Nihat Hatipoğlu

Manevi iklimimizin baharındayız

18 Haziran 2010
ÜÇ aylara girdik. Dün gece Regaip Kandili’ydi. Recep ve şaban ayları, sonrasında ise ramazan gelecek.

Bu yıl ramazan çetin geçebilir. Zira ağustosun 10’unda ilk orucu tutacağız. Havalar sıcak olabilir. Belki de daha çok sevap alabilmek için bir fırsattır bu. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu iki ayda fiziksel ve ruhsal yapıyı ramazana hazırlamak için, ibadetle daha da içlidışlı olmayı isterdi. Daha çok nafile oruç tutardı. Bazen günlerce oruçlu dururdu. Bazen camiye gider ve orada Rabbini anmak için özel zaman ayırırdı. Peki, bizler üç aylarda neler yapabiliriz?! Ramazana daha içten, daha gönülden ve daha hazırlanmış olarak girmek için nasıl bir yol haritası çizebiliriz?!

Kuran’la ilgimizi yoğunlaştıralım:

Mutlaka her birimiz Kuran-ı Kerim’i elimize almışızdır. Bazı ayetlerini, bazı surelerini biliyoruzdur. Ama Kuran-ı Kerim’i bir defa olsun baştan sonuna kadar tefekkür ederek okuduk mu? Rabbimizin bizden ne istediğini biliyor muyuz? Kuran-ı Kerim’le ilgili bilgimizi neden ekranda veya camide konuşan ilahiyatçıların sundukları bilgiyle sınırlıyoruz. Daha ötesi yok mu? Mesela, Mekke’de inen ayetlerdeki konuları, vurguları ve temaları ile Medine’de inen ayetlerin temasını, vurgusunu okuduk mu? Hatta daha ötesi, namaz sureleri diye nitelenen kısa sureleri -anlamlarıyla- okuduk mu? Merak ettik mi?
İşte bu aylar Kuran-ı Kerim okumak için bir fırsat. Çok güzel mealler var. Mesela, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meali ile Muhammed Esed’in veya Elmalı’nın mealini karşılaştırmalı olarak okuyabiliriz.

Yazının Devamını Oku

Gece uykusu kaçınca

11 Haziran 2010
MAHŞER günüdür. Her mazlumun zalimi aradığı çetin bir gündür. Defterlerin ortaya saçıldığı, gizli hiçbir şeyin kalmadığı hesap günüdür.

