Paylaş
Bülent Akarcalı'nın önerisi, yabana atılacak cinsten değildir.
Ne diyor ANAP'ın Genel Başkan Yardımcılarından biri olan Akarcalı?
‘‘Türkiye'nin güneydoğusundaki teröre destek verdiği belirlenen devletler ve kuruluşlar aleyhine ne tür davalar açılabileceği araştırılmalı’’ diyor ve bu amaçla Dışişleri ile Adalet Bakanlıkları'na ek ödenek verilmesini istiyor.
Dava türleri çok çeşitli olabilir.
Örneğin, devletten devlete dava yolu var. Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'nin Türkiye aleyhine vaktiyle Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na başvurması, yahut Komisyon'daki bir konuyu sonradan tek yetkili yer olan İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıması gibi. 12 Eylül döneminde beş Avrupa devletinin başvuruları da bu kategoriye giriyor. Danimarka'nın kendi vatandaşına kötü muamele yapıldığını iddia ederek Türkiye aleyhine aynı Mahkeme'ye başvuruşu yine bu örneklerden biri. Gerçekten, Türk asıllı o ‘‘Danimarkalı’’ya terörle ilişkisi dolayısıyla Türkiye'de yapılanlar bu dava yoluyla ayyuka çıkarılmış ve o kişi büyük şöhret olmuştu.
Şimdi, PKK'ya destek veren devletler açıkça meydana çıktığına göre, bu kez Türkiye'nin onlar aleyhine mahkemeye gitmesi niçin düşünülmesin? Eskiden ‘‘Onlar da bizim ayıplarımızı kurcalarsa...’’ diye çekinilen bu yolun artık pek sakıncası yok. Ortalığa dökülmeyen kusur mu kaldı?
Aleyhlerine dava açılabilecek olanlar yalnız devletlerden ibaret değil. Örneğin, özellikle mayın imal edip teröristlere satan şirketlere karşı başka mahkemelerde de dava açılabilir. Yer mayınları, bir süredir uygar dünyada büyük tepki uyandıran bir konu. Sonradan şurda burda oyun oynayan çocuklara verdikleri zarar dolayısıyla neredeyse savaşlarda bile yasaklanması söz konusu. Olur olmaz yerlerde kullanılabilecek olan böyle bir silahı teröristlere satmaktan daha kesin bir cinayet ortaklığı düşünülebilir mi?
O halde, buna göz yuman devletleri dava etmek de mümkün demektir.
Yalnız, bütün bunları yapabilmek için Türkiye'nin artık aptalca açık vermekten kaçınması gerekirdi. Ne yapılırsa yapılsın Türkiye'yi haksız çıkarmaya zaten yatkın olan Strasbourg Mahkemesi, böyle açıkları kullanmaz mı? Örneğin DGM'ler konusundaki yeni düzenleme vaktinde yapılsa olmaz mıydı? Şimdi yapılacak değişiklik, başlamış bir yargılama süreci içinde yapılmış olacağı için, Türk mevzuatı ne derse desin, Avrupa Mahkemesi'nin ‘‘Davayı yeni baştan ele alın!’’ demesi hayli yüksek bir olasılıktır.
O zaman da, yeni kesin kararın Yargıtay aşamasıyla falan gelecek yıla sarkması ve Avrupa Birliği'nin Helsinki zirvesi için beslenen adaylık umudunun suya düşmesi kaçınılmazlaşacak. Avrupa, kesin kararla ne yapıldığını görmeden tek adım atmaz. ‘‘Ne ilgisi var?’’ denecekse de, Türkiye-Avrupa ilişkileri söz konusu olduğunda bu işlerin hep birbirine bağlandığını ve çeşitli baskılar için kullanıldığını Ankara'nın çoktan öğrenmiş olması gerekmez mi?
Paylaş