Türkiyemiz’in batı ucunda hemencecik Bulgar sınırında feneriyle, longozuyla, mağarasıyla, upuzun şahane kumsalıyla elbette ki eşsiz doğasıyla İğneada ’dan söz ediyorum. Özellikle kültür ve doğa turlarına meraklı gezginlerin rotasının olmazsa olmazı burası. Yazı başka bir güzel, baharı ayrı, kışı apayrı bir güzel. Trakya’nın en keyifli yerlerinden. Yapacak o kadar çok şey var ki. Göller, mağaralar keşif için sizi bekliyor diyebilirim. Ulaşımı da son derece rahat malumunuz üzere. Yemesi içmesi de cabası tabii. Yemyeşil ağaçlarla kaplı ormanlar arasında süzülürken, kentin derdine tasasına küçük bir parantez açıp birkaç gün geçirebiliyorsunuz buralarda. Atlas Dergisi’nin maceraperest ruhunun hafta sonu eylemlerini destekliyorum pek tabii ki devamını diliyorum.
Bu şiddet nasıl bitecek?
Haberlerle haşır neşirseniz bol bol vurdulu kırdılı, şiddete yönelik haberlere rastlıyorsunuz. Erkek şiddeti maalesef hala ön planda. Hala diyorum çünkü yıllardır hem sunduğum hem izlediğim haberlerde bir hayli fazla şiddet içerikli habere tanık oldum. Birçoğunda emniyetten çıkarken yüzüne, dudağının kenarına müstehzi bir gülücük konduruveren, kabadayı havasında ve hatta yaptıysam yaptım, dövdüysem dövdüm, öldürdüysem öldürdüm havalarında adliyeye giden şehir eşkıyalarını görüyoruz. Ne yazıktır ki yıllardır bu böyle. Bu fotoğraf karelerine tanıklık ediyor, arkasından bolca konuşuyor, tartışıyor ama olayların önüne geçemiyoruz. Ciddi yaptırımı olmayan hukuki süreç, göz korkutucu belki kan dondurucu cezalar verilmeden maalesef gücü güce yetenin hukuku ve şiddeti sürüp gidecek. Dayak yiyen yediği dayakla, ölen öldüğüyle kalacak. Eğitimsizlik maalesef çok ciddi boyutlarda ve anlaşılan o ki suça karşı ağır yaptırımlar gerek ve şart!
Bandırma’da kitap günleri
Bandırma’da belediye ve kaymakamlığın katkısıyla bu hafta kitap günleri başladı. Bandırma Belediye Başkanı Dursun Mirza harika bir işe imza attı. Başkan ilk gün Bandırma Kitap Fuarı’nın açılışını gerçekleştirecek Ahmet Ümit, Mario Levi, naçizane bendeniz gibi yazar-çizerleri Yenikapı Feribot Terminali’nde karşıladı ve hep birlikte yolculuk yapan feribot yolcularına kitaplar dağıtarak bu şahane organizasyona katkıda bulunduk. Muhteşem bir hareket. Eğitim, okumak her şeydir derken, kutsal kitabımızın inen ilk ayeti “Oku!” iken, yılda sadece 1 dakikasını okumaya ayıran bu millete kitapsızlık yakışmıyor dostlar. Bandırma’nın cevval kadınlarını, eli kalem-kitap tutan erkeklerini, okuma-yazma öğrenme heveslisi küçük kitap kurduklarını gördükçe onların gözlerindeki okuma aşkına tanık oldukça umudum daha da artıyor. Bandırma Kitap Günleri tüm yönetimlere örnek olsun, her yer kitap dolsun.
Ciddi ciddi ihracat kalemi olarak da kayıtlara geçmeye başladı. Sektörün böylesine canlı olması elbette televizyon kurumlarımızın, yapım firmalarımızın ve yan kollarının giderek gelişmesini sağlıyor. Dizilerimizin dünyanın dört bir yanında. Tabii bir de güzeller güzeli memleketimizin dizilerde boy boy gösterilmesi ve ardından gelen turistler. Kültürümüzü yayma ve benimsetme hadisesi de cabası elbette. Bizler bu telaş içindeyken 'televizyon oscarları' olarak bilinen meşhur Emmy Ödülleri'nin bu yıl ki yarı final jürisinde bir Türk televizyon yöneticisi dikkat çekiyordu. Kanal D ve yapım şirketleri CEO'su Özge Bulut Maraşlı 'ydı işte o isim.
