22 Eylül 2002
<B>LİSTESİNDEN </B>aday olan ATP Lideri <B>Tuğrul Türkeş</B> ve diğer Kayseri adaylarını salon toplantısıyla seçmene tanıttıktan sonra Ankara dönüşünde DYP Lideri <B>Tansu Çiller'</B>e şu soruyu sorduk: ‘‘Seçim sonucu koalisyonu zorunlu kılarsa ve siz de barajı geçerseniz, hangi partiyle hükümet olmayı tercih edersiniz?’’
Çiller, soruya yanıt verme yerine İngilizce olarak şu cümleyi söyledi:
‘‘'Eğer', siyasette bir felakettir...’’
Biz soruyu evirip çevirip yineledik, Çiller ‘‘eğer’’ ile başlayan cümle kullanmama kararlılığını vurguladı.
BİRİNCİ TUR 3 KASIM
Sonunda sorunun şu şekline yanıt verdi:
‘‘Bir koalisyon modelinde CHP mi, yoksa AKP mi size daha yakın?’’
ATP ve DTP ile seçim ittifakını örnek gösterip ekledi:
‘‘Zaten koalisyonumu kurdum, millete de bu koalisyonla gidiyorum. Bu koalisyonun tek başına hükümetini düşünüyorum.’’
Ardından gelen cümlesi, 4 Kasım'a dönük planını açıklamasına da yetti:
‘‘Tek başına bir hükümet çıkmazsa o zaman ikinci bir seçim olur.’’
Çiller'in bu cümlesinin üzerine gittik.
Seçim sonucu koalisyona işaret ederse hiçbir hükümet modelinin içinde olmayacağını kayda geçirdi ve devam etti:
‘‘Tek başına bir hükümet çıkmazsa o zaman ikinci bir seçimi zorlarız. Zaten o zaman istediğimiz iki turlu seçim de gerçekleşmiş olur. Birinci tur 3 Kasım'da yapılmış olur. İkinci turu da hemen ardından yaparız.’’
İKİSİYLE DE OLMAZ
AKP'ye kapılarını tamamen kapatan Çiller, ‘‘Kemal Derviş bizden aday olmak istese yapmazdım’’ diye söze girip, konuyu CHP'ye getirdi:
‘‘Türkiye şu an zaten sol vizyondan çıkıyor. Bugüne kadar Ecevit artı Derviş ile geldik, şimdi yine sol artı Derviş olmayacak mı? Ha Ali Veli, ha Veli Ali. Ha Ecevit Derviş, ha Baykal Derviş...’’
Çiller'in sözlerinin bütününün özeti şöyleydi:
‘‘Tek başıma hükümet olamazsam, koalisyonlara girmem, hükümet kurulamazsa 45 gün içinde Cumhurbaşkanı ülkeyi seçime götürür.’’
Çiller'in hesabından yola çıkarsak; seçim sonuçlarının kesinleşmesi ve yeni hükümetin kurulmaması durumunda ocak ayı başına ulaşılıyor.
Hükümet kurulamadığı takdirde 3 ay içinde seçim kaçınılmaz olacak.
‘‘3 Kasım'ın, olası ikinci turu en geç mart sonunda’’ gerçekleşecek.
DOKU UYUŞMASI
Çiller yeni hükümet modeline ve seçim iptaline kesinlikle karşı.
ATP ve DTP ile birlikteliğin seçim sonrasında da devam edip etmeyeceği konusunda ise şöyle dedi:
‘‘Muhalefette de işbirliğimiz, kader ortaklığımız devam edecek.’’
Çiller'in sözlerini Bayar tamamladı.
‘‘Biz bir kader birlikteliği yaptık, bunu sürdüreceğiz...’’
Kayseri'de ATP'li gençlerin, bozkurt işareti yaparak ‘‘Başbuğ Türkeş’’ diye bağırmasını anımsatıp, ‘‘Doku uyuştu mu?’’ diye sorduk. Çiller, sıkıntıların aşılmaya başladığını, sorun kalmadığını söyledi.
Oysa teşkilatı, izlerin karıştığına inanıyordu.
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2002
<B>SEÇİMİN</B> ertelenmesi çabasıyla başlayıp, seçim barajının yüzde 5'e indirilmesiyle devam eden arayış dün noktalandı.‘‘Küskünler’’ olarak isimlendirilen hareketin yeni umudu 1 Ekim tarihinde.
