yaptığı sefer sayısını önemli ölçüde azalttığını açıkladı. Türkiye hava yoluyla gelen İranlı yolcuları da kabul etmiyor. İran’dan gelen Türk vatandaşlarının da, 14 günlük karantina dahil, Türkiye’ye girişine kurallar getirildiği izleniyor.
İran’ın diğer komşuları (Irak, Pakistan, Afganistan ve Ermenistan) da benzer tedbirleri uyguluyor. Bu ülkeler İran’la olan sınır kapılarını kapatmış durumdalar. Korona virüsü salgınıyla ilgili haberler 30’u aşkın ülkeden geliyor. Bunlar arasında İtalya da bulunuyor. Avrupa Birliği kurallarına ve Schengen Anlaşması ve kurallarına rağmen AB içindeki komşuları bile İtalya’ya karşı “korumacı” tedbirler alıyor.
Avusturya’nın İtalya’dan gelen bir treni ülkesine sokmaması ve İtalya ile sınırını kapatması bu durumu açıkça gösteriyor. Korona virüsü salgınının ortaya çıkarttığı gerçek ciddi durum ve yayılan panik havası el ele büyüyor. Turizm başta olmak üzere ülkeler arasındaki ekonomik ve kültürel işbirliğinin yayılan salgından olumsuz bir şekilde etkilenmemesi artık imkansız gibi görülüyor. İş insanları seyahat etmekten çekiniyor, salgının turizm ve ulaştırma sektörüne verdiği zarar şimdiden ortaya çıkmış gibi görünüyor.
Çin, Güney Kore ve İtalya’nın salgından etkilenen ülkeler arasında bulunması korona virüsü salgınının Dünya ekonomisi üzerinde yapacağı olumsuz etkiler üzerindeki endişeleri büyütüyor. Bu üç ülke de Dünya’daki en büyük ekonomiler arasında bulunuyor. Korona virüsü salgınının Dünya ekonomisi üzerindeki olumsuz etkisinin salgının ve yayılmasının ne zaman önlenebileceğine bağlı olduğuna işaret ediliyor.
Şubat ayı başında yazdığım yazıda (13 Şubat- Korona Salgını ve Uluslararası Tepkiler) salgının yaz aylarında Tokyo’da yapılacak Olimpiyatları bile olumsuz şekilde etkileyebileceğine değinmiştim. Mevcut görüntü bu ihtimali arttırmaktadır. Virüsten etkilenen ülkelerde önemli ulusal ve uluslararası etkinlikler arka arkaya iptal edilmektedir.
Şubat ayı içinde yapılması planlanan Singapur Hava Gösterisi ile Turizm Acentaları Fuarı da ertelenen etkinlikler arasında bulunuyor. Avrupa’dan da etkinliklerin ertelendiği haberlerinin gelmeye başladığı görülüyor. İtalya’nın bazı lig maçlarını seyircisiz oynatma kararı alması korona virüsü salgınının bu ülkede etkisini arttırdığının bir habercisi oluyor.
Son olarak Çin ülkeyi yöneten Komünist Partisi’nin en üst karar alma organı olan Ulusal Halk Kongresi’nin Şubat ayı son haftasında Pekin’de yapılması gereken ve Çin’in tüm bölgelerinden 3 bin kadar üyenin katılması beklenen Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı’nı süresiz olarak ertelemiştir. Konunun uzmanları böyle bir ertelemeye Çin Komünist Partisi tarihinde çok eder rastlandığına işaret etmekte; korona salgınının Çin’de hayatı ne ölçüde olumsuz yönde etkilediğini ortaya koyduğunu vurgulamaktadır.
Aynen Çin’de olduğu gibi İran’da da hükümet zamanında kamuoyuna doğru bilgi aktarmamakla ve durumun “ciddiyetini” “örtbas” etmeye ve gizlemeye çalışmakla suçlanmaktadır. Her ne kadar, İran Meclisi’nden yükselen salgın nedeniyle İran’da hayatını kaybedenlerin sayısının açıklanan resmi rakamdan çok daha üstünde olduğu yönündeki ifadeler İran Sağlık Bakanı tarafından yalanlansa da tartışmalar bitecek gibi görünmemektedir.
Korona virüs salgınının İran’ı, Tahran yönetimi için “çok kötü bir zamanda” etkilemeye başladığını söylemek gerekmektedir. Son olarak (21 Şubat) yapılan Meclis seçimlerine katılım oranının, İran’da rejim değişikliğinden bu yana, en düşük oranda gerçekleşmesi, ülkede rejimin “meşruiyeti” konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. 21 Şubat Meclis seçimine katılım oranı, Dini Lider Ali Hamaney’in yaptığı bütün çağrılara rağmen % 42,57’de kalmıştır.