Heyecan verici bir durum açıkçası. Televizyonculuğumuzun ve dizi dünyamızın, global anlamda geldiği noktayı gösteren şahane bir aşamanın göstergesidir bu. Yüz milyonlarca insanın izlediği yapımların en iyilerinin seçilmesinden söz ediyorum dostlar. Herhangi bir durum değil yani. Türk medya dünyasının bir çalışanı olarak bu haberden dolayı gurur ve mutluluk duydum. Çünkü Emmy hadisesi, dünya televizyonculuğunun geldiği en zirve nokta. Bu nedenle Türk televizyonculuğunu standartların üstüne taşıyan hem Doğan TV Holding Yönetimini hem de bu onuru Türk Medyası'na yaşatan CEO Özge Bulut Maraşlı'yı yürekten alkışlıyorum. Darısı diğer sektörlerde fark yaratan Türk firma yöneticilerinin tüm dünyada işte böyle, bu şekilde adını duyurmasında. Gördüğümüz gibi, Türkiye'de çok iyi şeyler de oluyor!
SELDA BAĞCAN EFSANESİ
Çok uzun zamandır canlı canlı dinlememiştim ta ki Zorlu Performans Stüdyo'da seyredene kadar. Selda Bağcan tam bir star arkadaşlar. Bir dünya starı. Efsanevi. Ünü feci şekilde yurtdışına yayılmış durumda zaten. İnternetten canlı yayınlanan özel konserler serisinde Canlı Sahne 'nin ikinci konuğu Selda Bağcan oldu. Grubu da İsrailli sörf rock grubu Boom Pam idi. Yaz Gazeteci Yaz, Ziller ve İpler, Çemberimde Gül Oya derken Neşet Ertaş 'ın muazzam eserlerini Bağcan'ın yorumuyla sahneden canlı canlı dinledik. Tek kelimeyle muteşemdi. Konser Dream TV'den de canlı verildi. Dinleyenlerinin neredeyse tamamının genç oluşu, Selda Bağcan'ın bu durumdan da büyük keyif alması ortaya bambaşka büyülü bir iş çıkardı. Tüm türküler, şarkılar ezberden söylendi, bilmeyen neredeyse yok gibiydi. Bu memleketin bir evladı olarak gurur duydum bu manzaradan açıkçası. Dinleyicilerine 'haydi beni gaza getirin çocuklar' diye seslenen Selda Bağcan'ın sahnedeki neşeli, esprili, samimi duruşunu açıkçası çok sevdim. Samimiyet ve içtenlik yapılan işe yansıdı mı tadından doyulmuyor zaten. Türkülerimiz de işte bu yüzden ölümsüz ya!
Almanya’da seçim nihayet bu hafta sonu yapılıyor ve gerilimin de nihayetlenmesi umudunu korumaktayız. Ben de tüm bunları bir kenara itip “e ama ne yapalım, hayat da devam ediyor” diyen kitlenin yanına yanına yanaştım geçen hafta tüm bu soruları kapı eşiğinde bırakarak. Moda Haftası’nda birazcık görünmeceler, ardından bienal, sonrasında Soho’daki partisinde takılmacalar ve elbette pek tabii ki Contemporary’de sanatla geyik arası tatlı karşılaşmalar. Ben vip açılışına gittim. Orada da maşallah herkes herkesi tanıdığı için, yakın temaslar bir hayli fazlaydı. Eserlerden çok ayak üstü sohbetler daha ağır bastı elbette. Hatta duyan geldiği için üç-dört kişiyle aynı anda konuşmaya çalışan sanat severler de hayli fazlaydı. İstanbul’un bu hareketli sanat ve moda koşuşturmalarını kesinlikle çok seviyorum. Durmaksızın akıp giden bir enerjisi var kentin ve insanının. Bu telaş bünyesinde yarı Avrupalı, yarı Ortadoğulu kanı akıyor damarlarda. Bu durum kendine çağdaş dünyada yer edinmek istemenin telaşını da barındırıyor, aynı toplumda yaşadığımız kimi insanların kabalıklarının nezaketle açıklanmayacak hoyratlığının ağırlığını da. İstanbul gerçekten de sadece Türkiye’nin potansiyelinin boyutu ile açıklanabilecek bir metropol değil. Tıpkı Berlin gibi, tıpkı New York gibi dünyadaki dinamiklerle izah edilebilecek bir kent. O nedenledir ki şu Eylül ayında yaşadığımız sanatsal ve yaşamsal koşuşturmanın yılın on iki ayına yaymak gerekiyor. Türkiye’nin kültür başkenti daha hızlı günleri ve daha perspektifi geniş organizasyonları hak ediyor çünkü.