Meclis Anayasa gereği 1 Ekim tarihinde, Meclis Başkanı'nın ‘‘Beşinci yasama yılının birinci oturumunu açıyorum’’ sözleriyle çalışmasına başlayacak.
Dolayısıyla, Meclis'i çalıştırmak için 110 imzanın toplanması veya olağanüstü toplantı çağırısındaki konuların görüşülmesi gibi bir engel de kalmayacak.
LOKANTA BOŞALDI
Dolayısıyla Genel Kurul, gündemine hákim olduğu için, bugün tartışılan bazı konular Meclis'e taşınabilecek.
TBMM başkanvekilleri Murat Sökmenoğlu ve Yüksel Yalova ile dün bu konu üzerinde konuştuk.
Her ikisi de aynı cümleyi kullandı:
‘‘1 Ekim tarihine çok dikkat etmeliyiz, çok kritik bir gün...’’
Seçimin 3 Kasım tarihinde yapılması için çaba gösteren Sökmenoğlu, dün gün boyu Meclis'teydi.
‘‘İki gündür Meclis'teki gelişmeleri kontrolle meşguldüm, bugün rahatladım’’ diye söze başladı ve ekledi:
‘‘Olağanüstü toplantı girişimleri dolayısıyla Meclis birkaç gündür hareketliydi. Bugün baktım arkadaşların umudu kalmamış.’’
Sökmenoğlu, ‘‘1 Ekim'e kadar da bir şey olmaz’’ dedi ve sözlerini şu ilginç gerekçeye dayandırdı:
‘‘İlk kez bugün Meclis lokantası boşaldı...’’
TATİL TAKTİĞİ
Sökmenoğlu, 3 Kasım'ın iptali veya SP'nin gensorusunun gündeme alınması ile ilgili girişimlerin önlenmesi için karşı taktiğin de olduğunu söyledi.
Aktardığına göre, 1 Ekim'de Meclis açıldığında, Meclis Danışma Kurulu ‘‘3 Kasım seçimine kadar tatil kararı’’ almak üzere toplantıya çağırılacak.
Ancak bu kararın alınması için Meclis'te grubu bulunan partilerin hepsinin onay vermesi ve Meclis Genel Kurulu'nda kararın oylanması gerekiyor.
Bir partinin Danışma Kurulu'nda tatil kararına karşı çıkması durumunda, diğer partilerin talebini Genel Kurul'a getirip oylatması lazım.
Dolayısıyla her iki durumda da Genel Kurul toplanacak ve tatil kararı oylanacak.
Sökmenoğlu bu durumu hatırlatarak 3 Kasım'da seçim isteyen partilere şu uyarıda bulundu:
‘‘Nasıl olsa bu iş bitti. 3 Kasım'da seçim olacak diye milletvekilleri 1 Ekim'de Meclis'e gelmezse, büyük bir sürprizle de karşılaşabilirler. Seçimin olmasını isteyen 1 Ekim'de Meclis'e gelir...’’
Her ne kadar 1 Ekim tarihi kritik gün olarak gösterilse de 3 Kasım'da seçimin kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşeceği açıkça görülüyor.
Dolayısıyla, 1 Ekim'den itibaren seçimlere 33 gün kalacak.
Böyle bir döneme girildikten sonra, bugünden zor görünen seçim iptalinin, o tarihten sonra gerçekleşmesi ‘‘sürpriz’’ dahi olamaz.
NOT: Eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, iki gün önce bu köşenin bir bölümünde yer alan hakkındaki iddia ile ilgili gönderdiği mesajda, ‘‘1993'te DYP Genel Başkanlığı'na adaylığını 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in uygun bulmadığını, bu engeli o dönemde arkadaşlarına da aktardığını’’ açıkladı. Cindoruk, bundan dolayı o dönemde ‘‘Şimdi Çiller seçilsin, olağan kongrede ben aday olurum’’ düşüncesinde olmadığını bildirdi. İddia sahibi eski ANAP'lı, yeni DYP'li kişiye de bu mesajı ilettik.
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2002
<B>AKP</B> Lideri <B>Recep Tayyip Erdoğan'</B>ın, Yargıtay'ın dünkü kararıyla seçime girmesi olanağı ortadan kalktı. Her ne kadar son karar YSK'ya ait olsa da, Yargıtay'ın kararıyla uzun süredir sessizce yapılan tartışma AKP içinde dün yeniden alevlendi:
‘‘Seçimden birinci parti çıkarsa, AKP'nin başbakan adayı kim olacak?’’