Bir kul hesaba getirilir. Hayatında işlediği sevabı az olan bir kuldur. Tutunacak dalı, övünecek iyiliği yoktur. Bütün ömrü günahlarla doludur. Melekler defterine bakarlar. Defterinde onu sahile çıkaracak bir amel bulamazlar. Nihayet onu cehenneme doğru sürüklerler. O ise durmaksızın yalvarmaktadır. Ama görevli melekler ona kulak vermezler. Onu dinlemezler. Melekler şöyle derler: “Bugün burada yalvarmanın faydası yok. Sen dünyadayken günahlarından ötürü yalvarsaydın, tövbe etseydin, iyilikler yapsaydın, bugün bu halde olmayacaktın.” Bu hali zaten gören ve bilen Yüce Allah sorar: ”Bu kulun hiç mi iyi ameli yok?” Melekler; “Hayır Ya Rabbi, defterinin iyilik hanesi bomboş” derler. Defterine bir daha bakarlar. Hiçbir şey bulamazlar. Sonra yeniden sürüklerler. Derken Yüce Allah buyurur: “Onu bırakın. Onun, sizin bilemediğiniz bir iyi ameli vardır.” Melekler defterde bulamadıkları ama Yüce Allah’ın ezeli ilmiyle bildiği bu ameli merak ederler. “Ya Rabbi” derler; “Bizim bilemediğimiz, defterlerde de göremediğimiz ama Yüce Zatınızın bilebildiği o iyi ameli nedir?” Yüce Rabbimiz şöyle buyurdu: “O bir gece uykusu kaçtığında, yana dönerken beni anmak niyetiyle; içinden gelerek, hissederek bir defa “Lailahe illallah- Allah’tan başka tapılacak hiçbir Rabb yoktur” demişti. Ben bugün bu kulumu o samimi zikri hürmetine affettim. Onu ateşe götürmeyin...”
Hz. Peygamber (s.a.v) bazen ahiret aleminde olacak bu tür sahneleri, manzaraları ufkumuza sunar. Tıpkı miraç gecesi gördüğü manzaralar gibi. Cennet ve cehenneme ait müşahede ettiği görüntüler gibi. Bu hadise de işte o tür olaylardan biridir. Allah’ı anmanın, samimi bir imanla onu sayıklamanın, Allah katındaki itibarını gösteren ders verici bir örnektir. Hiçbir amelimize fazla güvenmeyeceğiz. Ama hiçbir amelimizi de basit görmeyeceğiz. Kim bilir; belki de bir mağdurun, mazlumun veya yetimin duası en hararetli ateşleri bile söndürmeye gücü yeter.
DİLENCİYE PALTOSUNU VERİNCE...
 Dilenen bir kadın gördü. Buz gibi bir hava vardı. Kadının hali perişandı. Kucağında ise küçük bir çocuk vardı. Elleri, ayakları kaskatı kesilmiş, dudakları morarmıştı. Oradan geçerken dilenen kadın başını kaldırıp yüzüne baktı. Sonra mecalsiz bir şekilde seslendi: “Allah için; şu çocuğun hatırı için, şu fakire bir şey.” Sağına, soluna bakındı. Verecek bir şey yoktu. Zira o da zengin değildi. Belki şu dilenen kadından farkı, onun dilenmemesiydi. Fakat bir şey veremeden de geçemedi. Zira kadının kucağında üşüyen, titreyen bir sabi vardı. Sırtında onu soğuktan koruyan bir hırkası vardı. Belki tek zenginliği de buydu. Hırkasını çıkardı ve üşüyen çocuğun üzerine bıraktı. En azından şu sabinin morarmış dudakları, kaskatı kesilmiş ayaklarını biraz olsun ısıtırım diye düşündü. Kadının ağzından hafif bir sesle çıkan duayı işitti. ”Allah senden razı olsun.”
Adam gece fakirhanesine vardı. İçi huzurlu bir şekilde başını yastığına koydu. Uykuya dalınca bir rüya gördü. Rüyada muhteşem bir köşk gördü. Ucu, bucağı olmayan muhteşem bir köşktü. Merakla sordu: “Burası neresidir? Bu köşkün sahibi kimdir?” Dediler ki: “Burası cennettir. Bu köşkün sahibi ise sensin.” Hayretle sordu: “Benim hangi amelim var ki, ben bu köşkü hak edeyim.” Dediler ki: “Evet, büyük bir amelin yok belki, ama bugün şu çocuğun hatırına sırtına attığın palton, Allah’ın katında öylesine kabul gördü ki; işte karşılığında sana bu köşk verildi. Zira bu iyiliği yaparken, senin gayen sadece Allah’tı...”
Bir paltoya, bir köşk. Kişinin niyeti iyiyse, Allah’ın hazinesinin sınırı elbette ki yoktur. Ama burada önemli olan samimiyet ve ihlas olsa gerek. Şimdi şu soruyu sormak lazım: “Acaba bu adam paltosunu uzatırken, köşk elde edeyim diye uzatsaydı, köşk elde edebilir miydi?” Hiç sanmıyorum. İyi bir iş yaparken derdimiz cehennemden kurtuluş veya cenneti hak ediş olursa; o işin hiçbir kıymeti olmaz. Derdimiz, çabamız sadece ve sadece “O razı olsun” olmalıdır.
Yukarıda verdiğim iki örnekte Yüce Allah’ın rahmet ve engin affıyla kainata yansıdığı anı gösteriyor. Ama bir de diğer boyut var. Ondan da bir örnek vereyim de hayatımızın negatif unsurlarını sorgulayalım en azından...

Yazının Devamını Oku

İslam ahlakından ölümsüz örnekler...

4 Haziran 2010
DENİR ki; Bağdatlı Cüneyd bir gün camiye giderken yolda yatan bir sarhoş görür. Sarhoşla karşılaşmamak için yolunu değiştirir.

Camiye diğer bir yoldan girer. Cüneyd o gece rüyasında Hz. Peygamberi görür. Peygamberimiz rüyasında Cüneyd’e sırt çevirir. Bunu gören Bağdatlı Cüneyd altüst olur. Kızarır. Renkten renge girer. Sonra büyük bir utanç ve korku içinde sorar. Efendim, der; “hangi kusurum oldu ki, Siz bana sırt çevirdiniz?” Peygamberimiz rüyasında şöyle cevap verir: “Sen bugün camiye giderken yola düşmüş bir sarhoş gördün. Onu horladın, önemsemedin ve ondan yüz çevirip başka yoldan camiye girdin. Halbuki sen onunla ilgilenseydin, onu yanına alıp ayıltsaydın ve ona bu yolun boş olduğunu anlatsaydın doğru olanı yapmış olurdun. Sen ondan yüz çevirdiğin için ben de senden yüz çevirdim.” Kimseyi, hiçbir günahkârı hor görmemek lazım. Belki onun bulunduğu halde biz de olabilirdik. Yarın öyle olmayacağımızı kim garanti edebilir ki....