Otomobiller bastı gaza
Avrupa’nın en büyük şov mekanı Frankfurt Otomobil Fuarı yine yeni teknolojilerin kendini gösterdiği şahane bir fuar oldu. Sürücüsüz otomobiller, elektriğin iyiden iyiye kendini gösteren cazibesi, doğal, organik çözümler, fosil yakıtları terk eden bir sanayiye kayış en azından dünyamız açısından son derece olumlu. Konsept modeller de geleceğin nereye gideceğini gösteriyor. Retro izler taşıyan modern araçlar, elektrikli otonom araç konseptlerinden örnekler, elektrikli araç segmentinde Türkiye’de üretilen Toyota C-HR’in yeni konsepti de fuarın gözde otomobilleri arasındaydı. Zira ilk kez sergilendi. C-HR ‘ler burada iki özel temayla yeniliklerini görücüye çıktı denilebilir. Düşünsenize Türkiye’de üretilen ve tüm dünyada büyük satış başarısına ulaşan gurur vesilemiz bir model Avrupa’nın göbeğindeki otomobil şovuna damgasını vuruyor. Yerli ve milli otomobil yapılır yapılmaz bilemem ama Çukurova Üniversitesi’nde okuyan müstakbel mühendis arkadaşlar üzerinde
Malum, memlekette haber bülten ve programlarının rekabeti ezelden beri kıran kırana geçer. Bu yıl da öyle olacak gibi gözüküyor. Pazartesi itibariyle Kanal D’de Ahmet Hakan yine alışılagelmiş saatinde, 19.00 ‘da Ana Haber koltuğundan ‘İyi akşamlar’ diyecek Türkiye’ye. Habere bakışıyla, duruşuyla, tavrı ve tarzıyla yıllardır “Televizyon Haberciliği ’nin Amiral Gemisi” olan Kanal D Ana Haber, dev kadrosuyla yine farkını fark ettirecek. Haber ailesi olarak son derece heyecanlıyız.
Ben de yuvada, Kanal D’deyim
Bu yıl ben de Kanal D’nin haber yüzlerinden biri olarak tam anlamıyla ‘yuvaya dönüş’ yaptım. Haber ve program birimlerinin çeşitli kademelerinde çok uzun yıllar çalıştığım Kanal D’de şimdi sabah haberlerinin emanet edildiği isimlerden biriyim. İsimlerden diyorum çünkü Kanal D bu yıl farklı bir programa ve sunum tarzına imza atacak sabah haberlerinde. Dünyada çok fazla başarılı örneği olan ‘partnerli’ sunumunu 11 Eylül sabahından itibaren bizler de hayata geçireceğiz. Seyircinin çok yakından tanıdığı başarılı meslektaşım Mutlu Ulusoy’la beraber “Kanal D ile Günaydın Türkiye’ diyerek sabah 7’den 10’a kadar izleyicilerimizle bir arada olacağız.
11 Eylül sabahı, 7’de görüşelim
Muhabirliğimden bu yana memleketin çeşitli televizyonlarında yıllardır ekranlardayım. Haber veriyorum, haber anlatıyorum, habere yorumumu da yapıyorum. Tavrımı, tarzımı, duruşumu, samimiyetimi, içtenliğimi yeniden yeniden anlatmaya gerek yok. En bildik cümleyle, ‘bunca zaman yaptıklarım yapacaklarımın teminatı olacaktır’. O kesin! Dolayısıyla Türkiyem, Pazartesi sabahı saat 7’den itibaren artık evinizde, iş yerinizde, telefonunuzda, tabletinizde olacağım. Şükür kavuşturana. İyi hafta sonları.
