Nihat Hatipoğlu

Hz. Ali (ra) ile bir iki saat

10 Eylül 2009
ELBİSE satıcısı Salih, ninesinden rivayetle anlatıyor: Bir gün Hz. Ali’yi (ra) gördüm, birkaç dirhemlik hurma alıp elbisesinin eteklerine koydu. Ben:
- Ey Müminlerin emiri! Bırakın sizin yerinize onları ben taşıyayım, dedim.
- Hayır, olmaz! Çoluk çocuk sahibi (evine götüreceği rızkı) taşımaya başkasından daha müstahaktır, dedi.
*
Zazan (ra) anlatıyor:
Hz. Ali (ra) halifeyken çarşı pazarda tek başına geziniyor, yolunu kaybedenlere yol gösteriyor, kayıpları araştırıyor, zayıf-güçsüzlere yardım ediyordu. Tüccarların, bakkalların yanına uğruyor ve onlara Kur an-ı Kerim’den:
“ışte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir” ayetini okuyup;
- Bu ayet, vali ve yönetici, kudret ehli kimselerin adil ve mütevazi olanları hakkında inmiştir, diyordu.
*
Bir başkası anlatıyor:
Bir gün Hz. Ali’yi (ra) hükümet konağından çıkarken gördüm. Üzerinde (üstlük ve altlık olmak üzere) Bahreyn kumaşından mamul iki elbise vardı, elinde de kırbacı. Çarşı Pazar geziyor, esnafa Allah’tan korkmalarını, satışlarını güzelce yapmalarını emrediyor ve şöyle diyordu:
- Ölçeği ve tartıyı tam tutun, eksik yapmayın! Kestiğiniz hayvanları müşterilerin gözünde semiz gözüksün diye hava üfleyerek şişirmeyin. ınsanları aldatmayın.
Hz. Ali (ra) daha sonra deve satıcılarının olduğu sokağa gitti. Onlara:
- Satınız, ancak yemin etmeyiniz. Yemin her ne kadar malınızı revaca çıkarsa da onun bereketini yok eder, dedi. Ardından hurma satıcılarının yanına gitti. Orada hizmetçi bir kadının ağladığını gördü:
- Neden ağlıyorsun? diye sordu. Hizmetçi kadın:
- Bu adam bana bir dirhemlik hurma sattı. Fakat efendim o hurmaları beğenmedi ve gönderdi. Bu adam ise onları geri almıyor, dedi. Hz. Ali (ra):
- Bu hurmaları geri al ve parasını geri ver. Çünkü onun elinde bir şey yok, dedi. Satıcı bu işe pek yanaşmıyor gibi hareketler yaptı. Ben:
- Bu kişinin kim olduğunu biliyor musun? Dedim. Satıcı:
- Hayır, diye karşılık verdi.
- O müminlerin emiri Ali (ra) deyince hemen hurmaları hizmetçi kadının elinden alıp tezgâhına döktü ve parasını iade etti ve:
- Ey müminlerin emiri, benden hoşnut olmanızı, bağışlamanızı istiyorum, demeye başladı. Hz. Ali (ra):
- Benim senden hoşnut olmam, ancak müşterilerinin hukukunu gözettiğin zaman mümkün olur, cevabını verdi.
*
Bir gün bir gömlek almak istedi. Kumaşçının kendisi yoktu. Oğlu da Hz. Ali’yi (ra) tanımadı. Ve gömleği üç dirheme sattı. Hz. Ali (ra) çıkıp yürüdü. Adam gelince oradakiler ona:
- Oğlun müminlerin emirine üç dirheme bir gömlek sattı, dediler. Adam:
- ıki dirhem alsaydı ya! Dedi ve bir dirhemi alarak Hz. Ali’nin yanına koştu. Yanına varınca:
- şu bir dirhemi alın, dedi. Hz. Ali (ra):
- Bu nedir? diye sordu. Adam;
- O gömleğin fiyatı iki dirhemdi, ancak oğlum size onu üç dirheme satmış. Hz. Ali (ra) adama şöyle cevap verdi:
- O bana rızasıyla sattı ben de ondan rızamla satın aldım.
Kendisi içinde özel bir indirim kabul etmedi.
Yazının Devamını Oku