Bu soruya verilen yanıtta iki isim öne çıkıyor.
Genel Başkanvekili Abdullah Gül ve Kocaeli Milletvekili Vecdi Gönül...
CİNDORUK ÖRNEĞİ
‘‘Emaneti bu ikisinden hangisi alır?’’ sorusuna yanıt, Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığına çıkmasıyla benzer sıkıntıyı yaşayan DYP'den geldi. Demirel'in cumhurbaşkanı olmasıyla DYP'de üç isim öne çıkmıştı.
Tansu Çiller, Hüsamettin Cindoruk ve İsmet Sezgin...
Cindoruk, kendisini Antalya'da ziyaret eden ve aralarında ANAP milletvekillerinin de bulunduğu heyete, genel başkan adaylığı konusunda şöyle demiş:
‘‘Şimdi Tansu Hanım genel başkan olsun, daha sonra ben olurum.’’
Heyetteki ANAP'lı milletvekilinin kendisine yanıtı ise şöyle olmuş:
‘‘Siz Çiller'i Akbulut, parti yöneticilerini de Orhan Demirtaş sanıyorsanız yanılıyorsunuz...’’
Bugün DYP saflarında siyaset yapan ve adının yazılmasını istemeyen milletvekili dün Erdoğan ile ilgili gelişme üzerine şu yorumu yaptı:
‘‘AKP'nin başbakan adayı Gönül olur. Erdoğan alabileceğine bırakır.’’
İlginç olan ise benzer yaklaşımın AKP içinde de bulunmasıydı.
İTTİFAK YASASI
Yargıtay'ın Erdoğan hakkındaki kararı AKP içinde bu tartışmaları yaratırken, bir diğer cephede de başka bir tartışmaya neden oldu.
Karar, YTP ve SP'nin desteğindeki seçimin ileri bir tarihe ertelenmesini isteyen küskünler hareketine de cesaret verdi.
Her ne kadar, küskünler hareketi ‘‘ittifaklara olanak tanıyacak, Türkiye barajını yüzde 5'e indirecek ve sandık kurullarında siyasi partilerin temsilini düzenleyecek’’ üç yasada değişiklik için Meclis'i olağanüstü toplantıya çağırmaya hazırlansa da bu düzenlemelerin seçim iptalini de beraberinde getireceğini herkes kabul ediyor.
SEZER'İN KARŞI OYU
Bu durumda Meclis'i olağanüstü toplantıya çağıracak milletvekillerinin, yasal değişiklikler için YTP ve SP dışında da desteğe ihtiyacı bulunuyor.
MHP düzenlemeye kesinlikle karşı. DYP, ‘‘Biz bu işin içinde yokuz, karşıyız’’ yaklaşımında. DSP, ‘‘Zamanı geçti, daha önce olsa olurdu’’, ANAP ise ‘‘Sayısal destek bulunursa destek veririz’’ diyor.
Ancak, 300'e yakın milletvekilinin liste dışı veya seçilemeyecek durumda olduğu dikkate alındığında, ittifak ve barajla ilgili yasal düzenlemenin Meclis'ten geçme olasılığı da yüksek.
Ayrıca küskünler Erdoğan hakkındaki kararın, AKP engelini bir nebze yumuşatacağına da inanıyor.
Meclis'te böyle bir düzenleme olması halinde, seçime girmekten vazgeçen partilerden birinin YSK'ya, ‘‘Baraj indi, ittifak olanağı çıktı, biz bu durumda seçime katılacağız’’ diye başvurusu halinde, seçimin 3 Kasım'da yapılması ihtimali de kalmıyor.
Bir diğer soru da, böyle bir düzenlemeyi seçimlerin ertelenmesine karşı çıkan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer hemen onaylar mı?
Yanıtı, Anayasa Mahkemesi'nin 1995'te seçimlerin iptaline ilişkin ret kararında, o dönemde üyesi olan Sezer'in şu karşı oy yazısında bulunuyor:
‘‘Yüzde 10'luk yüksek baraj partilere aydıkları oy oranında parlamentoda temsil hakkı vermediği için Anayasa'nın 67'nci maddesindeki temsilde adalet ilkesine aykırıdır.’’