Geleceğin teknolojisinin görücüye çıktığı en önemli fuarlardan IFA. Teknoloji firmaları bu fuarda en son ürünlerini gösterip kasım kasım kasılmak için dünyanın dört bir yanından davetlileri ile boy gösteriyor. Henüz nihayetlenen son fuara da Star Wars tam anlamıyla damgasını vurdu. Bu uygulamanın sağladığı, “genişletilmiş gerçeklik deneyimi” denilen hadiseyi tabiri caizse galaksiyi, evlerimize, sokaklarımıza, ofislerimize velhasıl olduğumuz yere getiriyor. Serüvenlerden serüven beğeniyorsunuz yani. Işın kılıcını kuşanan, galaksiler arasında yolculuk yaparken, galaksinin en büyük kötüleriyle yüzleşiyor, istilacı imparatorluk güçlerine karşı stratejik iş birlikleriyle savaş üstüne savaş yapıyorsunuz. Çay – kahve arasında, toplantı sonrasında, haber arkasında, canımız sıkıldığında hatta Jedi Challenges serüveniyle dünyanın değil, kainatın kralı oluyorsunuz. Fuar alanında koca koca adamlar, ablalar gözlüğünü takmış, almış eline kılıcını kendi kendilerine savaşırken, ‘karizmam nereye gidiyor acaba ?’diye düşünür mü bilemem ama teknolojinin bu hızını görünce açıkçası inceden bir ürperti gelmiyor da değil hani. Bu arada kendi kendinize yapığınız bu hareketlerle sağlam kalori kaybediyorsunuz söyleyeyim!
Camı kırılmayan telefon yapmışlar!
Teknoloji denilince artık şu tabirler kulaklarda çınlıyor : Yapay zeka, sanal ve artırılmış gerçeklik, işlevsellik, tasarım harikası, sınırları zorlamak, dördünce-beşinci nesil vs. vs. Her firma çıkardığı ürün ne olursa olsun oyunun kurallarını değiştirmeye soyunuyor. Ve yapıyor da bunu. Özellikle fuarlarda her firmayı yan yana görünce ortalık yepyeni ürünlerin savaşına dönüşüveriyor. Deli bir dünya bu. Gidişat çok acayip yerlere. Gördüğüm bu kardeşlerim. Kimi telefona yönelmiş, kimi tablete odaklanmış. Mesela lensini herhangi bir objeye çevirdiğiniz zaman size gördüğünüz şey hakkında daha fazla bilgi isteyip istemediğinizi soran telefonlar mı istersiniz? Yoksa ‘arttırılmış gerçeklik’ özelliği ile öz çekimlerinize animasyon ekleyip, olayı daha eğlenceli hale getiren akıllı telefon mu istersiniz? Ha bir de telefonunuzdaki çatlak ve çizik, hatta kırılmayı engelleyen ekran teknolojisinin geliştirilmiş olması. Vay be!! Bu arada yeni akıllı kaleminin işlevselliği, uzaktan ses tanıma, sanal ya da artırılmış gerçeklik seçenekleri ile daha da akıllı bir dizüstü bilgisayarı sunan teknolojiyi de unutmamak gerek!
Sesli komutla e-postanı gönder
Peki buna ne dersiniz? Yalnızca sesli komutlar kullanarak on-line alışveriş yapan, internette arama yapabilen ve hatta ne bileyim sesli komutunuzla e-posta gönderebilen, istediğiniz uygulamayı başlatabilen ve daha birçok özelliği yalnızca konuşarak aktif hale geçirebilen ileri ötesi makineler. Bu işlerin içinde olanlar için gayet normal karşılanabilir bu yazdıklarım ama bir çoğumuz için ‘vay be nereden nereye’ dedirten haberler bunlar. Özellikle IFA ’dan sonra anladığım şu ki, firmalar bu teknolojilerin çok ötesinde bir yerlerde aslında. Ve o teknoloji gelecekte yapay zekalı robotların insan zekasına ve insana hükmüne kadar gidecek. Buna emin olabilirsiniz!