* * *

Bir büyük zatın yakarışı ne kadar manidardır: “Yarabbi! Sen ki bu kadar nimeti istemeden veriyorsun. Mutlaka isteyene de vereceksin.” Yüce Allah’tan ümidi kesmemek için bundan daha güzel örnek olabilir mi?

* * *

Yazının Devamını Oku

Gerçek secde ehli hani nerede?

28 Mayıs 2010
ESKİDEN kişilerin namazı, ibadeti, dini hassasiyeti ahlakı için bir referans oluyordu.

Namazını kıldı mı onun ahlaklı olduğuna hükmederdik. Gerçi Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kişinin ibadeti sizi yanıltmasın” uyarısı vardı, ama biz bu uyarıyı bir olgunlaşma süreci olarak algılardık.

Ama gördük ki, dindar olmak veya dindar olmamak, siyaseten şu veya bu taraftan olmak; ticarette dürüstlük, komşu ilişkilerinde hassasiyet, sözünün eri olmak, vicdanlı olmak gibi erdemlere ulaşmak için yeterli bir referans oluşturmuyor. Maalesef oluşturmuyor. Hz. Ömer şahitlik yapmak isteyen kişiye “Bana seni tanıyan birini getir” der. Adam da birini bulur ve getirir. Hz. Ömer referans olacak adama sorar: “Sen bununla ticaret yaptın mı veya yolculuk yaptın mı veya komşuluk yaptın mı?” Adam “Hayır efendim” der. Hz. Ömer, “Muhtemelen sen bu adamı camide Kuran okurken ve başını bir oraya bir buraya sallarken gördün” der. Adam “Evet ya Ömer” der. Hz. Ömer bunun üzerine şöyle der: “Hadi çek git buradan. Sen bu adamı tanımıyorsun”. Öyle ya, camide kamil mümin de bulunur, kafasında bin tilkinin dolaştığı sahtekâr da.

Tabii ki bu iki sınıf her yerde bulunur. Camide de, üniversitede de, sokakta da, başka yerde de. Ama bizim önemsediğimiz nokta, dini hassasiyetle bu olumsuz ahlakın bir çatıda toplanmasıdır. Bu satırlar tabii ki imanının, ibadetinin, secdesinin hakkını veren gerçek bir müminle ilgili değildir. Sözümüz, secde etmesine rağmen biraz sonra ticaretinde, sözünde, hareketlerinde başkasını aldatacak ve dolaylı olarak dini de karalayacak olan sahtekârlarla ilgilidir. İbadetler bir kemalin, çilenin, kademe kademe olgunlaşmasının ürünü değil de, edep ve ruhundan arınmış bir ibadet haline gelince bu sonuç da kaçınılmaz oldu.

Neden bu satırları yazdım?.. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şu uyarısı; kötü niyetlilerin, haramilerin, hem İslam’ı menfaati için kullananların ve hem de dinimizi tenkit etmek için zemin arayanların yollarını tıkayacak kadar açıktır: “Kişinin namazına, orucuna bakmayın. Konuştuğunda doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde emaneti yerine getirip getirmediğine, dünya kendisine yöneldiğinde takvayı bırakıp bırakmadığına, menfaat sırasındaki tavırlarına bakın. Emaneti olmayanın dini olmaz.” (Musannef, Abdurrezzak, hd. 20192; kenzu’l-ummal, hd. 8435)

Yazının Devamını Oku

Yağmaladığınız tencereleri devirin!

21 Mayıs 2010
İSLAM’ı “güzel ahlak” olarak özetlersek yanlış yapmış olmayız. İslam güzel ahlaktır. Ahlaklı olmaktır. Namazın, orucun, zekâtın, haccın hedefi böyle bir ahlak oluşturmaktır.

Komşu hakları konusundaki uyarılar, kötü söz söylememek, gıybet yapmamak, zulmetmemek, mazlumun yanında olmak, boş ve faydasız sözü yaymamak, abesle meşgul olmamak, insanları aldatmamak, sözünde durmak, emanete ihanet etmemek, insanların mahremini kurcalamamak, başkasının ayıbından önce kendi ayıplarıyla meşgul olmak... Evet bunların hepsi “güzel ahlak”ın pratikteki yansımaları değil mi?

