Paylaş
Gerçek sporseverler için sıkıntılı bir seneydi. Çoğumuzun “Futboldan sıdkım sıyrıldı” dediği bir sezonu geride bıraktık. Hiç mi güzel bir anı yok? Olmaz mı? Galatasaray’ı sahasında yendiğimiz akşam, maçtan hemen sonra kapı çalındı. Alt komşumuzun 5 yaşındaki sevimli kızı Selen, üzerinde Galatasaray formasıyla sırıtıyordu paspasın üstünde; elindeki tabakta da “tebrik tatlısı”. Hemen kucakladım ve şöyle dedim minik taraftara: “Ne olur hep böyle kal. Sporun hep gülen yüzü olmayı başaranlardan ol. Kişiliği gelişmemiş, hasta ruhlu ve küçük beyinli adamların elinden ancak senin gibiler kurtarabilir futbolu...” Sevincimi ve takdirimi, onun daha kolay anlayabileceği bir şekle sokmamız gerekiyordu. “Kim şampiyon olursa olsun, iki bayrak asacağız o zaman; tamam mı?“ dedim. “Tamam” dedi.
Maç biraz önce bitti... Galatasaray, “taşların bağlanmış olduğu” bir ligde rakipsiz kalınca, uzak ara fark yaparak girdi “Süper Final”e... Sonra telâşa kapılınca, biraz eline yüzüne bulaştırdı. Koca koca adamların, “Bir senaryonun figüranlarıyız” şeklindeki acındırma demeçleri, “kubbede boş bir sâdâ olarak” hatırlanacak. (Senaryo, baştan böyle yazıldığı için mi oyun böyle bitti acaba?) Galatasaray şampiyonluğu kaybetseydi, bu plâk daha uzun süre çalınacaktı. Üstüne, normal sezon cumartesi akşamı tamamlanmış olmasına rağmen, “Biz zaten normal sezonu dokuz puan önde kapatmıştık” gibi usûl ve hukuk cahilleri ile de uğraşacaktık. Galatasaray kaybetseydi, taraftarları, “Biz zaten gönüllerin şampiyonuyuz” diye dolaşacaktı...
Fenerbahçeliler, öncelikle medyanın yarattığı bilgi kirliliği yüzünden, (haklı-haksız, onu dahi bilemiyoruz?) özellikle de sporumuzu yönetmekte olanların açık beceriksizlikleri sayesinde “itelenip kakalandığı uzun bir yıl”ın sonunda, final oynayarak onurlandırdı seyircisini. Fenerbahçe’nin verdiği mücadele, sadece sportif bir mücadele değildir. Sporun sadece futboldan ibaret olmadığını herkesin gözüne soktular. Pek çok branşta (ya başa güreşerek ya da birinci olarak...) elde edilen başarı, bu dev camiaya, başları dik gezme ayrıcalığını çoktan kazandırdı. Artık, (karşısına çıkan-çıkarılan bütün engellere rağmen) “rekabet gücünü” son 90 dakikaya taşımış olmanın heyecanını anlatacaklar torunlarına. Şimdi, bazı “akl-ı evvel” Fenerbahçe taraftarı da çıkıp sağda solda, “Biz zaten gönüllerin şampiyonuyuz” diye gezinecek...
Oysa, “Gönüllerin şampiyonu...” ifadesi, “Ortaşark’ın kurnaz yalanları”ndan sadece biridir. Ve bu hem ucuz, hem de seviyesiz kıvırmanın arkasına saklanmak, gördüğünüz gibi (herkes için) an meselesidir aslında... “Büyük, ezelî, ebedî, çınar, efsane, âbide” filân olmanıza da pek bakmaz. Bu, edepten uzak düşmüşlüğün tercümesi ise “kazanmayı da kaybetmeyi de bilememek kültürü”nün yoz labirentlerinde demlenir. Çıkar topunu oynarsın. Kazanırsan şampiyon, kaybedersen diğerlerinden biri olursun. İkinciysen, en fazla, “Şampiyonlar Ligi’nde ön eleme oynayacağım” diye sevinmeye hakkın olur. Şayet öğrenebilirsen, fazladan, bir de şu iz kalır kafası çalışanların belleğinde: “Kazananların, varlığını, her daim kaybedenlere borçlu olduğu keyifli bir sarmaldır spor.” Tebrikler Galatasaray, teşekkürler Fenerbahçe... Kapı çalınıyor, Selen bayrağıyla gelmiş olmalı...
Paylaş