İran Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin “reformist” ve “liberal” sayılacak bütün adayları listelerden elemesinden sonra gidilen Meclis seçimini “muhafazakarların” kazanmasının İran’da önümüzdeki dönemde rejim ve rejim karşıtları arasında yaşanan mücadelenin daha da “yoğunlaşacağının” bir habercisi olduğu yorumları yapılmaktadır.
İran Devrim Muhafızları’nın önde gelen ismi Kasım Süleymani’nin 3 Ocak’ta Bağdat Havaalanında ABD’nin düzenlediği bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra gelişen olaylar Tahran rejimi için oldukça olumsuz bir tabloyu ortaya çıkartmıştır. İran ekonomisinin ağır ABD yaptırımları altında bulunduğu, İran-ABD rekabet ve çatışmasının Irak’ta alevlenmekte olduğu bir dönemde, İran’ın şimdi (Çin’den sıçradığı anlaşılan) korona virüsü salgını ile mücadele etmek zorunda kalması Tahran rejimi için ciddi, talihsiz bir gelişmedir.
Orta Doğu bölgesi yaşamak zorunda bırakıldığı bütün savaşlar, çatışmalar, istikrarsızlıklar ve bölünmeler yanında şimdi de (havadan geçmesi nedeniyle) tehlikeli bir şekilde yayılma eğilimi gösteren virütük (viral) bir salgınla karşı karşıya bulunurken bölgede dikkat çeken gelişmeler de olmaya devam etmektedir. Geçtiğimiz hafta içinde bu gelişmelerden biri Katar ile Ürdün arasında yaşanmıştır.
Katar Emiri Şeyh Tamim Bin Hamed Al Sani’nin Ürdün’e giderek, Ürdün Kralı 2. Abdullah’la Amman’da görüşmesi bölge dengeleri için önemlidir. Bu durum Ürdün’ün Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından Katar’a karşı 5 Haziran 2017’de oluşturdukları koalisyondan tamamen çıktığının bir işareti olarak algılanmıştır.
Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır 2017 yılı Haziran ayında Katar’la tüm siyasi ve ekonomik ilişkilerini kesmişler ve bu ülkeye karşı karadan, havadan ve denizden bir abluka başlatmışlardır. Katar’a karşı Suudi Arabistan ve BAE tarafından başlatılan ağır yaptırımlar 2,5 seneyi aşkın bir zamandan beri sürmektedir. Katar, komşu Körfez Arap ülkelerinin uyguladığı bu ağır baskıdan, Türkiye ve İran’ın devreye girmesiyle kurtulabilmiş, ancak Doha ile Arap komşuları arasındaki sorunlar çözümlenemeden günümüze kadar devam etmiştir.
Bu yılın başında Riyad ile Doha’nın ilişkilerini düzene koymak için görüşmeler başlattıkları yönünde gelen haberler de sonuç vermemiş, Katar geçen hafta içerisinde komşusu Suudi Arabistan’la başlatılan “uzlaşı” görüşmelerinin askıya alındığını açıklamıştır. Katar Emirinin Ürdün’e yaptığı ziyaret bu çerçevede önem kazanmaktadır. Emir Şeyh Tamim’in Ürdün’den sonra Tunus ve Cezayir’i de ziyaret edeceği bildirilmektedir.
Ürdün, Suudi Arabistan’ın ve müttefiklerinin Katar’a karşı uyguladığı siyasi ve ekonomik yaptırımlara başlangıçta destek verir gözükmüş; Doha’daki Büyükelçisini geri çekmiş, ancak daha sonra Ürdün-Katar ilişkilerinde “buzlar” erimeye başlamıştır. Geçen sene iki ülke arasında Büyükelçi seviyesinde diplomatik ilişkiler yeniden tesis edilmiş; karşılıklı Büyükelçi atamaları gerçekleştirilmiştir.
Arap Dünyası içinde bir tarafta Riyad ve Abu Dabi’nin diğer tarafta Doha’nın bulunduğu ciddi bir bölünme yaşanmaktadır. Bu bölünmenin arka planında bu ülkeleri yöneten aileler arasında, kökleri geçmişe uzanan, bir rekabet ve çatışmanın bulunduğu sıklıkla işaret edilen bir husustur. Bununla birlikte başta Arap Baharına yaklaşım ve Arap Dünyasında siyasi değişim gibi konularda Katar ile Suudi Arabistan ve BAE arasında büyük görüş ayrılıkları bulunduğu da bir gerçektir.