Kişi hacca gitmesine rağmen bu menfi (negatif) işlerden birini yapıyorsa haccından bir haz almamış demektir. Halkımızın zarif deyimiyle “Hacda Hz. İbrahim’in sesini değil, şeytanın sesini dinlemiş”tir.

Kişi namaz kılmasına rağmen negatif işlerde yoğunlaşıyorsa, bu namazı eğilip kalkmaktan ibarettir. Namazı namaz olamamıştır. Namaz günah ve kötülükten alıkoyardı. Ama onun namazı alıkoymamış; yani manen kılınmamış hükmündedir. O belki fıkhen namazın kazasını yapmayacaktır ama bu namazından dolayı tevbe etmeden de sorumluluktan kurtulamayacaktır.

Kişi zekât verirken; diğer yandan emanete ihanet ediyorsa, şerr işlerin peşindeyse, başkasının düştüğü anı kendi ikbali için bir vesile biliyorsa, verdiği zekât kabul görmeye değil, arınmaya muhtaçtır. Zekâtın kelime anlamı malı haramdan ve hatalı yollardan temizlemek ve arındırmaktır. Ama böyle bir zekât arındırmadığı gibi, arınmaya muhtaçtır.

Yazının Devamını Oku

İslam diyaloğu emreder...

14 Mayıs 2010
KURAN-I Kerim’i doğru okumak çok önemli. Önyargılardan uzak, şablonların dışında, nassları doğru değerlendirip akılla okumak lazım. Onun için Kuran birçok ayetinde -akıl- nimetini kemalin zirvesi sayar.

Kuran’ın kendisi aykırı fikirlere müsaade eder. Aykırı fikirleri -reddetmek koşuluyla- serdeder. Sayfalarca anlatır. Kuran-ı Kerim; Firavun’un, Haman’ın, Nemrud’un, Hz. Lut’un kavminin, Hz. Nuh’un kavminin, Hz. Peygamber’in düşmanlarının vs. görüşlerini, itirazlarını, önyargılarını onlarca ayetle aktarır. Onları konuşturur. Peygamberlere sataşmalarından bahseder. Hatta daha da ilginci, peygamberleri; sihirbaz, şair, kâhin, bozguncu olarak nitelemelerine yer verir. Bu, Kuran-ı Kerim’in tarihi sürece gösterdiği, belgesel mahiyetteki toleranstır. Kuran eski tarihi yapıtların korunmasını nasıl emrediyorsa, oraları gezip hem ibret almak ve hem de bilimsel sonuçlar çıkarımını destekliyorsa, kadim felsefelerin de kaybolmaması için ayetlerinde o görüşlere yer veriyor. Yoksa biz Hz. Nuh’un veya Hz. İbrahim’in kavminin itirazlarını nereden bilecektik. Onların kendilerince makul olan akıl yürütmelerini nasıl değerlendirebilecektik...
Kuran-ı Kerim’i lokal anlamda değerlendirmek -usul tarihi açısından- bir felakettir. Metodolojiyi doğru okumamaktır. Bir ayetle yola çıkarak genel hükümlere varmak yerine, o husustaki bütün ayetleri değerlendirmek; tarihi süreci doğru okumak ve ayetlerin tümünü görüp bir çıkarım yapmak mümkün olabilir.
Peki İslamı tebliğ etmek hoşgörüye, toleransa engel midir? Tabii ki değil. Doğrusu şunu sormak lazım: Tebliği olmayan din, felsefe, görüş var mıdır? Tebliğ ulaştırmadır. Aktarmadır. Beyan ise aktarılanı, ulaştırılanı açıklamadır. Bunlar yerine getirilmezse, o zaman varlık sebebi ortadan kalkar.
Ama tebliğin unsurları içinde, “Haksızca öldüreceksin, dinlemeyeceksin, yaşatmayacaksın, işkence edeceksin” türünden emirler varsa o zaman bu tarz tebliğ problemlidir dersiniz. Aksi takdirde cebr ile tebliği karıştırmış olursunuz...
Kuran, “Dinde zorlama yoktur” buyurur. Kuran, ehli kitaba “Gelin ortak bir zeminde tevhidi ikrar edelim” buyurur. Kuran, “Savaş halinde bile -ki savaş arızi bir haldir- barışa yol ara” buyurur. Kuran, “Bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir, bir insanı yaşatmak bütün insanları yaşatmak gibidir” buyurur. Kuran, “Muhammed! Sen onların üzerine baskı uygulayıcı değilsin” buyurur. Kuran, “Muhammed! Onların inkârından sorumlu değilsin” buyurur. Kuran; “İnsana iki yol -seçenek- gösterdik. Kişi istediği yolda gider” buyurur. Kuran, “Sizi kabilelere, dillere, renklere ayırdık ki anlaşıp, bilişip birbirinizle uyumlu yaşayasınız” buyurur. Kuran, “Bütün peygamberlerin hidayet rehberleridir” buyurur. Kuran, Yahudilerey, “Aranızda kitabınız var. Ona baksanız ya” buyurur.
Kuran-ı Kerim daha ne diyecek! Toleransı, diyaloğu, hoşgörüyü, affediciliği anlatan o kadar ayet var ki... O kadar uygulama var ki... Görmemek, anlamamak mümkün değildir. Ama Kuran bir vahiydir. Vahiy -Allah’ın kelamı- elbette kendinden emindir. Elbette emredecektir. Elbette isteyecektir. Elbette medeniyetini kuracaktır. Önemli olan bunu yaparken başkasının hukukunu koruyup korumadığıdır. Bunu da sadece nasslarıyla değil, pratik değerleriyle de ortaya koymak zorundadır....
Ve İslam tarihi boyunca hoşgörünün, toleransın, diyaloğun bütün örneklerini sergilemiştir...

