Paylaş
BİZİM Mırnık için ‘‘nankör’’ demeye bin şahit ister. Tatilde bahçeye çıkabildiği zaman, sevdiklerinin evine başka kediler yaklaşmasın diye on yedi yaşına karşın canını dişine ve pençesine takar, en çetin hırlaşmaları bile göze alır. Ona göre, evin savunulmasını ihmal, kendisine gösterilen sevgiye nankörlük etmek demektir; yapmaz.
Zaten nankör olsaydı, ara sıra kendisine bir şeyler veren komşulara da yaltaklanır, bir-iki lokma karşılığı onların kedilerini bizim avluya sokardı.
Köpekseverlerin aşklarını ‘‘sadakat’’ kavramına dayandırmaları gibi, kediseverler de kediler için sık sık ileri sürülen nankörlük suçlamasını reddederek ‘‘karakter’’ kavramını savunmak zorundadırlar.
Sayın Başbakan Yardımcısı MGK salonundan çıkarken ‘‘Nankör kedi’’ sözünü etti mi, etmedi mi, tam belli değil. Hürriyet'in istihbaratı böyle bir sözün duyulduğu yönünde. Öbür gazetelerdeki ‘‘rivayat muhtelif’’. Belki ‘‘nankör’’ü kapının iç yanında, ‘‘kedi’’yi de dışta söylemiş olabilir. O da bilinmiyor. Kimileri, ‘‘nankör’’ sözünün içeride, masada da edildiğini yazmakta.
Kesin bilinen tek şey, şöyle ya da böyle nankörlük kavramının dile getirilmiş olduğu. ‘‘Sizi aday gösterip seçtirenlere güçlük çıkarmaya ve haklarında böyle konuşmaya hakkınız yok’’ anlamında.
Sözler önemli değil. Önemli olan, seçen ya da seçtirenler ile seçilenler arasındaki bu bağlantının Türk siyasal yaşamında sık sık kuruluyor olmasıdır.
Sistemdeki çok şeyi açıklayacağı için, konu ciddidir.
Bir Anayasa maddesi, milletvekilleri için ‘‘Seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler’’ diyor. Başka bir deyişle, kendilerine verilen vekalet, oy sahipleri adına ve onların ‘‘emir’’lerini yerine getirmek için verilmemiştir; bütün halk adınadır.
Aynı ilke, sistem içinde, başta yargı mensupları olmak üzere, şu ya da bu yoldan belirli süreler için seçimle işbaşına gelmiş kamu görevlileri için de geçerlidir va bağımsızlıklarının güvencesi sayılır. Dolayısıyla, Meclis seçti diye, özellikle ‘‘tarafsızlık’’ andı içmiş bir cumhurbaşkanının Meclis'e ya da onun içindeki herhangi bir gruba şükran borcu duyması düşünülemez.
O halde niçin geçiyor bu düşünceler bazı zihinlerden?
Alışkanlık olsa gerek. Çünkü sistem, kendilerini aday listesinde seçilebilir sıraya yerleştiren, hele bakan yapan lidere ‘‘nankörlük etmek’’ korkusuyla ağzını açmayan, el kaldırıp indiren, olumlu eleştiriden bile çekinenlerle dolu.
Aynı davranışı devlet başkanından da bekleyen bir alışkanlık.
Rastlantıya, daha doğrusu önseziye bakın: Hasan Pulur, olaydan iki gün önce Milliyet'teki yazısında, ‘‘Biz bulduk, biz seçtik, biz gönderdik, o bizi dinlemiyor’’ yakınmalarını ele alarak, ‘‘Bakanlık yapacaksam, liderimin kararına uyarım’’ diyen bir bakandan hayretle söz etmekteydi.
Sadakatin, ‘‘karara uymak’’tan da öteye, hayret verici başka biçimlerinin de ortaya çıkabileceğini unutarak.
Paylaş