Jedi Challenges’tan Yedinci Hayat’a
Hollywood gelecekte yaşayacaklarımızı yıllar öncesinden çekip de beyazperdede oynattı mı şaşkınlıkla izlemek düşüyor bize de. Mesela Yedinci Hayat olarak çevrilen film şimdilerde vizyonda. Bilim-kurgu, gerilim türünün son ve ilginç bir örneği karşımızda diyebiliriz. Bana kalırsa çok da uzak olmayan gelecekte insanlığın yaşayacağı gerçekleri izliyoruz aslında. Nüfus artışı, doğanın katledilmesi, verimli topraklara dikilen binalar sonrası yaşanan açlık, susuzluk kısacası tüm kaynakların tükeniyor oluşu, kıtlık vs. Çare ise tek çocuk yasası olarak ön görülüyor. Birden fazla çocuğunuz ya da kardeşiniz varsa devlet tarafından alınıyor, sözüm ona uyutulup, nüfus azalınca yıllar sonra uyandırılıp hayata karışıyor. Kısaca olay bu. Merak edenler gitsin izlesin. Hadise şu ki gelişen teknolojinin geldiği noktaya şahitlik ediyorsunuz. Teknoloji nasıl almış başını gitse de şu güzelim dünyada asıl olan yaşamda kalmak oluyor. En basit refleksten söz ediyorum. Karnınızı doyurabilmekten yani. Özellikle bu tür filmleri geleceğin gerçekliği olarak izlemek son derece akıllıca olur. Yakın gelecekte insanlığın başına gelecek hadiseler bunlar. Bu filmdeki en büyük eksikliklerden biri, yapay zekalı robotların boy göstermiyor oluşu. O da olsaydı daha gerçekçi olabilirdi.
Memleketin en büyük takımlarından ikisi, minicik iki futbol takımına mağlup olup, daha ilk turda veda ediyor Avrupa Ligleri’ne. Vay vay vay! Utanmak bile az geliyor! Ve ligin en iyi takımları gerisin geri döndü yuvalarına. Şimdi kendi kendilerine iç dünyalarında oynayacaklar. Gerçekten şahane ötesi bir başarı. Büyük umutlarla getirilen hocalar, inanılmaz paralara alınan topçular, tesislerin şahaneliğine rağmen mantalitenin zavallığı – ya da akıl tutlması belki de– ve başı önde stattan ayrılan başarının b’sine bile hasret mazlum taraftarlar. Elenen bu iki takımın da yönetimsel sorunları olduğu ifade edilebilir. Bu sorunların sahaya yansımaları da bahis konusudur belki ama bu devasa takımlarımız hiçbir zaman bu denli küçülmemişlerdi zannımca. Olmayan, gitmeyen bir şeyler var bu takımlarda. Hem de yıllardır. Yazık ki ne yazık!
Audrey Hepburn ‘le beş çayı
Avrupa’nın dört bir yanında görmeye alışık olduğumuz 250 yılı aşkın tarihiyle dünyanın en ünlü balmumu heykel müzesi Madame Tussauds, İstanbul’da kapılarını açtığında bir hayli heyecan uyandırmıştı lakin güvenliğimize ve turizmimize yönelik kimi talihsizlikler onları da etkiledi elbette. Bugün Beyoğlu, Galata, Asmalı Mescit eski şaşaasından çok uzakta malum. Bunun turizmle bir ilgisi de yok aslında. Çünkü ne bu bölgeyi ayakta tutan coşkulu ve evrensel bir sanat damarı kaldı ne de entelektüel kapasitesi coşturulabildi İstiklal Caddemiz’in. Çölleşti burası iyice. Son yıllarda caddeyi cadde yapan, okuyan, düşünen insanlar kaçırıldı buradan. Taksim Meydanı nasıl küme düşüp, kırsallaştıysa yazık ki eskinin Cadde-i Kebir’i de kültür fakiri oldu, yoksullaştırıldı. Neden böyle oldu, kimler bunu yaptı konuşulur, tartışılır elbette. Neyse! Efendim geçtiğimiz günlerde Madame Tussauds ‘un iki efsane yıldızı Audrey Hepburn ve Bruce Willis eşliğinde İstanbul’umuzun tarihi ve turistik mekanları gezildi. Beş çayı da kentin bir başka ikonik yıldızı yılların Hilton İstanbul Bosphorus’un huzurlu dünyasında yudumlandı. Audrey ve Bruce‘a baktığımda gayet içimizden biri gibi gelip oturmuşlardı masaya. Muhteşem balmumu heykelleri bunlar. Gerçek ötesi adeta. Görülmesi gerekenlerden. Madame Tussauds gibi tüm dünyaca bilinen, tanınan parlak markaların ve yıldızlarının Beyoğlu’nun çekiciliğini artırdığı kuşkusuz amma velakin entelektüeli kaçırılmış, kültür dünyası boşaltılmış Beyoğlu eski Beyoğlu mu, bak bu tartışılır işte canım kardeşim!