Bütün bu tartışmalar olsa da 3 Kasım'da seçimin olması ihtimali dün hálá ağır basıyordu.
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2002
<B>DSP </B>Lideri <B>Bülent Ecevit,</B> 1999 seçiminde ilk kez gerçekleştirdiği gibi seçim bildirgesini yine Hilton Oteli'nde açıkladı. Ancak, otel salonuna 1999'dakinden farklı görüntüler hakimdi.
1999'da salona bakanlar dışında milletvekillerinin gelmesi dahi yasaklanırken, bu kez adaylara kadar bütün partililer davet edilmişti.
Hem de salon girişinde iki görevli, gelenlere limon kolonyası ve rengárenk bayram şekeri sunuyordu.
Geçen seçimde olduğu gibi, bu kez salonda gazetelerin yöneticileri, köşe yazarları, televizyon yorumcuları da yoktu.
Sadece Başbakanlık ve DSP muhabirleri gelmişti.
Zaten basın için de bir kenarda 6 sandalyenin arkasına sıralandığı bir masa ayrılmıştı.
BELKİ GELİRLER DİYE
Salona dizili sandalyelerin en ön sırası ise tamemen boş bırakılmıştı.
‘‘Ön sıra niye boş?’’ diye sorduğumuzda, esprili yanıt İstanbul Milletvekili Tahir Köse'den geldi:
‘‘Gidenler belki gelir diye...’’
e-DSP
Erika marka daktilosuna bağlılığı ile tanınan Ecevit için hazırlanan platformun arkasındaki afişler ise dikkat çekiciydi:
‘‘Ey Türkiye, İşte e-Türkiye...’’
Diğer sloganların ağırlığı da kısaca ‘‘e’’ harfiyle tanımlanan ve ‘‘elektronik’’ anlamına gelen bilişim üzerineydi.
189 sayfalık seçim bildirgesinin 30 sayfası da ‘‘e-Türkiye, e-Devlet, e-Ekonomi, e-Kültür’’ diye sıralı başlıklarla doluydu.
Bir de ‘‘Hedef Bilgi Toplumu’’ başlığı altında Ek Bildirge.
Bildirgede de, salonda da bilişim üzerine bir firması bulunan Grup Başkanvekili Emrehan Halıcı'nın hakimiyeti açıkça görülüyordu.
YENİ EKONOMİK MODEL: KUSP
Zaten bildirgeyi de Halıcı ile birlikte Zekeriya Temizel, Hikmet Uluğbay, Zeki Sezer ve Tayfun İçli hazırlamıştı.
Sadece Halıcı'nın değil, Temizel'in ağırlığı da bildirgeye yansımıştı.
Örneğin, ‘‘özelleştirmeye’’ ayrı bir başlık altında yer verilmediği gibi adından dahi bir tek kelime söz edilmemişti.
Ne de ‘Serbest piyasa ekonomisi’’nden...
Bunların yerine DSP'nin iktidara gelmesi halinde uygulayacağı yeni bir ekonomik model uygulanacağı açıklanıyordu:
‘‘Katılımlı Ulusal Stratejik Plan-KUSP...’’
Bildirgenin 15 sayfalık bölümünde KUSP , ‘‘Kamu kaynağı ve özel sektör dinamizminin bir araya getirildiği’’ ekonomik model açıklandı.
Bir anlamda, ‘‘revizyonist karma ekonomik’’ modelden söz ediliyordu.
İCRACILAR
Ecevit, bir saatlik konuşmasında bilişim ve yeni ekonomik model üzerinde aslında fazla durmadı. Daha çok 1997'de hükümete geldiklerinden bugüne icraatını sıraladı.
Ekonomiyle ilgili olarak çıkarılan kanunlardan, işsizlik sigortası, olaylı telekomünikasyon kanunundan söz etti.
Ardından hükümetinin Dış Politika ve AB ilişkileri, Köy Hizmetleri, Kültür, Milli Eğitim, Kadın ve Çocuk, Spor, Orman bakanlıklarının beş yıllık icraatını övgüyle anlattı.
Bunların hepsini bildirgesine de adını veren ‘‘Sessiz Devrim’’ olarak niteledi.
Ecevit sıraladıkça icracılar gözümüzün önünde geçit resmi yapıyordu:
Kemal Derviş, İsmail Cem, Hüsamettin Özkan, İstemihan Talay, Mustafa Yılmaz, Metin Bostancıoğlu, Hasan Gemici, Fikret Ünlü...
