Murat Güloğlu

İftarlık Gazoz’ un ‘borç taktığı’ iddiası

21 Haziran 2017
İddia mevzusu akçeli konular. Cem Yılmaz’ın ‘Cibar Kemal Usta’ tiplemesiyle, oyunculuğunu göklere çıkarmış ‘İftarlık Gazoz’ filmi ile ilgili kimi iddialar havada uçuşuyor.

Sözkonusu iddialar, yürütücü yapımcı tarafından filmin yapımcılarına yönelik. Sinema ve TV farketmez, yapımlar son derece meşakkatli bir süreci kapsıyor. Senaryodan oyuncu seçimine, ışığından ekibin yemek ihtiyacına kadar fazlaca detay gerektiren bir süreç. Ve bu yüzden de binlerce insan ekmeğini bu sektörden kazanıyor. Özellikle bu yola baş koyan sinema ve televizyon cengaverlerinin, işini aşkla yapması ve ekstradan çabası son derece önemli. İddia o ki, ortada bir ödeme sorunu var ve bu sorun 2 yıldır yaşanıyormuş. Yürütücü yapımcı, yaşanan para sorununun sosyal medyada birkaç kez yer almasının ardından, yapımcılardan az da olsa bir miktar ödeme aldığını ifade ediyor. Söylemesine göre toplumda çokça beğenilen ‘İftarlık Gazoz’ filmine ve yapımcılarına duyduğu saygı nedeniyle de sorunun çözülebileceğine itimat etmiş ve susmayı yeğlemiş. Fakat ödemeler tamamlanmayınca da, noter üzerinden ‘sözleşmede doğan borçların ifası ve zararın karşılanması’ yönünde bir yazı göndermiş. Tabii bir de bireysel olarak alacağı bir miktar varmış. Bu çözümsüzlük halinin devam etmesi üzerine de, hukuki yola başvurmak zorunda kalmış. Bu süreci de bir maille yapımcılara duyurmuş. 18 Haziran 2015 tarihinden itibaren geçerli olan sözleşmeye göre kimi ödemeler hala kendisine  yapılmamış. Yürütücü yapımcının iddiasına göre; ana vergi borcunun faizinin ve yürütücü yapımcıya ödenmesi gereken tutar hala ödenmemiş. Hak ettiği halde alamadığını belirttiği 2 haftalık ücretini ve ekstradan cebinden harcadığı paraları da tahsil edememiş. İddialar bu yönde. Şayet böyle bir durum yoksa yapımcılar gönderecekleri bir maille bu köşeden seslerini duyurup söz konusu iddialara cevap verebilir. Böylelikle en azından sektör bünyesinde konuşulan bu hadiseye de bir açıklama getirmiş olurlar.

BERLİN’DE VAR DA BİZDE NEDEN YOK ?

Hafta sonu bulunduğum Berlin’de harikulade bir etkinliğe tanıklık ettim. Yüzlerce klasik otomobil Berlin’in en büyük ve en uzun caddesi Kurfürstendamm ya da bilinen adıyla Kudamm’da karizmalarıyla boy gösteriyordu. O işlek cadde bu organizasyon için boydan boya araç trafiğine kapatılmış. Vay be! Yüzyıllık motorlardan çıkan şahane sesler birbirine karıştıkça ruhlarda da bir delirme, bir coşma oluyordu tabii. Çok yakından bildiğimiz bir çok markanın ilk hallerini yansıtan milyon euroluk otomobillerden söz açıyorum. Kimi salına salına caddede tur atıyor, kimi park etmiş fotoğraf pozları veriyordu. Tam bir şenlik. Sadece Berlin’liler ilgi göstermemiş. Almanya’nın, Avrupa’nın ve hatta ABD’nin dört bir yanından gelenlerin büyük ilgisi beni fazlaca şaşırttı. Düşünsenize klasik otomobil tutkunusunuz ve böylesi organizasyonları saat farkı, kilometre farkı demeden ülke ülke, şehir şehir dolaşıp takip ediyorsunuz. Ve ilginizi çeken otomobili koleksiyonunuza katmak için milyonlar ödemeye hazırsınız. İşte böyle zengin ve tutkulu bir güruh var yeryüzünde. Çok acayip ve devingen bir ekonomi. Bununla beraber konserler, davetler, eğlenceler gırla tabii. Dediğim gibi milyon euroluk süper bir organizasyon. Aslında güzeller güzeli dünya kenti İstanbul’umuzda da böylesi etkinlikler, şenlikler, organizasyonlar şart gibi geliyor bana. Hani turist ya da iş adamı ya da dünya jet-seti memlekete gelmeyi bıraktı, ayağını kesti diyoruz ya, işte böylesi organizasyonlar bizlere ilaç olur ilaç!