Yazının Devamını Oku

Peygamberimize ait pratik değerler (III)

7 Mayıs 2010
BÜTÜN peygamberlerin en belirgin güzelliklerini karakterinde temsil eden Hz. Peygamberin özelliklerini bu yazımızla noktalamış olacağım.

95- Mezarlıkta namaz kılmayı hoş görmezdi. Babil topraklarından geçtiğinde (Ad kavminin helak olduğu topraklardır) o bölgede namaz kılmaktan alıkoymuştur. Daha ileri bir noktada namazını kılmıştır. Helak olan milletlerin yaşadığı mekanda namaz kılmamıştır.
96- Camiye girdiğinde şöyle dua ederdi: ”Allah’ın adıyla. Allah’ın peygamberine selam olsun. Allah’ım, günahlarımı bağışla. Bana rahmet kapılarını açıver.”
97- Camiden çıktığında da şöyle dua ederdi: ”Allah’ın adıyla çıktım. Selam Allah’ın peygamberine olsun. Allah’ım günahlarımı bağışla. Bana fazilet kapını açıver.”
98- Binitiyle bir yere gittiğinde sürekli Allah’ı anardı. Tespihi ağzından eksik etmezdi.
99- Bir mazereti olduğunda binitinin üzerinde farz namazını kılmıştır. Nafile namazını da binitinin üzerindeyken kılardı.
100- Çok az olmakla beraber önemli bir olay olduğunda, namazında başını sağa veya sola çevirdiği olmuştur. Ama namazda göğsünü kıbleden çevirmemiştir.
101- Kendisi namazdayken birisi selam verdiğinde cevap vermezdi, ama parmağıyla -namazda olduğunu anlaması için- işaret ederdi. (Ebu Davud, 925)

Yazının Devamını Oku

Peygamberimize ait pratik değerler (II)

30 Nisan 2010
HATIRLADIĞINIZ gibi Sevgili Peygamberimizin bazı özelliklerini maddeler halinde sunmaya geçen hafta başlamıştık.

Bugünkü yazımızda da O’nun güzel özelliklerini anlatmaya devam ediyoruz.

57- Yeni bir elbise aldığında cuma günü giyinmeyi isterdi.

58- Tırnaklarını kısa tutardı. Bıyıklarını dudaklarının üzerine kadar uzatmazdı.

59- Vücudundaki fazla tüyleri sık sık giderirdi. Haftada bir, mutlaka belli bölgelerin temizliğini yapardı.

60- Yola çıktığında, aynasını, tarağını, saç yağını, misvakını, göz sürmesini yanına alırdı. Son derece temiz dolaşırdı. Günde onlarca defa dişini misvakla temizlerdi. Saçını yıkar ve temiz yağla bakım yapardı. Aynaya bakarak saç, sakal ve bıyığını düzene koyardı. Dağınık hali görülmemiştir.

61- Yastığının içinde hurma dalı ve yaprakları vardı.

62- Tevhidi sarsacak, putperestliği anımsatacak bütün görüntü, gelenek ve âdetlere karşı hassas davranırdı.

63-

Yazının Devamını Oku