Şu an hiçbiri hükümette ve DSP'de değildi.
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2002
<B>ANKARA'</B>nın siyasetine dün öfke, panik ve samimiyetsizlik hákimdi. Bir de küskünlük.
Buna neden de açıklanan listelerde seçilemeyecek sırada kalan veya hiç aday gösterilemeyen milletvekilleriydi.
Meclis'in neredeyse yarısı, ya liste dışı kaldı veya seçilemeyeceği yerlerden aday gösterildi.
Sonuçta, DSP'li Orman Bakanı Nami Çağan'ın dün söylediği gibi ‘‘Meclis'te yeni bir parti; TKP oluştu’’...
Yani Türkiye Küskünler Partisi...
Her ne kadar dün bütün siyasi parti liderleri ‘‘3 Kasım'da seçimin ertelenmesine karşıyız’’ açıklamasında bulunmuş olsa da işin aslı hiç de öyle görülmüyordu.
Lideri, seçimlerin ertelenmesine karşıyız derken, kurmayları samimi sohbetlerde ‘‘Bu seçim yüzde 99 olmaz’’ öngörüsünü dile getiriyordu.
Seçim kararının alınmasına öncülük eden MHP'liler olmak üzere, listelerde seçilebilecek sıradan aday gösterilenler de dahil bütün milletvekillerine ‘‘Nereden çıktı bu seçim’’ havası hákimdi.
Hepsinin de tek umudu vardı:
‘‘Bu seçimi dileriz küskünler hareketi iptal ettirir...’’
İTTİFAK GÖSTERGESİ
Seçimlerin iptaline ilişkin gösterilen bir diğer veri de ittifaklardı.
Seçim kararının alınmasının hemen ardından parlamento dışındaki birçok parti ittifak yapmak için kolları sıvarken, dün bunlardan sadece ikisi gerçekleşiyordu.
Biri sorunlu bir şekilde son dakikada oluşan DYP-DTP ittifakıydı.
Diğeri de ÖDP-TDP...
İttifaka soyunan partilerin çoğunluğu, kendi başına seçime girme kararını açıkladı.
Bunun siyasi yorumu açıktı:
Seçimin iptal edileceğine inandıkları için bugünden kendilerini bağlamak istemediler.
Seçimlerin iptaline ilişkin hesaplar, hükümet senaryolarını da beraberinde getirdi.
Aslında, dün ANAP lideri Mesut Yılmaz ile MHP lideri Devlet Bahçeli arasındaki AB gerilimiyle bu hükümetin devam etmesinin zorluğu görülüyor.
HÜKÜMETİN DURUMU
Buna rağmen ANAP, Meclis'in olağanüstü toplantısıyla gensoru önergesinin verilmesi ve gereken 276 oyun bulunmasına kadar hükümetten çekilmeme kararlılığında.
MHP de ‘‘Ben hükümete devam ediyorum’’ kararından geri adım atmış değil.
Başbakan Bülent Ecevit'in olaylar karşısındaki tavrı ise, ‘‘Ne yapayım ortaklarım kavga ediyor, ben devam ederim’’ noktasında.
Açıkçası, güvenoyunu zaten uzun süre önce kaybeden koalisyonun, dün itibarıyla birlikte yaşamı da bitkisel hayata girerken, üç ortak da hükümeti yıkan taraf olmak istemiyordu.
Muhalefetin durumu da farklı değildi.
DYP, mevcut hükümetin yıkılması halinde kendisinin de içinde bulunacağı bir hükümetle seçime gidilmesine önceki gün Genel Başkan Yardımcısı Hasan Ekinci aracılığıyla çok sıcak mesaj verdi.
Ancak, DYP lideri Tansu Çiller dün açıklamasıyla bu sıcaklığı soğutmayı tercih etti.
Bir gün önce ‘‘Bu hükümet hemen yıkılmalı’’ diyen YTP ise sessizliğe büründü.
Bütün bunların nedenini DYP'li Eyüp Aşık'ın şu sözü özetliyordu:
‘‘Başarısız darbe yapanlar idam edilir. Onun için herkes, darbeyi başkası yapsın, başarılı olursa Celal Bayar gibi tatilden gelip başa geçerim diye bekliyor...’’