Peygamberimizin yüce ahlakı IV

9 Eylül 2009
TEVAZU Mekke’ye girerken Hz. Enes (ra) anlatıyor: Mekke’nin fethedildiği gün Rasulullah (sav) Müslümanlarla birlikte şehre girdiğinde insanlar yüksek duvarlara çıkmış onu seyrediyordu. Tevazusundan ötürü başını o kadar eğmişti ki, neredeyse başı bineğinin ön kısmına değecekti.
Yine bir başka rivayette Abdullah b. Ebu Bekir (ra) şöyle anlatıyor:
Mekke’nin fethi günü Rasulullah (sav) Zi-Tuva denilen yere geldiğinde durdu. Bineğinin üzerindeydi ve kırmızı bir örtüyü başına sarık gibi sarmış, sarığının bir ucunu da boğazını sarmayacak şekilde yüzünün öbür tarafına bağlamıştı. Allah Teâlâ’nın kendisine ihsan ettiği fetih ikramını görünce tevazusundan başını öne eğdi; öyle ki, neredeyse sakalı bineğinin ön kısmına değiyordu.
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor:
Rasulullah’la (sav) birlikte çarşıya gitmiştik. Rasulullah (sav) kumaşçıların yanına oturdu ve onlardan dört dirheme bir elbise satın aldı. Dirhemleri ağırlıklarına göre tartıp elbiseyi satana vermesi için çarşının sarrafına (para bozan) uzattı ve:
- Bunu tart ve ağır gelen kefedeki dirhemleri elbiseyi satana ver, dedi.
Sarraf:
- Böyle bir sözü senden önce hiç kimseden işitmedim, dedi.
Ben de adama;
- şu ahmaklık ve kötü ahlak sende fazlasıyla var. Sen Peygamberini tanımıyorsun galiba! dedim.
Rasulullah’ın (sav) ölçü ve tartıda ne denli özen gösterdiğini gören sarraf elindeki tartıyı attı ve öpmek için sıçrayarak Rasulullah’ın (sav) eline yapıştı. Resul-ü Ekrem (sav) ise hemen elini çekti ve:
- Bu hareket farislilerin hükümdarlarına (kisralara) yaptığı davranıştır. Ben ise bir hükümdar değil sizin gibi birisiyim, dedi.
Daha sonra Hz. Peygamber (sav) elbiseyi alarak oradan ayrıldı. Ben de elindeki elbiseyi almak isteyerek yanında yürüdüm.
- Bir şeyin sahibi, o şeyi taşımaya başkalarından daha layıktır, fakat o işi yapamayacak kadar aciz ve zayıf olursa müstesna. O takdirde bir Müslüman kardeşi ona yardım edebilir, buyurdu. Ben;
- Ya Rasulullah! Bu elbiseyi (şalvara benzeyen geniş pantolon) siz mi giyeceksiniz? diye sordum.
- Yolculukta veya mukimken, gece yahut gündüz (bunu giyebilirim)! Ben örtünmekle emrolundum ve bundan başka daha güzel örten bir şey bulamadım.
Yazının Devamını Oku

Şair Nâbi’nin Hz. Peygamber aşkı

8 Eylül 2009
OsmanlI’nın ünlü şairlerinden biridir. Nâbi. Yaşadığı dönem, 4. Mehmet zamanıdır. Nâbi’nin içini Medine ve Hz. Resulü’nün aşkı yakmaktadır.

Bir fırsatını bulup yollara düşmek ister. Bir gün Istanbul’dan kalkan hac kafilesine dâhil olur. Içinde bulunduğu kafile devrin âlimlerinden ve idarecilerinden oluşmaktadır.