ÇOCUKLARIMIZ İYİLEŞSİN!

LÖSEV. Lösemili Çocuklar Vakfı. Ve elbette bu vakfın binlerce şahane çalışanı, LÖSEV ‘ e kayıtlı 24 bine yakın lösemi ve kanser hastası çocuk ve yetişkinle onların ailelerine destek olmak için dur durak bilmeden çalışıyor. Takdire şayan. Biliyor musunuz hastalarımızın ailelerinin yaklaşık %92’si asgari ücret ve altında kazanıyor. Dolayısıyla hepimizin destek olması gereken bir durumla karşı karşıyayız. Memleketimiz ‘kanser kuşağı’ olarak adlandırılmış kuşakta bulunuyor ve her yıl neredeyse 200 bin insanımız bu hastalığa yakalanıyor. Amansız hastalık demiyorum çare var, çaresi olan bir hastalıktan bahsediyorum. Maalesef ki her yıl bu hastalıktan 180 bin insanımızı toprağa veriyoruz. Daha duyarlı, daha istekli olursak aşamayacağımız engeller, yenemeyeceğimiz hastalıklar yok! Fitresiye, zekatıyla, gönüllerden kopanlarla destek olunmalı. Yapılan bağışlar o nedenle hayli önemli. Biliyorsunuz ki LÖSEV asla ve kat’a sokakta, caddede yardım toplamıyor. Hayli önemli bir hadise. Her ferdin elinden geleni yapması gerekiyor ve önce geleceğimiz olan çocuklarımızı iyileştirmemiz gerekiyor. Her şey daha sağlıklı bir gelecek için. Ramazan Bayramımız şimdiden mübarek olsun.

Yazının Devamını Oku

Gitme Yunan’a, gel Bozcaada’ya!

16 Haziran 2017
Nihayet bohem-burjuva tayfanın bolca takıldığı Bozcaada sezonumu açmış bulunuyorum. Son derece mesudum.

O eşsiz rüzgarını, kahkaha dolu sokaklarını, gelenekselleşen tatlarını, ada keyfini harbiden özlüyorum. Çok iyi geliyor bana Bozcaada. Ve her seferinde ayrılırken buradan, kalbimde buruk mu buruk bir tat kalıyor. Neyse ki yaz yeni başladı daha çok gideriz inşallah. Efendim Bozcaada bayrama ve elbette yaza son derece hazır görünüyor. Ayapetro konaklamaların yeni adreslerinden ve hatta adanın en iyilerinden. Sardunya ise tabii ki bir klasik. Tıpkı Kuşlu Konak gibi. Ayapetro’nun bahçesinin genişliğini ve esen rüzgarla yerleşen huzuru hissedince kahvenizin tadı ayrı bir güzel oluyor.

Ada mekanlarında hünerli kadın eli

Çanakkale esvabının yakinen tanıdığı  yıllanmış ve efsaneleşmiş tad ‘Yalova’ geçtiğimiz yıl ada sokaklarında boy gösterirken ‘a ne hoş, sokaklar ve ağızlar tatlanıyor’ demiştik. Aynen öyle. Deniz mahsullü kabak çiçeği dolması ve şehriyeli karidesi hayli orijinal, midyenin binbir çeşidi konusunda kendilerini aşmışlar. Öte yandan Yunan usulü ahtapot yemek için nihayet uygun bir yeri buldum dedim yerken. Ha bir de plaktan yükselen Zeki Müren’ler, Emel Sayın’lar.. Bir harika! ‘Yalova’ nın böylesine güzel ve tatlı bir yer olmasında tabii ki kadın eli değmesinin katkısı tartışılmaz Didem Hanım bu konuda çok hünerli. Kutlarım. Adanın eskilerinden Nevreste Hanım da evinin alt katını ve bahçesini restaurant kafasında yapınca yemek konusunda adaya rekabeti de getirmiş. Portakal kabuğu yatağında fırınlanan deniz mahsulleri ya da akya balığı pastırması! Damak çatlatan lezzetler desem ne dediğimi anlarsınız. Yalova da, Nevreste de adanın kadın eli değmiş tatları. Bu arada Akvaryum Plajı’na denize, Rüzgar Gülleri’ne güneşi batırmaya giden kardeşlerimiz maalesef ki maalesef trophye çıkmış gibi, adaya hiç yakışmayan yolları aşmak zorundalar. Yıllardır yapılmayan bu yollarda yapılırsa Bozcaada’mız dünya standartlarında bir ada olacak. Hadi iyi tatiller! 