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2002
<B>HEPSİ </B>de hararetle <B>‘‘Bu seçim olmalı’’</B> demeçleri veriyor. Ancak biraz samimi konuşulduğunda parti yöneticilerinin çoğunluğunun ‘‘biri seçimi iptal ettirse’’ arayışında olduğu ortaya çıkıyor.
Milletvekillerinin ise yüzde 80'i ‘nereden çıktı bu seçim’ yakınmasında.
İlginçtir, hepsi de umudunu SP'nin Meclis'te bekleyen hükümet hakkındaki gensorusunun işleme konulmasına bağlamış.
İddiaya göre, seçim iptaline ilişkin plan da bu gensoruya dayalı olarak yarın (çarşamba) sabah yürürlüğe konulacak.
Yani bir küskünler hareketi görünümünden uzaklaştırılacak.
Gerçekliği de, gerçekleşmesi tartışmalı plan şöyle işleyecek:
- SP'nin vermiş olduğu Meclis'te bekleyen hükümet hakkındaki gensorunun işleme konulması amacıyla, olağanüstü toplantı için 110'u aşkın milletvekilinin imzası ile Meclis toplantıya çağrılacak.
- Başvuru, milletvekili aday listelerinin açıklanmasından önce, yani yarın saat 17.00'den önce Meclis'e verilecek.
- Böylece olay, liste küskünü milletvekilleri hareketi görünümünden çıkarılacak.
- Meclis Başkanı, Genel Kurul'u 7 gün içinde toplantıya çağıracak. Milletvekili aday listeleri de bu sürede açıklanmış olacak.
- Meclis toplandığında gensoru önergesine destek verecek 276 güvensizlik oyuna ulaşmak da zor olmayacak.
- Hükümetin düşmesinin ardından, yenisinin kurulmasının zaman alacağı teması işlenecek. Güvenoyu almamış bir geçici hükümetle seçime gidilmesi hukuken olası olsa da pratik olarak zorluğu vurgulanacak.
- Ayrıca seçim kararı bir yasa ile değil, Meclis kararıyla alındığı için Genel Kurul'un toplanması için 184 milletvekilinin salonda hazır bulunması ve 139 milletvekilinin de seçimin iptaline ilişkin önergeye destek vererek 'karar yeter' sayısına ulaşması yeterli olacak.
İşin planlayıcılarına göre, temayül yoklaması sonrası bakanların dahi seçilemeyeceği sıralara indirildiği MHP'deki gelişmeler planın uygulamasını kolaylaştırdı.
YETER Kİ İPTAL OLSUN
Verdikleri rakamlara göre, MHP'de şu an 98 milletvekili bir daha seçilemeyecek sırada bulunuyor.
Onlara göre, ‘‘Bahçeli teşkilatın temayülüne aldırmayıp milletvekilleri ve bakanlarını seçilecek sıradan koyarsa, teşkilatı karşısına alır. Temayülü kabul ederse de milletvekillerini kaybeder...’’
Dolayısıyla seçim kararı alınmasını sağlayan MHP de içine düştüğü cendereden kurtulmak isteyecek.
Bu aşamada, planın içinde bulunduğunu hissettiren kişiye şunu sorduk:
‘‘Hükümet düşer ve seçim iptal olursa Meclis çalışabilir mi?
Yerine yeni hükümet kurulabilir mi?’’
Yanıtı, ‘‘Seçim iptal olsun gerisi kolay gelir’’ oldu...
SEZER FAKTÖRÜ
Seçimin zamanında yapılması veya en erken 2003 Nisan ayında olmak kaydıyla yeni bir hükümetin çıkacağını da vurguladı.
Uygulamak istedikleri plan, yıkılacak hükümetin yerine bir yenisinin hemen kurulamaması temeli üzerine kurulu.
Ancak, bu aşamada dikkate almadıkları yer Cumhurbaşkanlığı.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, seçimin olmasını istediğini hem sözcüsü aracılığıyla, hem de bizzat kendisi açıkladı.
Sezer, seçimin Türkiye'nin önünü açacağına da inanıyor.
Yıkılan hükümetin yerine Çankaya'nın yenisini kurdurması da zor değil.
Ayrıca seçimi iptal ettirenin, bunun altında kalacağı da bir gerçek.
Bütün bunlara rağmen, 1983'ten bu yana ilk kez bu dönemde seçimin iptali olasılığı da çok yüksek.