Katar, Arap Dünyası’nda değişimi ve Arap Baharının ön plana çıkarttığı düşünce ve kuruluşları desteklerken, Riyad ve Abu Dabi değişimi ve Arap Baharını kendi aile rejimleri için tehdit olarak görmekte; Arap Dünyasında statükoyu koruma yönünde gayret göstermektedir. Mısır’da Mübarek benzeri Sisi’nin, Libya’da Kaddafi benzeri Haftar’ın ve totaliter askeri rejimlerin desteklenmesi bu nedendendir.
Suriye, Yemen ve Libya’da savaşın sürdüğü; Irak, Bahreyn ve Lübnan’da istikrarsızlık ve çatışma ortamının devam ettiği bir ortamda Katar ile Suudi Arabistan ve BAE arasındaki çatışma ve rekabet bütün Arap Dünyasına yayılmış görünmekte; İsrail ile küresel güçler de bu durumdan faydalanmaya gayret göstermekte, Orta Doğu’daki etkinliklerini arttırmaya çalışmaktadır. Bölgesel güçler olarak İran ve Türkiye de bu tabloda yer almakta, bölgesel mücadele dışında kalamamaktadır.
Dünya’nın uluslararası işbirliği isteyen bir salgın hastalıkla karşı karşıya bulunduğunun daha kesin hatlarla ortaya çıktığı bir sırada geçen hafta içinde, ABD’de de önemli gelişmeler yaşanmıştır. Başkan Trump azil sürecinin lehine sonuçlanmasından hemen sonra ilk ülke dışı ziyaretini Hindistan’a gerçekleştirmiştir.
Hindistan ve Pakistan’ı kapsayan Güney Asya bölgesinde dengeler ABD, Çin ve Rusya’nın da içinde bulunduğu oldukça karmaşık bir görünüm vermektedir. Vaşington’un, Hindistan’ı Pakistan’la çok iyi ilişkiler geliştiren ve yine bir Asya ülkesi olan Çin’e karşı bir denge unsuru olarak gördüğü bilinmektedir. Başkan Trump’ın Hindistan ziyaretinin bir amacının Asya’da Çin’e karşı denge arayışları olduğuna şüphe yoktur.
Başkan Trump Hindistan’ı ziyaret ederek Hint asıllı ABD seçmenine mesaj gönderme imkanı da elde etmiştir. Bugün ABD’de 3 milyona yakın Hint asıllı ABD vatandaşı yaşamaktadır. Başkan Trump 3 Kasım 2020 Başkanlık seçimlerini kazanmak ve ikinci dönem Başkan seçilmek amacındadır ve ABD’de seçim süreci giderek hız kazanmaktadır.
ABD Başkanlık seçim sürecinde Demokrat Parti de kendi adayını tespit etmek aşamasındadır ve süreç giderek ilginç bir görünüm almaktadır. Demokrat Parti şimdiye kadar 3 eyalette ön seçim yapmış ve 2 eyalette (New Hampshire ve Nevada) seçimi kazanan Senatör Bernie Sanders’in adı ön plana çıkmaya başlamıştır.
Senatör Sanders son derece ilginç bir adaydır. Vermount eyaleti Senatörü olan 78 yaşındaki Sanders 2016 Başkanlık seçiminde de Demokrat Parti başkan adaylığı için Hillary Clinton’a karşı yarışmış ve kaybetmiştir. Sanders sosyal demokrat, hatta sosyalist sayılabilecek görüşleriyle tanınmakta, ABD’de “yeni liberalizmin” temsilcisi olarak görülmektedir. Sanders ile Trump arasında birçok konuda olduğu gibi çevre ve iklim değişikliği alanlarındaki görüş farkları da çok derindir.
Dış politika alanında da Sanders ile Trump Dünya’ya farklı gözlüklerden bakmaktadır. Yahudi bir aileden gelmesine rağmen Sanders’in Filistin sorunu konusundaki görüşlerinin Trump’dan çok farklı olduğu; Sanders’in ABD Yahudi Lobisi ile arasının ise iyi olmadığı bilinmektedir. Senatör Sanders’in Demokrat Parti Başkan adaylığını kazanması halinde 3 Kasım ABD Başkanlık Seçimi hem ABD hem de Dünya için çok daha ilginç bir noktaya gelecektir.
Paylaş