Çeşme’de ‘gelin hamamı’ sefası!

Çeşme düğünlerinde trend, gelin hamamı masajı. Önce gelin hanım ve avanesi hamamda yıkanıyor, ardından eşsiz bir masaj ve nihayetinde çalgı-çengi, göbek atmalar derken gelin hanım kızımız düğüne bir başka hazırlanıyor. Şahane. Nesi şahane derseniz ben böylesi gelenek-görenek, örf-anane yaşatma fikrinden son derece haz duyuyorum. Sahipleniyorum. Ilıca’daki otelin devasa hamamı gelin-kaynana, görümce, nedimeden geçilmiyor bu ara. Şöyle ki hanım kızlarımız önce işinin uzmanı tellaklarca şöyle sabunlu lifli- keseli-taslı güzelce bir yıkanıyorlar. Göbek taşına yayılmış hanımlar etrafa saçılmış gül yaprakları arasında binbir çeşit meyvelerden tadarken, bir yandan da hamam kafasına uygun müziklerle gelinimizi düğüne hazırlıyorlar. Sonrasında bir de harika bir vücut masajı derken ruhunuzu hamamın orta yerinde teslim ediyorsunuz zaten. Hamam kültürüne çocukluktan beri sempati duyarım ve hatta giderim de ama Budapeşte’nin eşsiz hamamlarından sonra bizlerin, Osmanlı’nın torunları olarak az-biraz geri kaldığımızı düşünürdüm. Fakat Çeşme’de, Ilıca’daki bu gelin masajı hadisesi benim o gelenekçi tarafıma öyle bir dokundu ki maşallah keyfim son derece yerinde!

Kate Moss’un eşek sütü sabunları Türkbükü’nden!

Eşek sütü mevzusu epeydir gündemde ama alemin son yıllarda bu denli ilgi göstereceği aklımın ucundan geçmezdi. Tam bir mucizeymiş meğersem. Malum eski zamanlarda kral ve kraliçelerin banyolarından, küvetlerinden eksik olmazmış. E peki bizim Kleopatra’dan Sezar’dan neyimiz eksik. Son Bodrum gidişimde eşek sütü rüzgarına kendimi kaptırdım. Biricik annesinin kanser hastalığına yakalanmasının ardından alternatif tıpla da çokça haşır neşir olan Işıl Tan Hanım, Japonya’dan Fransa’ya, Amerika’dan Hindistan’a kadar binlerce kilometre yol tepmiş tedaviye destek olmak için. Rahmetli annesinin derdine derman olamamış belki ama 3 ay denen ömrünü neredeyse 6 yıla çıkarmış. Çabası takdire şayan. Hatice Teyze ‘nin eşek sütü mucizesini dinlerken şaşkınlığım bitmek bilmedi. Zira ünlü model Kate Moss yıllık eşek sütü ihtiyacını buradan karşılıyormuş. Eşeklerin süt verme sıklığının ne kadar az olduğu ve bu sütün nelere iyi geldiğini duydukça bu hayvanlara saygım bin kat daha arttı desem yeri. E vitamin, amino asit, A, B1, B6, C, D, E zengini. Omega 3 ve 6’nın madeni neredeyse. Genç görünmeyi sağlayan doğal bir retinol var kikırışıklıkları giderip, sedef ve egzamaya da geçit vermiyor. Ciddi bir antioksidan ve afrodizyak aynı zamanda.

Yazının Devamını Oku

Esbaba tevessül sonra tevekkül

13 Haziran 2017
Şu güzelim memlekette neler yaşıyoruz neler ama gel gör ki, doğal afetler kadar ürkütmüyor beni.

Yaşadıklarımıza, ona, buna eyvallah etmeden karşı koyuyoruz, çoğu zaman yapılanları da yutuyoruz belki ama bu deprem hadisesi çok değişik ve fazlasıyla karamsar bizim memlekette. Bizim memleket diyorum çünkü onca acı tecrübeye, onca acı çekilmesine ve on binlerce insanımızın ölümüne rağmen tedbiren de olsa çok az şey yapılıyor olduğunu bilmek koyuyor bu ülkenin bir evladı olarak bana. Bir Japon neden korkmaz mesela depremden? Ve bizler annesini, babasını, abisini, kardeşini bizzat elleriyle toprağa vermiş bizim gibiler ‘deprem oldu’ denilince neden hala ‘acaba bu sefer sıra kimde? Bende mi, kardeşimde mi?’ diye kör kaygılara düşeriz. Fıtrat mıdır, kader midir bu, aldatılma, kandırılma mıdır? Çadır göndermek midir yapılacakların en hası, en somutu? Devlet yarayı sarmak için vardır evet ama o yaranın olmaması için çaba sarfetmez mi ?

