Mucizelere inanmak

İzmir’deki deprem felaketinden sonra enkazdan kurtarılan iki can, hepimiz için umudun simgesi oldu: 65 saat sonra itfaiyeci abisinin parmağını yakalayan küçük Elif ve 91 saatin ardından gün ışığı gören Ayda. Onların kurtarılma görüntülerine medyada çoğunlukla aynı kelime eşlik etti: Mucize!

Haberin Devamı

Olağandışı durumlar karşısında aklın “acz” içinde şaşkın kalmasıdır mucize. Tabiatüstü sayılan olaylardır. İnanç sözlüğündeyse, peygamberlerin hayranlık uyandıran, olağanüstü halleridir. Allah’ın insanlara “harikulade” (alışılmışı aşan) yardımlarına “maûnet” denirken ermişlerin (veliler, azizler) doğaüstü görülen davranışları “keramet” adını alır.

Mucizelere inanmak

Mucize, inanç ve düşünce tarihinin en çok konuşulan meselelerinden biridir. Vahyi en üstün mucize olarak gören İslam inancında “Son Peygamber” ile peygamberlik mucizelerinin de sona erdiği kabul edilir. Hıristiyanlıkta neyin mucize sayılıp sayılmayacağı uzun uzadıya irdelenmiş, modern düşüncenin öncülerinden David Hume (ö. 1776) ise “doğa kanunlarının ihlali” gördüğü mucizelere tümden itiraz etmiştir. Düşünürlerin ve bilim insanlarının mucize kavramı üzerindeki tartışmaları günümüzde de sürüyor.

Haberin Devamı

Mucizelere inanmak

Peki ama insanı hayrete düşüren, hayran bırakan olayların neden-sonuç ilişkisinin açıklanması onu bizim için “mucize” olmaktan çıkarır mı? Örneğin Elif’in, Ayda’nın hayatta kalmasını sağlayan koşulların, “yaşam üçgeni”nin tespit edilmesi, bizim bu “mucizevi” olay karşısında duyduğumuz mutluluğu ortadan kaldırır mı? Kimyasal formülü bilinmediği sürece duygularımız bilinçsizlik ürünü müdür? Çocukça, safça hatta cahilce midir?.. Neden bir de şöyle düşünmeyi denemiyoruz: Belki de asıl dar görüşlülük, mucizeleri hep olağandışı olaylarda aramaktadır. Ya mucizeler, hayatın ta kendisinde, her gün olup biten sıradan olaylarda gizliyse? Etrafımız aslında mucizelerle doluyken biz görmeyi bilmiyor olamaz mıyız? Mesela... Embriyonun tüm aşamalarını bilsek bile, bir bebeğin dünyaya gelip bir bireye dönüşmesi, hayranlık uyandıran, harikulade bir olay değil mi? Dünyayı her fırsatta kavga sahası haline getirmeye çalışanlara rağmen ısrarla adına “sevgi” denen “o tarifsiz şeyi” yaşatmaya çalışmak mucize değil mi? Hiç tanımadığımız insanların (hayvanların, doğanın) yardımına gönüllü olarak koşmamız; onların dertleriyle dertlenip sevinçlerinden mutluluk duymamız... Aradan geçen onca saate rağmen arama-kurtarma ekiplerinin bir canı daha kurtarabileceklerine inanmaları ve bu inançla mücadeleye devam etmeleri mucize değil mi? Peki ya, bir bilim insanının, doğruluğuna inandığı bir kuramı ispat için ömrünü vakfetmesi? Kimilerinin her fırsatta hayır-hasenat için çabalaması... Dünyanın dört bir yanındaki sosyal adaletsizliğe rağmen hırsızlık yerine namusuyla ekmek kazanmaya çalışan insanlar, mucizenin canlı halleri değil mi? Hak yememek için kılı kırk yarmak, gönülden saygı, içten nezaket ve merhamet, her gün tekrarlanan mucizeler olamaz mı? Tüm olumsuz gidişata karşın, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna ısrarla inanmak, asla ümidini yitirmemek “sıradan” mucizelerin en güçlüsü değil midir? İyisi mi biz mucizelere inanalım. Çünkü ‘sıradan’ mucizeler, ancak biz onlara inanmaya devam ettikçe gerçek olabilirler.

Haberin Devamı

CAHİLİYE ÂDETİ

“CAHİLİYE” devrinde Arabistan’da korkunç bir âdet vardı: Kıtlık zamanlarında kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek! İslam bu âdeti kesinlikle yasakladı. Peki ama bilgisizlik, dikkatsizlik ürünü binalar dikmek, o binalarda oturulmasına sorumsuzca izin vermek, taşıyıcı unsurlarını kesmek... Tüm bunlar cehaletin en büyüğü değil mi? Bu hatalar zinciri, kız-erkek demeden tüm çocukları, annelerini, babalarını diri diri toprağa gömmek değildir de nedir? “Cehaleten cinayet” diye bir kavram olmalı belki de. “Çölde karşılaşılan bir aslandan kaçar gibi kaçmak” lazım cehaletten.

Mucizelere inanmak

ELİF DOĞRUYU GÖSTERİR

ENKAZDAN kurtarılan küçük Elif’in sağlıklı bir ömür geçirmesine duacıyız, uzun yıllar “adıyla yaşasın”. Elif-alef-alfa, İbrani, Grek, Arap “elifba”sının, yani alfabenin ilk harfidir. Aynı zamanda “1” sayısını simgeler ki, bu da Allah’ın birliğinin işaretidir. Ayrıca şekli düz olduğu için doğru davranışı, yani sırat-ı müstakimi sembolize eder. Divan Edebiyatı “elif” konulu pek çok şiirin yanında “Elifnâme” isimli eserler içerir. Mu’inî 15. yüzyılda günümüz Türkçesiyle şöyle yazmıştı: Şöyle elif ol, doğru dur Yaradan önünde / Yaratılanlar önündeyse sakın dal gibi eğrilme. Bir manideyse şöyle der: Elif gibi boyu var / Gözümün bebeği yar / Mihnet ile kazandım / Elimin emeği yar.

 

Yazarın Tüm Yazıları