Doğadan masaya organik yolculuk
Sevindirici olan şu ki organik beslenme konusunda ciddi bir duyarlılık oluştu kamuoyumuzda. TV ekranlarından, gazete sayfalarından sağlıklı beslenmeye dair verilen demeçler, vatandaşın özellikle genç kardeşlerimizin bu konudaki hassasiyeti takdire şayan. Vatandaş bilinçlenip daha iyisini, daha sağlıklısını, daha organiğini talep ettikçe, kurum ve kuruluşlar ya da esnaf da daha, daha, daha iyiyi arz etmeyi kendine vazife görüyor. Nihayetinde herkes kazanıyor. En başta da doğamız kazanıyor. İstanbul’un turisti bol otellerinden birisi mesela, domateslerini yaz aylarında teraslarındaki kendi sebze bahçesinde üretiyor. Dünyada örneklerini duymuştum ama İstanbul’da ilk kez karşılaştım bu hadiseyle. Bahçelerinde üretip büyüttükleri domatesleri “doğadan masaya” diyerek, Selami Güleryüz Usta’nın baş aşçısı olduğu restoranda Anadolu lezzetleriyle harmanlayarak konuklarına tattırıyor. Taze, günlük ve doğal. Tükettiğimiz ve hatta yavrularımıza tattırdığımız besinlerin olmazsa olmazı bu kıstaslar olmalı işte. Her bir kurum ve kuruluş doğaya karşı duyarlı ve hassas davranırsa hastalıkları def eder, daha sağlıklı yaşar, daha sağlıklı nesiller yetiştiririz. Tabii bu konunda özellikle ilgili bakanlığa ve denetmenlerine çok iş düşüyor.
Bollywood demek Hindistan demek. Hindistan demek yarı Asya demek, bir buçuk milyara dayanan devasa bir nüfus demek. E bu milyar tane adamdan milyonlarcası Bollywood dizi ve filmlerinde Türkiye’yi görüp; Marmaris’i izleyip memleketimize tatile, ticarete, pazara, gezmeye görmeye gelse fena mı olur olmaz. O nedenledir ki Bollywood’un gücüne inanalım. Geçtiğimiz günlerde şahane bir haber vardı; Bollywood yapımcılarından Events Film ile BKM Film’in, Muğla’mızın eşsiz ilçeleri Marmaris ve Köyceğiz’de ortak bir film çekecek oluşları. Köyceğiz malum Yılmaz Erdoğan’ın mekanı sayılır artık. Kurduğu platolarda oturduğu yerden kalkmadan harikulade filmler üretiyor. Bakınız ‘tadından yinmez’ dediğimiz Ekşi Elmalar. Filmin neredeyse tamamı Dalyan’ın, Köyceğiz’in muhteşem doğasında çekildi. İşte bu güzelliklerin fark edilmesinde ön ayak olan Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar, bölgenin ileri gelenleri ile DOKTOB Halkla İlişkiler Sorumlusu ve turizmci Fulya Okutur Hanımefendi, turizm zora girer girmez çareler arayıp, Hint Pazarı’na girmeyi akıl etti. Ve ne yaptı ettiler Bollywood ’un Yılmaz Erdoğan’ına Muğla ve yöresinde film çektirmeye ikna ettiler.