ÇADIR ALANLARINA GÖKDELEN DİKERSENİZ…

“Esbaba tevessül sonra tevekkül” dediğimizde ‘sen elinden geleni yap, gerisini Rabbi’ne bırak, sonucuna da razı ol!’ ifadesini mi anlaşılır yoksa misal İstanbul gibi kozmopolitte deprem olduğu zaman toplanılacak 470 bomboş toplanma alanının 300’üne nasıl da gökdelen, residance ya da AVM yapılabilinir ki sorusundaki insaniyeti mi gelir akıllara? Ve en beteri belki, deprem İzmir’i, Ege’yi, Bursa’yı vururken ‘acaba İstanbul depremini tetikler mi’ sorusunu, düşünmek ya da sormaktır ki televizyonlardan, gazetelerden işte o zaman taş kesilir deprem mağduru İzmir’li, Manisa’lı, Afyon’lu? İzmir ‘deki depremin şiddeti, büyüklüğü, sertliği çok yıkıcıydı ve neyseki bu depremi çok ama çok ucuz atlattık. Çok büyük geçmiş olsun depremi yaşayan, hisseden kardeşlerime. Şimdi ben size deprem vergileri neden duble yollara gider diye sormuyorum, deprem sonrası toplanılacak alanlara belki rant uğruna, belki sosyal ihtiyaç uğruna neden AVM’ler, gökdelenler dikildi diye de sormuyorum. Ben, böylesi doğal felaketlerde aklımıza neden hala ‘acaba yine kaç ev yıkılacak, kaç insanımız ölecek’ sorusunun geliyor olmasını soruyorum. Neden İstanbul depremi sırada bekliyorken, yaşadığımız bunca felaketin ardından ve bunca büyümüşlüğümüzün ardından hala, -en azından deprem konusunda- bir Japonya olamadığımızı soruyorum. Durum tastamam budur!

ÇALIMLARINA KURBAN ŞEYTAN!

Çocukluğumun en baba zamanlarını Muğla’da yaşadım. Ve Muğla’da da top koşturmuş  efsanevi topçu Rıdvan’ın gollerine de o topraklarda şekillenmiş duygularımla ayrı bir sevinirdim. Ne zaman yol üstündeki ‘Fenerbahçeli Rıdvan’ın Yeri’ akaryakıt istasyonunu görsem babamın illa ki onun dükkanına direksiyon kırmasını isterdim. Attığı çalımlarla futbolumuz neşelenir, benim gibi çoluk çocuğun da hayallerine, odasının duvarlarına ya da en kestirmesinden gönüllerine yerleşiverirdi. Altay’ı son 10 dakikada nasıl darma duman ettiği de hala hafızamda. Şimdi o tarz efsane topçular çok yetişmiyor artık. Nihayetinde futbolcular gibi kimi marşlar da, şarkılar da, sloganlar da yıllar geçse unutulmuyor. Elbette kimi çalımlar da! Ne bileyim severdim işte çocukluk kahramanım Rıdvan’ı. Geldi, geçti, gitti. Bu arada Konya’ya kupa kazandıran bir diğer efsane Aykut Kocaman’a da Fenerbahçe’de başarılar yüksek dilerim. Tribünler başarılarıyla ne marşlar, şarkılar söyler ne tezahüratlar yapar kim bilir !?   

YALIKAVAK DÜNYASI!

Güneyimizde hareketlenme iyiden iyiye başladı. Bayramla beraber iyiden iyiye zirveye çıkacak yaz coşkusu sonrasında da – bir aksilik olmazsa- devam edecektir. Bodrum’un Yalıkavak’ında da iskeleler, insanlar, mekanlar, börtü böcek hareketlenmeye başladı. Özellikle İstanbul’da nam salmış alışılmış, bilinmiş mekanlar tatilde de müdavimlerini yalnız bırakmıyor. Cihangir dünyasında boy gösteren nev-i şahsına münhasır Hazine de, Tilkicik Koyu’nda eğlenceye merhaba dedi. Ambiyans alışılmış, menü tadında, orkestra coşkulu, hizmet de bilindik olunca ayaklar ister istemez gidiyor. Bu arada hemen yanıbaşındaki “Bi’ alt kat” a da uğramanız tavsiyemdir.