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2002
<B>BM </B>Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi için bir haftadır Güney Afrika'dayız.Kara Afrika'nın özgürlük hareketinin başlangıç merkezi, <B>Nelson Mandela'</B>nın ülkesinde... Zirvenin yapıldığı Johannesburg; otobanları, her cadde başında uzanan geniş parkları ve golf sahaları, bahçe içindeki evlerinin mimarisiyle Londra, Houston ve Washington karması modern bir kent.
Afrika'da olduğunuz söylenmese, Avrupa veya Amerika'da bir kentte bulunduğunuzu varsayarsınız.
Dikkatimizi ilk çeken, evlerin duvarlarının üzerine yapıştırılmış güvenlik levhaları.
Duvarların üzerleri ise hapishaneleri andıran boydan boya çevrili elektrikli ve dikenli teller, alarm sistemleri ve kameralarla dolu.
Bir de duvarla etrafları çevrilip site haline getirilmiş evlerin kapısında ellerinde pompalı tüfeklerle bekleyen özel güvenlik görevlileri.
Her site, teröre muhatap bir büyükelçilik görüntüsünde.
Uzun süredir Johannesburg'da turizm firması çalıştıran rehberimiz Özlem Dalkılıç, her evin yüksek oranlı korunmasının nedenini ‘‘Suç oranının en yüksek olduğu şehirdesiniz’’ diye açıklıyor.
Güney Afrika'nın 40 milyonluk nüfusunun 5 milyon kadarını oluşturan beyazların yaşadıkları bölgelerdeki güvenlik önlemi ise tam anlamıyla abartılı...
Bununla da bitmiyor.
Kentte telefonla çağırmadan, öyle her önüne gelen taksiye binmek en büyük riski kabullenmek demek.
Veya kentin tek toplu taşım aracı olan metroya binmek...
Hele, kentin yoksul bölgesi Aleksanda çevresinde bir yere gidecekseniz ve de beyazsanız, siyah halkın siyasal ve ekonomik özgürlük hareketine destek verip vermemenizin bir önemi yok.
Baştan soyulmayı kabul etmeniz gerekiyor.
Hatta yaralanmayı, ölmeyi...
Altın, kömür ve De Beers'ın da arasında bulunduğu en kaliteli elmas madenlerine sahip özgürlük hareketinin merkezinde yaşam, suçun esareti altında...
Derinizin renginin suç için hiçbir önemi yok...
YÜKSEL UZEL
Bütün bunlara rağmen içinde en fazla hayvanı barındıran İrlanda'nın topraklarından daha geniş ulusal parkı Kuruger'ı, Johannesburg'a iki saat uzaklıktaki Pilanesberg Ulusal Parkı'nın içinde yer alan dev havuzundaki dalgaları gibi kendisi de yapay olan oteller cenneti Sun City ve Afrika'nın en uç noktası Cape Burnu'nu görmek isteyen turisti engelleyemiyor.
Hayvanat bahçesinde demir kafesler arasında görülebilen aslan, kaplan, çita, köpekbalığı, kartal gibi yırtıcıların da arasında bulunduğu yüzlerce cins hayvanla doğal yaşamlarında birlikte olmanın ayrıcalığını yaşamak istiyorlar.
Öyle ki, birçok kişi de turist olarak geldiği bu ülkede yaşamaya karar verip geri dönmemiş.
Türkiye'den de bin beş yüz kadar kişi bu grubun içinde bulunuyor.
Hatta işyeri sahibi olup bu ülkenin vatandaşlığına geçen Türkler de var.
Gelip dönmeyenlerden biri de ünlü ses sanatçısı Yüksel Uzel...
Yüksel Uzel'in mükemmel döşenmiş, bir malikaneyi andıran Johannesburg'daki evi, bu kentte yaşayan Türklerin buluşma mekánı olmuş.
Korkunun her an kokusuyla yaşansa da son yıllarda dünyanın sayılı firmaları arasına giren şarapçılığı, safarisi, mükemmel lokantaları, modern kent düzeni, kara kıtanın en iyi ekonomilerinden biri olma yolundaki uğraşısıyla Güney Afrika Cumhuriyeti'nde modern yaşam oldukça keyifli...