Dalaman, Marmaris, Fethiye, Köyceğiz ‘e dikkat!
Yetkililerimize sorsanız varsa yoksa Antalya Yöresi derler. Peki tamam eyvallah ama bu memlekette bir de hemen yanı başındaki Muğla var. Coğrafyasıyla, turizmiyle, dağıyla, taşıyla, ovasıyla, doğal-çekici güzelliğiyle Muğla ve yöresinin bu film için dekor olması, Muğla’yı bambaşka bir yere taşıyacak. Bollywood’un çılgın yapımları zengin-fakir milyar milyar insana ve en mühimi bu kadar Hintli kardeşimize ulaşınca, tatili geçtim sırf görmek için bile Dalyan’a, Köyceğiz’e, Göcek’e, Marmaris’e, Fethiye’ye gelecekler. Yaratılacak potansiyeli düşünebiliyor musunuz? Zengin Hintliler’in düğünlerinin nasıl da şaşaalı olduğunu gayet iyi biliyoruz. İşte o paraya para demeyen Hintliler burada turizmimizi canlandıracak, yöre insanının çeşitlenen turizm hareketliliğinde cebi dolacak, daha da motive olacak. Ve eminim ki Sevgili Yılmaz Erdoğan ve Hint yapımcı dostları bu bölgede onlarca filme daha imza atacak. Ben bu Bollywood rüzgarının milyarlık Hindistan’da estireceği Köyceğiz-Marmaris Rüzgarı ’ndan acayip umutluyum. Elbette uçuşlardan, konaklamalara kadar Turizm Bakanlığı’nın ve özellikle Türk Hava Yolları’nın büyük kolaylık sağlaması gerekiyor. En azından bu bol para harcayan Hintli Dostlarımız’ı İsrail, Mısır, İspanya gibi aç gözlü dev rakip pazarlara kaptırmamamız adına… Hadi kolay gelsin!
Orada bir piyanist var, uzakta!
Cengiz İnal kardeşimin adını duyan var mı? Hiç sanmıyorum açıkçası. Kendisi eseriyle Avrupa’nın hatta dünyanın en önemli ödüllerinden birisini aldı Cengiz. ABD’den, Japonya’dan, İngiltere’den katılanların arasından sıyrılıp ödüle uzanıverdi. Eserini aldı, Viyana’ya gitti ve tüm dünyanın gözünün içine baka baka, herkesi kendisine hayran bıraka bıraka ‘Golden Key (Altın Anahtar) Piano Kompozisyon’ yarışmasında onlarca yeteneğin arasında Dünya İkinciliği’ne layık görüldü. Uluslararası Genç Sanatçılar kategorisinde dünya ikinciliği! Memleketi temsil etmek apayrı bir gurur vesilesi lakin tek kelime bile yazılıp çizilmemesi de kayda geçti elbette. Bunca hır-gür, bunca hoyratlık hüküm sürerken, sanat ve gerçek sanatçıya nadir değer verilirken Cengiz İnal’ın bu azmi ve mücadelesini takdirle karşılıyorum. Onu yetiştiren annesine babasına, öğretmenlerine sevgiler, saygılar sunuyorum!
Türkiye’nin turizmini çiftçinin, köylünün katılımıyla ‘Ekolojik ya da Tarım Turizmi’ kurtaracak. Bakınız buraya da yazıyorum, demedi demezsiniz! Malumunuz memlekette turizm son iki sezondur toparlanmaya çalışıyor. Krizler beraberinde fırsatı yaratır düsturundan yola çıkarsak, bizi bu kısır döngüden kurtaracak olan sihirli bir değnek var elimizde. Nedir biliyor musunuz? Ekolojik ya da Tarım Turizmi. Dünya bunu ‘agro turizm’ olarak biliyor. Misal, İtalya ve Yunanistan’da son derece gelişmiş örneklerini görünce, ‘bizim memleketi kurtaracak yegane proje budur’ dedim, düştüm yollara. Rota Dalaman Çanağı denilen bölgemiz. Yani Muğlamız’ın Dalaman, Ortaca, Köyceğiz hattını kapsayan eşi benzeri olmayan kadim topraklarımız.
