Paylaş
TÜRKİYE'yle ilgilenen bilim çevrelerinin yakından tanıdığı Profesör Bernard Lewis, ‘‘Ermeni soykırımı’’ üzerine yazdığı bir yazı yüzünden Paris'te açılan hukuk davasında tazminata mahkûm edilmişti. Ünlü tarihçi, 1995'te verilen o kararda, ‘‘Ermeni katliamını kabul etmekle birlikte, önemini ve gerisindeki amacı küçümseyerek, özellikle uluslararası kuruluşlarca ileri sürülen ortak değerlendirmeleri göz önünde bulundurmamak’’la suçlanıyordu.
Uluslararası saygınlığı olan bir bilim adamı için böyle bir mahkûmiyetin ve gerekçenin ağırlığını ve susturuculuğunu kolaylıkla tahmin edebilirsiniz.
Fransa'da 1981 ve 1990'da çıkarılan yasalar, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Uluslararası Nürenberg Mahkemesi'nin ‘‘insanlığa karşı suç’’ saydığı fiillerin gerçekliğini tartışma konusu yapmayı da suç sayar. Paris mahkemesi, Profesör Lewis'i mahkûm ederken, Almanların Yahudi soykırımı ile sözde ‘‘Ermeni soykırımı’’ arasında denklik kurup sanki bu da öyle bir Nürenberg kararıyla kesinlik kazanmış gibi hükme varmıştı. Bu bile, Fransa bilim çevrelerini 1915'e Türklerden yana yorum getirmekten alıkoyacak bir örnekti.
Böyle olunca, şimdi Ulusal Meclis'e gelen ‘‘Ermeni soykırımı’’ yasa önerisi yabana atılacak bir girişim sayılamaz. Tehlike, ciddidir.
‘‘Ne önemi var; onların yasasıyla tarih değişecek değil; olsa olsa, o etnik kökenli Fransız vatandaşlarının gönlünü almaya yönelik simgesel, platonik bir şey’’ diyemezsiniz. Siz dersiniz de, Fransa'da ‘‘Çıkarılırken, ne hükümet karşı koymuş, ne yargıya başvurulmuş; böyle bir yasa, işlevsel yanı eksik diye hukuksal sonuç doğurmadan kalamaz’’ diyenler çıkar ve bu yasa yokken bile Profesör Lewis'i mahkûm eden zihniyet ‘‘Ermeni soykırımı’’ konusunda gerçeği bulmaya kalkışanların elini kolunu bağlar.
Fransa öncülük edince, dünyada olabilecekleri tahmin etmek zor değildir.
Oysa, Descartes'ların, Pascal'ların, Voltaire'lerin ve Braudel'lerin Fransa'sı, siyasal amaçlı yasalarla akılcı kuşkuyu durdurmanın ve araştırmacı insanları susturmanın değil, düşünce ve bilim özgürlüğünün ülkesi olarak bilinir bizim buralarda. Yerel seçim telaşına düşmüş partilerle politikacıların tarih yazdığı nerede görülmüş ki, Fransa'da görülsün?
Daha doğrusu, iyi bilinmeyen bir tarihin iç politika hesapları uğruna kullanılmasına seyirci kalmak koca Fransız devletine yakışan bir tutum mudur?
Mustafa Kemal Türkiye'si, çok iyi bildiği, hatta yaşadığı bir tarihi, Sykes-Picot pazarlığı sonucu Irak'la Suriye'nin İngilizlerle Fransızlar arasında paylaşımını, Fransız üniforması giydirilmiş Ermenilerle Kilikya, Antep ve Maraş işgallerini bile, yasayla perçinlenmiş bir hınç kalıntısına çevirmek şöyle dursun, hemen kısa zamanda, 1921 Ankara Antlaşması'yla, çok değer verdiği bir Fransız dostluğuna dönüştürebilmiştir.
Paris, Türkiye ve Ermenistan'la kurduğu iyi ilişkileri Ankara'yla Erivan'ı yakınlaştırmakta kullanmanın yolunu küçük politikacı miyopluğuyla uzak tarihe bakarak bulacak değildir herhalde.
Paylaş