Medine’ye yaklaşılır, vakit gecedir. Ufukta Mescid-i Nebeviyye’nin minareleri görülünce durulur ve dua edilir. Herkes istirahat çekilir. Kutlu beldeye dinç ve dinlenmiş girilmek istenir. Kafile de uyku halindedir. Ancak Nâbi’yi bir türlü uyku tutmaz, büyük bir heyecanla çadırlarda dolanır durur. Bir an önce sabahın olmasını istemektedir.

Çadırların arasında deli gibi dolaşırken idarecilerden valilerden- birisinin, sırtını çadır direğine dayamış, ayağını peygamberin beldesine, Medine’ye doğru uzatmış olduğunu görür. Bu durum Nâbi’ye göre ciddi bir saygısızlıktır. Hemen idareciyi tutup sarsar ve edebe davet eder.

Bu manzara karşısında hiç de tasalanmadığını görür ve şu muhteşem na’t dilinden dökülmeye başlar.

Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu Nazargah-ı ilahidir Makam-ı Mustafa’dır bu

Müraat-i edep şartıyla gir Nâbi bu dergâha

Metaf-ı kutsiyandır cilvegah-ı enbiyadır bu

Anlamı özetle şöyledir:

Yazının Devamını Oku

Peygamberin yüce ahlakı (III)

7 Eylül 2009
Ayakkabısını kendisi tamir ederdi Amir b. Rebia (ra) anlatıyor:

Mescide gitmek üzere Rasulullah’la (sav) beraber yola çıktık. Yolda ilerlerken Rasululah’ın (sav) ayakkabısının (çarık) bir bağı koptu. Tamir etmek üzere hemen eğilip aldım. Rasulullah (sav) ayakkabısını elimden aldı ve:

-Bu (insanın gücü yeterken başkasına yaptırması) bencilliktir. Ben ise onu sevmem, buyurdu.

*

Ben de sizin gibi bir insanım

Abdullah b. Cübeyr el-Huzai (ra) anlatıyor:

Rasulullah (sav) bir grup sahabesiyle birlikte yürüyordu. Bir ara sahabeler, üzerine güneş gelmesin diye, bir örtüyle Rasulullah’ın (sav) arkasından üzerine doğru ona gölge yapmaya başladılar. Rasulullah (sav) üzerinde bir gölge olduğunu fark edince başını kaldırdı, üzerine güneş gelmesin diye bir örtü germişlerdi:

-Böyle yapmayın! dedi ve örtüyü alarak sahibine verdi. Sonra şöyle devam etti:

-Ben de sizin gibi bir insanım.

*

Bırak ayaklarıma bassınlar

Peygamber Efendimizin (sav) amcası Hz. Abbas (ra) anlatıyor. Bir gün Efendimize (sav):

-Ya Rasulullah! Görüyorum ki insanlar sana çok eziyet veriyorlar. Hem onların yükselttiği toz toprak da sana çok zarar veriyor. Yüksek bir yer edinseniz de onun üzerinden insanlara hitap etseniz. (Bir başka rivayette de: Senin için, şöyle altında gölgeleneceğin bir çardak hazırlansa) olmaz mı? dedim.

-Hayır! Allah-u Teâlâ beni aranızdan alıp rahata erdirinceye kadar aranızda kalacağım. Varsın topuklarıma bassınlar, elbisemden tutup çekiştirsinler, buyurdu.

Efendimizin (sav) bu sözlerinden anladım ki; artık aramızda fazla kalmayacak.

*

Rasulullah’ın evindeki hayatı Esved (ra) diyor ki; Hz. Aişe’ye (r.anh):

-Rasululah (sav) eve geldiği zaman ne iş yapardı? diye sordum. Hz. Aişe (r.anh):

-Ailesinin hizmetinde bulunur, namaz vakti geldiğinde de çıkar mescide giderdi. (Bir başka rivayette) O da bir beşerdi; elbisesini temizler, davarları sağar ve diğer ihtiyaçlarını görürdü. (Bir başka rivayette ise) Sizin herhangi birinizin evinde yaptığı gibi, ayakkabısını (çarık) onarır, elbisesini dikerdi, diye cevap vermiştir.