Toprağa dokunarak tatil yapın
Peki nedir agro ya da ekolojik ya da tarım turizmi? Kırsal alanda yaşayan insanlar tarafından verilen turizm hizmetine agro-turizm ya da Türkçe adıyla ‘tarım turizmi’ deniliyor. Tarımla turizmi bir araya getiren yeni bir tatil hareketi de denebilir. Bu tesislerde konaklayanlar ‘konuk’, turist olarak ağırlananlarsa ‘yolcu ya da gezgin’ olarak niteleniyor. Günümüzde, Avrupa ve Amerikalılar’ın başı çektiği değişen bir tatil anlayışı var. Bu anlayışla yerel mutfak kültürleri gelişiyor, kırsal kalkınma hız kazanıyor, özellikle kadınlar için yeni iş olanakları doğuyor. Hem gelenlere doğayla dost, farklı insanları ve kültürleri tanıyabilecekleri bir tatil sunuluyor hem de bölgedeki halka maddi gelir sağlayarak kırsal kalkınmayı sağlamayı hedefliyor. Tabii doğal ve kültürel güzellikleri yıpratmadan, onları gelecek nesillere aktarmayı başarmak birincil önemde.
Öncü isim, turizmci Yücel Okutur
Son yıllara kadar tarım ve turizm kavramlarını yan yana düşünmek pek mümkün değildi. Hatta çarpık kentleşme ve sanayileşmenin bir başka biçimi turizmde de uygulandığı için, turizmin yaygınlaşması tarımı tehdit eden bir olgu olarak algılanıyordu. Fakat kentlileşme, artan stres, teknoloji yoğunluklu hızlı yaşam, kıran kırana çalışma koşulları, bireyler arasındaki sert rekabet günümüz insanının psikolojisini bozdu, toprakla haşır neşir olmaya itti. İşte bu durum da tarımla turizmi bir araya getiren anlayışı destekledi. Bu nedenledir ki turizm ve tatilden beklentiler kökünden değişmeye başlıyor. Bizim memlekette bu işe baş koymuş turizmci ve aynı zamanda Dalyan Resort Hotel & SPA işletmecisi Yücel Okutur da, koyu bir Eko-Turizm savunucusu. İşletmesinde de her şey doğal zaten. Bahçesinde organik yetiştiriyor ve konuklarına ikram ediyor. Yücel Okutur “Dalaman, Ortaca, Köyceğiz Turistik Otelciler ve Turizm İşletmecileri Birliği” DOKTOB’un da başkanı aynı zamanda. Yücel Başkan “bu proje ile de bölgenin ve Türk Turizmi’nin kaderini değiştireceğiz” diyor.
Çiftçi ‘tarım turizmi’ ile kalkınacak
Ev usulü zeytinyağı yapımı, taptaze nar suyu, narenciyesi bol reçel yapımı, uygun yerlerde balıkçılık, kilim dokuma, ekmek pişirme, el işleri gibi faaliyetler hayata geçsin bakın Avrupa’dan Amerika’dan nasıl oluk oluk doğaya duyarlı ve kaliteli para harcayan turist geliyor. Avrupa Kıtası’nın değişen tatil anlayışını da düşünürsek eko-turizm, sıcakkanlı memleketlimizin misafirperverliğiyle birleştiği zaman pırlanta değerinde bir kazanç bizleri bekliyor olacak. Türkiye’nin turizmini çiftçinin, köylünün bizzat katılımıyla ‘Ekolojik Turizm’ kurtaracak. DOKTOB Başkanı Yücel Okutur, 5 dönüm narenciye ve nar bahçelerinde 10-12 odalı butik tesislerin yapılarak, bölgenin marka değerinin yükseltilmesini amaçladıklarını böylelikle turzime artı değer katıp, krizi atlatabileceğimizi vurguluyor. Gayet açık ve net. ‘Doğaya dönüş’ buradaki sihirli iki kelime.
Çocuklar toprağa değsin, ineğe dokunsun