Yazının Devamını Oku

Az yiyin de …

6 Haziran 2017
Dünya nüfusu 2050’de 9 milyarı geçmiş olacak gibi görünüyor. Şimdikinin tam yüzde 34 fazlası. Bu durumda, gıda üretiminin de talebi karşılar oranda artması gerekiyor.

Yani tarım dünyası, çiftçi kardeşlerimiz, sebze, meyve hayati önem taşıyor. Bunlara zeytin ve zeytin ağaçlarımız da dahil tabii. Şu koskoca yerkürede 800 milyon can tam anlamıyla aç. Oysa ki yeryüzünde üretilen gıdanın 1.3 milyar tonu boşa gidiyor, atılıyor, heba oluyor. Aslında savurduklarını zapturapt altına alsa insanlık, daha fazla gıda üretimine pek gerek kalmayacağı gibi, açlar da doyacak. Bizim memlekette çokça konuşulan hadise ise üretilen 49 milyon ton meyve ve sebzenin yüzde 25 – 40 oranının (Tübitak verilerine göre) neden atık haline dönüştüğü. Yani israf edildiği! 100 milyar liramızın 25 milyar lirası israf ediliyor. Çok büyük bir rakam. Yazık, günah! Sadece para da değil su, toprak, enerji, iş gücü, sermaye de yok oluyor aslında. Devletiyle özeliyle herkes işte tam da bu nedenle elini taşın altına koymalı diyorum. Bu topraklarda kazanılanı yine bu topraklara yatırmalılar. Ve o nedenledir ki Metro Gıda Hareketi son derece önemli. Verimliliği arttırıp israfı azaltarak üreticiden tüketiciye oluşan bu inanılmaz israfı durdurmamız gerek şart. Tüketeceğimiz kadar harcama, açık büfeden yiyebileceğimiz kadar tabağımıza doldurma ya da ne bileyim ıspanağın en besleyici yeri olan kökünü çöpe değil de tencereye atma gibi… Zaten mercimekten buğdaya gıdalarımızın neredeyse tamamını ithal ettiğimiz bu zamanda, bir de israf ederek çiftçimize ve ekonomiye bir darbe de biz vurmayalım. Böylelikle dünyamız da kurtulsun, biz de!

BODRUM DENİLİNCE ORTAKENT-YAHŞİ

Bodrum’un geleni gideni, açılanı saçılanı bir yana bir de yaşatılanı ya da en azından yaşatılmaya çalışılan bir kültürü var. Son Bodrum gidişimde Ticaret Odası Başkanı Sevgili Mahmut Kocadon, sıkı Bodrum aşığı (@bodrumlovers) Cem Pazar kardeşimin vasıtasıyla beni, düzenledikleri festivallerine davet etti. Adı, Ortakent-Yahşi Bahar Festivali. Biliyorsunuz, Ortakent-Yahşi yarımadanın en güzel, en keyifli yerine konumlanmış ve muazzam Ege kültürünü ve insanını barındıran şahane bir belde. Benim Ortakent’te bulunduğum gece festival programında yer alan geleneksel kız isteme ve düğün alayı bölümü sahneleniyordu. Son derece heyecanlı ve keyifliydi tabii. İnanılmaz bir kalabalık da söz konusuydu. Tabak tabak keşkek dağıtılması keyiflerin yerinde olduğunu gösteriyordu zaten. Çocukluğum az çok bu yörede geçtiği için ‘Ev yapacaksan tuğladan, kız alacaksan Muğla’dan’ sözü hafızamda yer etmiş. Damat efendi öylesine el üstünde tutulup, eli cebine attırılmıyormuş ki bu söz atasözü olarak söylenegelmiş. O nedenle Muğla ve yöresine damat olarak gitmek epey akıllıca bir iş. Sahnede düğün bölümünü izlerken işte bu söz aklıma geldi. Ben; şu beach trend, bu restaurant yıkılıyor, ay şu kokteyl bi’ harika tavsiyelerinden ziyade böylesi geleneksel işlerin de yazılıp çizilmesini benimsiyorum. Bunca turist ve hatta dejenereleşmeye rağmen geleneklerini yaşatmaya çabalayan ve başaran Ortakent- Yahşi Halkı’na ve elbette Sayın Mehmet ve Mahmut Kocadon kardeşlere selam olsun.

