Paylaş
Rapora göre casus Hanekin Halepçe bölgelerinde, yerel Kürt kıyafetleri içinde dolaşıyor ve önemli aşiret liderleriyle gizli toplantılar yapıyordu; toplantıların Kürtlerin atması gereken bir sonraki adım üzerine olduğu istihbaratı vardı.
Kılık değiştirmiş vaziyette Irak Kürtleri arasında faaliyet gösteren bu casus, Türk istihbaratının 1 Nisan 1930 tarihli raporuna göre Thomas Edward Lawrence idi; yani Arabistanlı Lawrence diye bilinen ünlü İngiliz casusu.
Osmanlı hanedanı idaresindeki Türk imparatorluğunun dağılmasını hızlandıran Arap ayaklanmasında kışkırtıcı ajan olarak önemli rol oynayan T.E. Lawrence, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu kadrosu tarafından unutulmamış, yakından izlenmeye çalışılıyordu.
Raporun yazıldığı 1930 yılından beş yıl kadar önce, 1925’te yine İngiliz ajanlarının payı ile Şeyh Sait önderliğinde patlayan Kürt isyanı, genç Cumhuriyetin elinde Ege’de Yunan ordularından, Kut’da İngiliz ordularından alınan silah ve cephaneyi tüketmişti. Bu durum 1926’da Musul’un İngiliz Mandası altındaki Irak’a bırakılmasında en önemli rolü oynamıştı. Mustafa Kemal Atatürk ve kadrosu, İngilizlerin hâlâ Irak’taki Kürt aşiretlerini yeni bir ayaklanmaya sevk edebileceğinden kuşkulanıyordu.
İşte 1 Nisan 1930 tarihli rapor bu kuşkuları doğruluyordu.
Rapor yazıldıktan neredeyse 88 yıl sonra geçtiğimiz hafta gün yüzüne çıktı; Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) kuruluşunun 90’ıncı yılı münasebetiyle bastırdığı “90 Sene – 90 Nesne” isimli kitapçıkta yer verildi.
Gerçekten önemli arşiv değeri olan kitapçıkta yine 1930 yılına dair bir başka istihbarat raporuna daha yer verilmiş. Rapor 15 Haziran 1930 tarihini taşıyor ve Kahire istasyonundan Ankara’ya şifreyle gönderilmiş.
O zamanki adıyla Milli Emniyet Hizmetleri olan MİT’in Lawrence’ı Kahire’de de izlemeye aldığı anlaşılıyor. (Malum, Lawrence, ünlü İngiliz kadın casus şefi Gertrude Bell ile birlikte Kahire’de Arap Bürosu adı altında faaliyet gösteren İngiliz askeri istihbarat merkezine bağlı çalışıyordu. Ayrıntılarını merak eden Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’na bakabilir. İmparatorluğu İngiltere-Franse ve Rusya arasında paylaşma hesaplarına konu olan meşum Sykes-Picot anlaşmasının Mark Sykes’ı bu büronun daha düşük düzeydeki bir subayıydı.)
İşte o 15 Haziran 1930 tarihli raporda da Lawrence’ın Kahire’de, bu defa yerel Mısır giysileri içinde görüldüğü ve Kahire’nin bazı önde gelen isimleriyle –ki raporda kiminle, nerede, ne kadar zaman görüştüğü gibi ayrıntılar da var- görüştüğü ve bu görüşmelerde “tahminen” Mısır hükümetine karşı bir ayaklanma girişiminin konuşulduğu bildirilmiş.
Bu kitapçık, MİT tarafından bir 2018 yeni yıl armağanı olarak hazırlanmış; keçe zarf içinde üzerinde MİT damgası ve ince bir espri anlayışının geliştiğini gösteren, iri, kırmızı harflerle “Çok Gizli” damgasıyla meraklıların bilgisine sunulmuş durumda.
Irak’ın 1990’da Kuveyt’i işgali ardından yaşanan güç ve kargaşada, 1991 yılında Kürt bölgesinde ben de biz İngiliz ajanıyla tanışmıştım.
Uluslararası topluluk -Türkiye’nin çağrısıyla- duruma el koymuş, Silopi üzerinden batılı ülke askerleri Irak’ta 36’ıncı paralelin kuzeyinde durumu kontrol altına almaya başlamıştı. Onunla Amediye kasabasında, terk edilmiş bir evin çatısına bir uydu anteni yerleştirmeye çalışırken karşılaşmıştım.
Daha önce hem Türk, hem Amerikalı, hem İngiliz askerleri tarafından, böyle bir kişiyle karşılaşırsam uzak durmamın iyi olacağı söylenen şahıs, kendisini Stephen Crouch olarak tanıtmıştı; “Majestelerinin Hizmetindeydi”. Paraşütçü manşetli Oxford gömleği, gevşetilmiş kravatı, Rayban güneş gözlükleri ve altında kamuflaj pantolonu ve komando botlarıyla ilginç bir görüntüsü vardı.
Bana söylediği kadarıyla görevi, Mesud Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında yeni bir savaşın çıkmasını önlemekti.
Tabii etrafta sadece İngiliz casuslarının dolaştığını söylemek haksızlık olur. Baksanıza, daha 1930’da Lawrence’ı adım adım izleyip faaliyetini Ankara’ya bildirenler de Türk casusu idi neticede.
Halen Suriye iç savaşı dünyadaki neredeyse gücü yeten bütün devletlerin, gizli örgütleri ve terör örgütlerinin ajanları için adeta bir serbest bölge gibi; sadece istihbarat operasyonları için değil, iş üstünde eğitim, staj niteliğiyle de.
Şimdi bütün gözler İran’da.
ABD Başkanı Donald Trump’ın pek de hayırlı olmayan bir hamleyle protesto gösterilerine açık destek vermesi, dini “Yüce” lider Ayetullah Ali Hamaney’in hepsini “düşman ajanı” olarak damgalamasına neden oldu.
İranlı yetkililere göre düşmanlar ise ABD, Suudi Arabistan, İngiltere ve İsrail. Bu durum rejimin baskılarını göze alarak daha fazla demokratik ve ekonomik hak için sokaklara dökülen İran halkına vurulan ağır ve haksız bir damga.
Diğer yandan yeni ortaya çıkan belgeler, 1953 yılında İran’ın petrol ve gaz yataklarını millileştirmek isteyen Başbakan Muhammed Musaddık’ın Amerikan istihbaratı CIA tarafından İngiliz istihbaratı MI6 ve Şah Rıza Pehlevi’nin işbirliği yaptığı bir darbe ile devrildiğini gösteriyor.
Evet, komplo teorileri var ama gerçek komplolar, entrikalar da var; siyasetle ilgilenenlerin bu durumu göz ardı etmemesinde fayda var.
Paylaş