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2002
ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, ülkesinin Irak'a muhtemel askeri operasyonuyla ilgili olarak dün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e şu güvenceyi verdi: ‘‘Irak'a operasyon konusunda sürekli sizinle danışma içinde olacağız. Türkiye bu konuda umulmadık bir sürprizle karşılaşmayacak.’’ Aslında Powell'ın dün Sezer'e verdiği bu güvence geçen ocak ayında Başkan George W. Bush'un Başbakan Bülent Ecevit'e verdiği güvencenin yenilenmesi niteliğindeydi. Irak'a askeri operasyon konusunda ABD yönetimindeki şahin kanada karşı muhalefetiyle tanınan Powell, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi dolayısıyla bulunduğu Johannesburg'da Sezer ile yaptığı görüşme sırasında ABD yönetiminin Türkiye'ye güvencesini yeniledi.
Önceki gün randevu talebinde bulunan Powell dün Sezer'in kaldığı Michelangelo Oteli'ne gelirken moralini bozan bir gelişmeyle de karşılaştı. Ülkesinin çevreyle ilgili alınan kararlara katılmaması dolayısıyla sürekli tepkilerle karşılaşan Powell-Sezer görüşmesi öncesi Zirve Genel Kurulu'nda yaptığı konuşması sırasında da ABD sivil toplum örgütleri koalisyonu tarafından, ‘‘Utan Bush’’ sloganlarıyla protesto edildi.
OPERASYON KARARIMIZ YOK
Powell'ın Sezer'le 25 dakika süren ziyaretinin ağırlıklı konuları, Irak, Afganistan ve iki ülkenin ticari ilişkileri üzerinde yoğunlaştı. Powell, bir süre önce Washington'a giden Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal'ın ziyaretinin yararlı geçtiğini kaydederek görüşmeye başladı.
Sezer bu aşamada iki ülkenin stratejik ortaklığının askeri konularda çok iyi gittiğini, ancak ekonomik boyutunun bir türlü öne çıkamadığını vurguladı.
Sezer, Türkiye'nin ABD'ye olan ihracatında kota ve gümrük engeliyle karşılaşmasının önüne geçecek olan Nitelikli Sanayi Bölgesi kurulmasına ilişkin kararın hálá Kongre'den geçmediğine dikkat çekti. Bu konuda ABD yönetiminin desteğini istedi
Bu aşamadan sonra görüşmenin ağırlıklı konusu Irak'a olası operasyon üzerinde yoğunlaştı. Konuyu ilk açan Powell oldu. Irak'ın BM Güvenlik Konseyi kararlarına hálá uymadığını anımsatan Powell şöyle dedi:
‘‘Kitle imha silahlarına sahip Irak'a önemli olan silah deneticilerinin dönüşü değil. Önemli olan Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmamasıdır.’’
Powell, ülkesinin Irak'a yönelik olası bir operasyon konusunda henüz bir karar sahibi olmadığını da kayda geçirdi. Ancak askeri operasyonun da bir alternatif olarak planlandığını kaydetti.
Sezer ise BM kararlarına Irak'ın uymasının tüm uluslararası toplumu ilgilendirdiğinin altını çizerek söze başladı ve şöyle dedi:
‘‘Operasyon için uluslararası yasallık ve odlaşma (konsensüs) gerekiyor. Bunu beklemenin doğru olacağına inanıyoruz.’’
Sezer, bu sözleriyle Türkiye'nin operasyona sıcak bakmadığının altını çizerken sınır komşusu olarak Türkiye'nin kitle imha silahlarından duyduğu kaygıyı da vurguladı.
SİZE SÜRPRİZ YAPMAYIZ
Sezer, ardından Körfez Savaşı'nda Türkiye'nin uğradığı zarara da atıfta bulundu. Son iki ekonomik krizi de Körfez Savaşı'a dayandıran Sezer şöyle dedi:
‘‘Türkiye'nin karşılaştığı son ekonomik krizlerin temelinde de Körfez Savaşı'nın nedenleri var. Biz Irak'a karşı girişilecek operasyona son derece duyarlıyız. Böyle bir saldırı olasılığı dahi piyasalarımızı olumsuz etkiliyor. Bu nedenle uluslararası toplumla yakın ve doyurucu bir işbirliği içine girmesini kendilerinden beklediğimizi de Irak'a ilettik.’’
Powell, Sezer'in bu yaklaşımına şu güvenceyle karşılık verdi:
‘‘Türkiye'yle Irak konusunda verimli ve yakın bir danışma içinde bulunacağız. Türkiye bu konuda umulmadık bir sürprizle karşılaşmayacak.’’
Yazının Devamını Oku