ŞAHANE BEŞİKTAŞ

Ligin en şahane takımlarından Beşiktaş kendisinden beklendiği gibi bu yıl da şampiyon oldu. Sanırım seneye de en büyük aday. Ligin kalitesini elbette tartışabiliriz ama Kartal’ın, hocanın, öğrencilerin şu şartlarda kalitesini tartışmak abesle iştigal olur. Lyon’daki ilk maçta bitiş düdüğüne dakikalar kala şanssızlıklar yaşanmasaydı, Avrupa’daki yüksek başarısını da konuşuyor olurduk. Neyse. Çarşı’nın öncülüğünde harikulade taraftarının desteğini unutmadan, stadının atmosferine de dem vurararak ve elbette yönetimin başarısının da hakkını vererek Kara Kartallar’ı can-ı gönülden kutlayalım. Öte yandan Ali Koç’tan yükselen seneye adayım açıklamalarının da son derece heyecan verici olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Fenerbahçe’de yaşanacak olası bir değişim bir çok şeyi tetikleyecek, memlekette ve ligde büyük heyecan yaratacaktır. Yenilikler, yenileşmeler her zaman iyidir.

 

 

Yazının Devamını Oku

Ey Survivor! Sen mi büyüksün, Dominik mi!

30 Mayıs 2017
Dominik'i Survivor'dan ibaret sanan dostlarımız var. Ya da koca ada ülkesini aşırı mavi okyanuslu, böcekli möcekli, hindistan cevizli, zor koşullarda yaşamın sürdüğü bir cangıl olarak hayal edenler...

Elbette Survivor etkisiyle bunları düşünüyoruz. Gayet normaldir. O zaman Dominik'in Survivor'sız yer ve mekanlarına bi' bakmak lazım derim ben de size. Karayipler'de Hispanyola adasında bir ülkeden bahsediyorum. Zaten başkent Santo Domingo, Bay Kolomb'un ayağını bastığı ilk toprak parçası olma özelliği taşıdığından mütevellit aşırı İspanya etkisi haylice mevcut. GSMH 7 bin 500 dolar ama bir çok Dominik'li kardeşimiz günlük 2 dolarla geçimini sağlamak zorunda. Böylesi cennet topraklarda adaletsizliğin böylesi durumu! Bu arada 1 dolar 49 Pezo ediyor. Hayli ucuz denilebilir. Ben Survivor Bölgesi'ne Madrid aktarmalı olarak gittim. Ve yolculuk ortalama 13-14 saat sürdü. Bu arada Türkiye'den 7 saat gerideler söyleyeyim.

ACUN ILICALI ADAY OLSA KESİN SEÇİLİR

Türk ve Yunan survivorlarının yapım ve teknik ekibinin takıldığı - ya da yaşamını sürdürdüğü diyelim- bölge Las Terrenas. Burası yaklaşık 15 bin nüfuslu bir ilçe. Survivor öylesine kalkındırmış ki burayı, Acun Ilıcalı adaylığını koysa rahatlıkla belediye başkanı ya da vekil falan seçilir Las Terrenas'ta. Geçtiğimiz yıl bir kaç tane olan restaurant-bar sayısı bu yıl bir hayli fazlasıyla artmış. Tropik mimari ile çok da şeker yapmışlar caddelerini. Karşılıklı rengarenk yapılarda okyanusa girip, yemek yiyip, play station oynayabiliyorlar (Malum Acun Bey ve ekibinin milli sporu PS). Öte yandan yaklaşık bir saat mesafedeki Samana'da bulunan El Limon Şelalesi var ki görmeden ölmeyin. Yaklaşık 50 metreden inen şelale sularından çıkmak istemiyorsunuz. Cangılın orta yerinde olduğundan atlarla efsanevi bir yolculuk yaparak gidip geliyorsunuz. Tam anlamıyla İndiana Jones 'luk durumlar yani. Ha unutmadan Bacardi Adası diyorum başka da bir şey demiyorum. Tam bir Tropikal Ada. Bir elinizde Hindistan Cevizi, diğerinde Ananas ve öylesine ve hatta ölesiye masmavilik, yemyeşillik, rengarenklik! Cennet mi ? Evet böyle bir yer olmalı.

