Paylaş
Mythos söylenen veya duyulan sözdür, masal, öykü, efsane anlamına gelir. Ama mythos’a pek güven olmaz, çünkü insanlar gördüklerini, duyduklarını anlatırken birçok yalanlarla süslerler. Bu yüzdendir ki, Herodot gibi bir tarihçi mythos’a tarih değeri olmayan güvenilmez söylenti der, Platon gibi bir filozof da mythos’u gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç bir masal diye tanımlar.
Epos daha değişik bir anlam taşır: Belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, okunan sözdür, epos insana tanrı armağanıdır, güzelim süslü sözleri bir araya getirerek büyüler dinleyicilerini bir ozan. Ozanın sözünü tanımlayan epos, şiir, destan, ezgi anlamına gelmiş ve o gün bugün epik ve epope diye Batılı dillerin hepsinde yerini almıştır. Mythos ile epos arasında ilkinden bir yakınlık vardır, mythos söylenen sözün, anlatılan öykünün içeriği ise, epos da onun doğal olarak aldığı ölçülü, süslü ve dengeli biçimdir. Epos ne kadar güzelse, mythos o kadar etkili olur, epos’la mythos’un bu başarılı evlenmesidir ki, ilkçağdan kalma efsanelerin ürün vere vere günümüze dek yaşamasını ve mythos kavramının çağlar ve uluslararası bir nitelik kazanarak ölmezliğe kavuşmasını sağlamıştır...” diyor Azra ERHAT, “Mitoloji Sözlüğü”nün ilk baskısına ait önsözde.
Ve şöyle devam ediyor: “Ama bir de Logos vardı. Onun sözcülüğünü başta Herakleitos olmak üzere İonya düşünürleri, yani doğa bilginleri yapmıştır. Onlara göre logos gerçeğin insan sözüyle dile gelmesidir. Logos bir yasal düzeni yansıtır, insan bedeninde ve ruhunda bir logos bulunduğu gibi, evrenin ve doğanın da logos’u vardır. Logos insanda düşünce, doğada kanundur, her yerde ve her şeyde vardır, ortaklaşa ve tanrısaldır. Logos’u bulmak, sırlarını göz önüne sermek, insan sözüyle dile getirmek düşünürün asıl ödevidir. Logos kavramıyla açılan bu çığır dosdoğru bilime varmış, öyle ki logos-logia bugün herhangi bir araştırma dalında bilgini ve bilimi dile getirmek için kullanılan birer ek olmuştur.”
Birbirine karşıt gibi görünen bu kavramları, “Mitoloji” sözcüğünün oturmuş kişiliğinde birleştiren yazgı, “söylence”nin gerçekle olan ilişkisini aramak kaygısından da kurtarmıştır insanı. Çünkü, asıl gerçeğin insan sözünün içinde, özünde ve şiirinde olduğunu anlamak için yüzyıllar, yeteri kadar uzun gelmiştir. Kahramanları vardır Mitoloji’nin; kaderi tüyler ürpertici olan Prometheus gibi... Ateşi tanrılardan çalmış ve insanlara vermiş, tanrıların kurduğu düzene karşı geldiği için zincire vurulmuş, yaman bir ceza çekmiştir. Kavga Zeus’la Prometheus arasındadır ve bugün, “bilginin tutsaklığına tahammülü olmayan insanoğlunun özgürlük-kölelik kavgasında, belki de ilk perdedir”. Evreni yöneten, tanrıların ve insanların egemeni Zeus özgürdür, prangaya vurulmuş, ıssız bir kayalıkta sonsuzluğa dek işkencelere mahkum, ölümsüz olduğu için canına kıyma özgürlüğünden de yoksun Prometheus köledir, öyle mi? Zeus bütün kurbanları, uşakları, dalkavuklarına karşın bir çocuk gibi zayıf ve çaresizdir. Onu yıkımdan kurtaracak tek kişi, akıl gücünün taşıyıcısı Prometheus’tur. Zeus tutukladığı düşmanının elinde tutukludur aslında. Aiskhylos’un tragedyasını bu açıdan okuduğunuzda, “logo ile logos arasında yapılan tercihin dramı”nı yaşarsınız.
Girişteki alıntıyı yazılarımda ilk kullanışımın üzerinden 10 yıldan fazla zaman geçmiş... Mitoloji devlerinin satırlarını, (sanki milattan önce değil de...) geçen hafta yazılmış gibi okumayı deneyin, hiç yadırgamadığınızı göreceksiniz. İşte “güvenilmez mythos’un arkasına saklanan ve süslü sözlerin illüzyonuyla sadece epos’tan medet uman siyasetin gerçeği”, bu ikilemi, her devirde körüklemekten ibarettir. “Logo’dan Logos’a geçemedik bir türlü”; ben ona yanarım.
Paylaş