Paylaş
ONLAR meraklarını anlatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye'yi yönetenler ise, anlamamakta ısrarlı.
Onların en kibarca konuşanı bile, ‘‘Ne yapalım, biz çok istesek de, kararlarda oybirliği gerek; Yunanistan'ın isteklerine bizim de elimiz mahkûm, sizin de!’’ demekte.
Yani, ‘‘Kapıdaki gümrükçüye rüşvet vererek gireceksiniz’’ diyorlar.
Oysa, daha başlangıçtan beri açıkça belli ki, sadece öbür başkentlerdeki isteksizliği örtmek için kullanılan bir bahanedir Atina. Kıbrıs için ‘‘evet’’ deseniz arkasından Ege, onlarda boyun eğseniz Güneydoğu, ardından Türkiye'yi şaşkına çevirecek bir yığın başka koşul. Asıl istediğini Gümrük Birliği'yle elde etmiş bir Avrupa için önemli olan, tam dışlayıp da büsbütün küstürmeden Türkiye'yi oyalamaktır. Oyun, Ankara tam üyeliğin hayal olduğunu ya da ödenemeyecek bedeller gerektirdiğini anlayıncaya kadar sürüp gideceğe benzer.
Doğru olan, oyunu sonuna dek, uyanmak için geç sayılabilecek aşamaya kadar oynamak mıdır? Yoksa, perdeyi kapatıp yeni bir aşamanın kapısını açmak mı?
Kaldı ki, milyonlarca insanın sabrını taşırmadan, onurunu kırmadan oynanmayan bir oyundur karşı tarafın oynadığı. AB Parlamentosu'ndaki son ‘‘soykırım’’ kararı yenilir yutulur şey mi? Falancayla filanca zaten karşıymış da, bağlayıcı değilmiş de, bilmem şu kadarcık oy farkıyla kabul edilmişmiş de; oyalama taktiklerinin üstüne bir de bu çeşit davranışlara katlanma zilletini artık bu ülke insanlarına kabul ettirmek zordur.
Zilleti sona erdirmenin yolu, tam üyelik başvurusunu geri çekmek ve Avrupa'yı tam üyelikten farklı yeni bir ‘‘özel ilişki’’ görüşmeye çağırmaktır. Zaten, düşündükleri bu. Bilir misiniz ki, 4 Eylül'de yapılan bir Alman-Fransız buluşmasında, Fischer ‘‘12 aday, bir de Türkiye’’ formülünü kullanmakta ısrar etmiş; Vedrine ise, ‘‘Genişleme için Balkanlar sorun değil: Avrupa'nın sınırları açısından sorun, Belarus, Ukrayna ve Türkiye'dir’’ demekten geri kalmamıştır. Belli ki, bu üç ülke için başka bir ilişki biçimi düşünmekteler.
Bunca zilletten sonra bir de kapılar yüzüne çarpılmadan ‘‘özel ilişki’’ formülüyle ön almak, ilişki koşullarını önerme üstünlüğü verecektir Ankara'ya.
Ama, daha önce, AB'ye girişin zillete dönüşmesine karşı çıkmayı ‘‘Avrupa ufkunu karartma’’ sayıp işin içine Atatürk sevgisini karıştıranlara sorulacak çok soru olabilir.
Avrupa ufkunda, yeni ‘‘Düyun-u Umumiye’’ başkanı Cottarelli'yi başkentin baş köşesine oturtmak da mı vardır? Avrupa ufku, Brüksel'den gelecek ‘‘bir avuç euro’’ uğruna Mustafa Kemal'in cumhuriyetini etnik kökenli ayırımcılığa açmak demek midir? Tersaneleri kapatılmış, AB'ye yaranmak için ordusu suskunlaştırılmış, Etibank'la Sümerbank'ı satılıp adları rezil edilmiş, binbir özveriyle kurulan ulusal sanayii, iletişim şebekeleri, havayolları yabancı istilasına terk edilmiş bir Türkiye midir Avrupa ufkuna oturtulacak olan?
Nihayet, ‘‘şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilen iktidar sahipleri’’ne mi bırakılacaktır Türkiye'nin ufkunu açmak?
Paylaş