*

Hiçbir işi başkasına yaptırmazdı Abdullah ibn Abbas (ra) rivayet ediyor:

Rasulullah (sav) ne abdest suyunu başkasına hazırlatır ne de vereceği sadakayı başkasının eline vererek gönderirdi. O kendi işini kendi görürdü.
Yazının Devamını Oku

Peygamberimizin yüce ahlakı II

6 Eylül 2009
Hz. Enes (ra) anlatıyor:<br><br>Peygamberimiz (sav) arpa ekmeği ile kokusu hayli ağır olan iç yağı yemeye davet edildiğinde dahi çağıranı kırmaz, davete icabet ederdi. Vefat etmeden önce, ailesinin nafakasını temin edebilmek için zırhını bir Yahudi’ye rehin olarak bırakmış ve onu geri alamadan vefat etmişti.

Hz. Ömer (ra) anlatıyor:
Adamın biri Resulü Ekrem’e (sav) üç defa seslenmiş ve Resulullah da (sav) her seferinde ona ‘Lebbeyk-Buyur’ diyerek çağrısına karşılık vermişti.
Ebu Ümame (ra) rivayet ediyor:
Bir kadın vardı; erkeklerle kötü-fuhşi sözler ediyordu. Bir defasında Rasulullah (sav) yüksekçe bir yerde oturmuş yemek yiyordu. Bu kadın Rasululah’ın (sav) yanına geldi ve:
-şuna bakın, kölelerin oturduğu gibi oturmuş onların yemek yiyişi gibi yiyor, dedi. Bunun üzerine Nebi (sav):
-Hangi köle benden daha iyi kölelik (Allah’a kulluk) yapabilir ki? buyurdu. Kadın:
-şuna bakın, kendisi yiyor, bana vermiyor, dedi. Rasulallah (sav):

Yazının Devamını Oku

Peygamberimizin yüce ahlakı I

5 Eylül 2009
Hükümdar peygamber mi<br>yoksa kul peygamber mi?

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor:
Bir gün Cebrail (as) Rasulullahın (sav) yanına geldi ve oturdu. Bir müddet sonra başını gökyüzüne çevirdi, bir melek iniyordu. Cebrail (as):
-şu gelen melek, yaratıldığı günden şu ana kadar yeryüzüne hiç inmemişti, dedi.
Melek geldi ve Resulullah’ın (sav) yanına oturup:
-Ya Muhammed! Beni sana Rabbin gönderdi. Seni hükümdar bir peygamber mi, yoksa kul olan bir peygamber mi kılmasını istersin? diye soruyor dedi. Cebrail (as):
-Ya Muhammed! Rabbine karşı mütevazı ol! buyurdu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
-Ben sade kul olan bir peygamber olmayı istiyorum, dedi.

Yazının Devamını Oku

Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine sığınmak

4 Eylül 2009
Hz. Ömer (ra) şam’a doğru yola çıkmıştı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona şam’da veba hastalığı baş gösterdiğini haber verdiler. Hz. Ömer (ra) şam’a doğru yola çıkmıştı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona şam’da veba hastalığı baş gösterdiğini haber verdiler. Ömer (ra), Abdullah b. Abbas’a:

-Bana ilk Muhacirleri çağır, dedi.

Hz. Ömer (ra) onlarla oturup konuştu ve şam’da veba salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar nasıl hareket edilmesi gerektiğinde ihtilaf ettiler. Bazıları:
-Sen belirli bir iş için yola çıktın, geri dönmeni uygun bulmuyoruz, dediler. Bazıları da:
-Müslümanların kalanı ve Hz. Peygamberin ashabı senin yanındadır. Onları bu vebanın üstüne sevk etmenizi uygun görmüyoruz, orada salgın hastalık var, dediler.