MADRİD'İ BARCELONA'LILAR BASTI

Cumartesi sabahı Barça marşlarıyla uyandım. Fakat mevzu şu ki ben Madrid'teydim. Ne oluyoruz falan derken camdan dışarı baktığımda bir grup Barcelona taraftarı basbas bağırıyor. Allah Allah!! Madrid'te, Barcelona çılgınlığı! Hımm ilginç. 'Neden acaba?' derken, futbolla pek alakası olmayan beni bile heyecanlandıran haberi duydum. Akşamında İspanya Kral Kupası maçı vardı ve Barça-Deportivo Alaves arasında oynanacaktı. Keşke Real Madrid'le oynasalardı dedim kendi kendime ama caddede, sokakta, mahalle kafesinde Barça'nın renklerini görmek bile heyecanlandırdı beni. Katalanlar olarak Bask Bölgesi'yle durumları malum Barçalılar'ın. Buna rağmen başkent sakinlerinin ya da güvenlik güçlerinin rahatlığı ve işgüzarlıktan uzak aşırı hoşgörüsü Ortadğu dünyasında yaşananlara tanıklık edenler  için fazlasıyla şaşırtıcı geliyor. Düşünsenize Madrid'in Taksim'i Puerta del Sol 'de ya da Plaza Mayor 'da toplanmış binlerce bordo-mavili çılgın, takımını desteklediği gibi bir de ağır Katalan sloganları atıyorlar. Hayli ama hayli ilginçti. Bu arada karşılaşma öncesi tansiyonun yüksel olduğu saatlerde iki takım taraftarının omuz omuza caddelerde yürüyüp, birbirleriyle şakalaştığı da gözümün önünden gitmiyor. 'Keşke bizim ülkemizde de böyle olsa' dedirten görüntüler bunlar sayın seyirciler!

EN ÇILGIN BAŞKENT, MADRİD

Bana hep sordular Barcelona mı, Madrid mi diye. Madrid yaşantısına, caddesine, sokağına yeterince vakıf olamadığımdan Barça der geçerdim. Ve fakat işler değişti şimdi biraz dostlar. Ben tam bir Madrid hayranıyım artık. Şehre can katan Retiro Parkı, ihtişamlı duruşuyla irili ufaklı harikulade yapıları, Malasana ve Chueca'daki 'less is more' felsefesiyle hizmette olan mekanları, insanlarının canlılığı ve enerjisi, akşamüstünden sonra başlayan festival hareketliliği ile başkentlerin en çılgını bana kalırsa Madrid. Üstelik denizi, okyanusu ve hatta içinden geçen nehri olmamasına rağmen. Ten con ten yine kentin en iyilerinden. Burratalı salata, tartar, kokteylleri ve eşsiz etine şapka çıkarıyor kent sakinleri. Madrid'in vegan beslenmenin de doruk noktasına ulaşmış olduğuna şahit oldum ki sanırım kısa sürede İstanbul gibi takipçi kozmopolitlerde de yayılacak bu akım. 'Bir yerden bir insan gider, orası yalnızlaşır' demiş bilmiş Fransız abilerden biri. Dar sokaklarında parmak arası terlik, şort, t-shirt aylakça yürürken bu söz aklıma geldi. Ve hoşgörünün ve saygının ve duygu alışverişinin aslında şehri şehir, mekanı mekan,insanı insan yaptığı... Güzel tanıklıklarınız olsun istiyorsanız Madrid'e bir süre takılın bence.

GELECEĞİMİZ TURİZMDE

Yazının Devamını Oku

Merhaba Dostlar

5 Mayıs 2017
Ekrandayken milyonlara haber sunmanın, habere yorum yapmanın, ratingi kapmanın tadı, tuzu, keyfi apayrı elbette amma velakin yazının, çizinin, okunmanın da anlatılamaz bir hazzı var.

 Yaşamayan bilemez bu duyguyu. Yıllardır medyamızın televizyon tarafında boy gösterip, top koştururken 'Hürriyet Dünyası' içinde kalem oynatacak olmanın telaşını ve mutluluğunu yaşıyorum şimdi. Televizyona elbette devam. O ayrı. Ve fakat bununla beraber yazılarımla da artık medyamızın amiral gemisindeyim. O yüzden elimizi korkak alıştırmayalım dostlar. Bol bol tıklayalım, okuyalım, paylaşalım. Yani demem o ki evinizin oğlu Murat Güloğlu tespitleriyle, kendine özgü diliyle, nacizane yorumlarıyla artık hurriyet.com.tr 'de. E daha ne olsun! 

NE KAYGISI BE KARDEŞİM!