Bunun üzerine Hz. Ömer (ra):

-Gidebilirsiniz, dedi. Daha sonra Abdullah b. Abbas’a (ra):

-Bana Ensar’ı çağır, dedi. Onlar da Muhacirler gibi benzer sözler söylediler. Hz. Ömer (ra):

-Siz de gidebilirsiniz, dedi. Hz. Abdullah’a (ra) tekrar:

-Bana Mekke’nin fethinden önce Medine’ye hicret etmiş olan Kureyş Muhacirlerinin yaşlılarını çağır, dedi.

Onlardan iki kişi bile ihtilaf etmedi ve hepsi:
-İnsanları geri döndürmeni ve bu hastalığın olduğu yere gitmemeyi uygun görüyoruz, dediler.

Bu defa Hz. Ömer (ra) herkese seslenerek:

-Ben sabahleyin dönüş hazırlığına başlıyorum, siz de hayvanlarınıza binmiş olun, dedi.

Ebu Ubeyde b. Cerrah (ra):

-Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? diye sordu. Hz. Ömer (ra):

-Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde! Dedi. Zira Ömer (ra) Ebu Ubeyde’ye muhalefet etmek istemezdi. Ve sözüne şöyle devam etti.

-Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersi senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?

Tam o esnada bir takım ihtiyaçların karşılamaz için ortalarda görünmeyen Abdurrahman b. Avf (ra) çıkageldi ve:

-Bu hususta bende bilgi var, Rasulullah (sav) Efendimizin:

-“Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız” buyururken işittim, dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) Allah’a hamd etti ve oradan ayrılıp yoluna devam etti. (Buhari, Tıb, 30; Müslim, Selam, 98)
Hz. Ömer’in (ra) bu tavrı ‘kader’ anlayışına nasıl bakmamız gerektiğine dair ipucu veriyor. Tedbir olarak ve bütün sebeplere sarılmamız gerekir. Bütün bunlara rağmen Yüce Allah başka bir şey dileyip önümüze getirecekse buna da razı olmak gerekir.
Yazının Devamını Oku

Hayatımda böyle yara görmedim

3 Eylül 2009
Mekke’de Peygamberimizin (sav) ve dostlaları büyük zulüm gördüler. ışkence ve acı öylesine yayıldı ki; Mekke’de nefes alamaz hale geldiler. Gün aşırı şehit veriliyordu. ışte o günlerin en büyük mazlumlarından birisi olan Habbab (ra) hali. Hz. Ömer dönemi.

Hz. Ömer (ra) hilafeti döneminde ilk Müslümanlardan olan Habbab b.Eret’e (ra) bir gün sorar:

-Allah yolunda çektiğin işkenceleri bize biraz anlatır mısın, ey Habbab?

Bunun üzerine Hz. Habbab (ra):

-Ey Müminlerin Emiri, sırtıma bak, dedi.

Onun sırtına bakan Hz. Ömer (ra):

-Ömrümde böylesine harap edilmiş bir insan sırtı hiç görmemiştim, diyerek hayretini ifade eder.

Bir yandan sırtını gösteren Habbab (ra) bir yandan da şöyle der:

-Mekke’li müşrikler ateş yakarlar ve beni elbisesiz olarak üzerine yatırırlardı. Ateş ancak sırtımdan eriyen yağlarla sönerdi.

Müşrikler ateşte kızdırdıkları taşları Hz. Habbab’ın sırtına yapıştırırlar ve işkencenin şiddetinden etleri dökülürdü. Tüm akıl almaz bu işkencelere katlanır yine de müşriklerin istediği sözleri söylemezdi.

Onlar bütün bunlara rağmen dinlerinden bir gün bile dönmediler.

Bir an bile tereddüt göstermediler.
Yazının Devamını Oku