Hafta içi komşuda, Selanik civarındaydım. Mustafa Kemal'in dünyaya gözlerini açtığı bu kent için tam da gidilecek zamanlar. Her şey en idealinde. Havası, suyu tam bir Ege kafası. Kentin enerjisi bir harika. Tatlı, güleryüzlü insanları, mekanlarının şıklığı, rahatlığı, ucuzluğu, coşkusu, İzmir'i andıran güzelliğiyle sanki Türkiyemiz'den bir parça. Ha bir de göze çarpan en önemli ayrıntı, Türk sermayeli büyük - küçük kimi firmaların burada anlı şanlı bir şekilde boy gösteriyor olması. Özellikle yeme içme sektöründe faaliyet gösterenler gayet de güzel ciro yapıyor vallahi. Ben tam da oradayken The Times, 'Kaygılı Türkler Yunanistan'da yeni bir yaşam arıyor' başlıklı bir haber vermesin mi ? Yav aziz kardeşim Papua Yeni Gine'sinden, Kamboçya'sına, Doha'sından Cape Town 'ına kadar dünyanın dört bir yanı Türk girişimci kaynıyor maşallah. Gittik, gördük biliyoruz. Demem o ki milletimiz gurbet ellerde ekmeğinin derdinde. Orada tezgahını açıyor ki, memlekete döviz getiriyor. Yeni bir yaşamdan ziyade, yeni yeni pazarlar keşfetmek derdinde, o kaygılı denilen TC vatandaşları. Olaya bir de bu açıdan bakmak gerekiyor değerli The Times yorumcuları.

KASSANDRA DİYORUM SUSUYORUM!

Hazır komşudayken gözlemlerimi de aktarayım. Halkidiki'yi duymayan kalmamıştır sanırım. İpsala'dan çıkınca Dedeağaç, Gümülcine derken Kavala, ardından yeşiliyle mavisiyle ver elini Halkidiki yöresi. Bu eksantrik yol, kafadar tiplerle süper gidiyor. Arabayla mesafe zaten 5 buçuk 6 saat. Ege'nin dağı, taşı, suyu efsane tabii. Radyoda buzuki sesi duymasan tıpkı bizim memleket. Yemesi içmesi tam anlamıyla damak çatlatıyor. Ben bu bölgenin Kassandra tarafına ilk kez gittim, gördüm. Gerçekten müthiş. Doğal, sade, tertemiz ve pek tabii ki gayet ucuz. Selanik'ten uçakla da gidilebilir elbette ama yörenin ıcığını cıcığını görmek istiyorsanız araba şart. Buradaki kasaba, köy, mahalle isimleri de pek bir tanıdık. Mesela Nea Moudania. Nedir ? Yeni Mudanya. Ne Fokea var. O da Yeni Foça. Ege'deki herkesin, herşeyin birbiriyle bir bağlantısı var doğal olarak. İnsanlığın zenginliği de -benimsemesen bile - farklı kültürlere saygı duymak değil mi ? Aynen öyle. Bodrum'umuzun, Çeşme'mizin, Ayvalık'ımızın, Antalya'mızın yeri elbette apayrı fakat Kassandra yöresinin güzel insanları da açmış kollarını komşu Türkleri bekliyor. Fırsat buldunuz mu Kassandra'ya doğru bir direksiyon kırın derim ben. Ne dediğimi gidince daha iyi anlarsın!

Bİ' SEZEN, Bİ’ DE GÖKSEL!

Benim kuzenle baharın güzelliğini çıkaralım diye atladık arabaya Foça, Mordoğan, Karaburun yollarına sürdük gidiyoruz. Arabada benim henüz ilk kez dinleyebildiğim Sezen Aksu'nun son albümü, bir de - niyeyse hala- Indila şarkıları. Sezen Hanımcığımın şarkılarının bunalım olanlarını atlayıp hafif hareketlileri dinlerken ' Hu Hu' accayip dikkatimizi çekti. Abartısız elli kez üstüste dinlemişizdir. Giriş bölümü Hande Yener'in Sebastian'ını andırsa da sözleri ve melodisi şarkının ilerleyen bölümünde kendisinin epey bir farklılaştırıyor. Sezen'in, dinleyen erkeğe 'bak benim kadınım böyle olmalı' dedirten sözleri tam anlamıyla 10 numara 5 yıldız. Yazın hiti olacak. En azından benim için. Ha bu arada bir kaç hafta içinde piyasaya çıkacak Göksel'in 'Tam da Şu An' şarkısını da herkesten önce dinleme fırsatım oldu. Şarkısıyla, klibiyle Göksel yine kendini aşma gayreti içinde. Bununda hakkını vermiş. Klipteki dans bölümü de bir enteresan olmuş. Hatlarıyla da Göksel bir başka güzel görünüyor göze. Sonuç : Yıkılıyor! Bi' çıksın single, dinleyelim, siz de 'hah evet, budur ya!' diyeceksiniz. Net!

Yazının Devamını Oku