Tiyatro sanat bilimi üzerine de yüksek lisans yapar. Önce Ürdün, ardından İstanbul’da profesyonel iş hayatının koşuşturmasına girer. Deniz Turhan Hotiç, bu süreçte tiyatroyla bağını hiç koparmaz. İzmir’e döndüğünde de ‘tiyatrosuz olmaz’ diyerek tüm odağını bu alana yönlendirir. Sahne ve görsel sanatlar etkinliklerinin sunulduğu bir alan, bir proje üretim merkezi ve sivil toplum girişimi gibi birçok hedefle de bu alanda dernekleşmek adına harekete geçer. Hedef ve hayaline ortak ettiği isimlerle de Bi Dünya Tiyatro Sahne ve Görüntü Sanatları Tiyatro Topluluğu Derneği’ni kurar. Bugün İzmir Bostanlı’da bir sokak arasında yer alan cep tiyatrosunda birçok etkinlik yapan, mahalle sakinlerini sahneye çıkaran, çocuklar için kukla gösterileri gerçekleştiren Bi Dünya Tiyatro’nun gündeminde ise hem daha fazla kitleye ulaşmak hem de kente büyük bir tiyatro sahnesi kazandırmak var.
Bİ Dünya Tiyatro... Muhsin Ertuğrul’un “Yarın kıyamet kopacağını bilsem, bugün bir tiyatro daha açarım!” sözünden hareketle farkındalık yaratan çalışmalara imza atan bir sivil toplum kuruluşu. İnsanlara sanatın iyileştirici gücünü hatırlatmak isteyen bir oluşum. Bi Dünya Tiyatro Sahne ve Görüntü Sanatları Tiyatro Topluluğu Derneği’nin kurucularından ve başkanı Deniz Turhan Hotiç ile hem dernekleşme sürecini, hem yürüttükleri çalışmaları, hem de yarınlara dair hedeflerini konuştuk. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Ana Sanat Dalı Dramatik Yazarlık Bölümü’nden “Feminizm’in Toplumsal Açıdan İncelenmesi ve Bir Örnek Oyun: Vesikalı Bekaret” başlıklı lisans teziyle mezun olan Deniz Turhan Hotiç, daha sonra ise Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Tiyatro Sanat Bilimi Bölümü’nden “Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu’nda Bulvar Tiyatrosu ve Dormen Tiyatrosu Modeli” teziyle de yüksek lisansını tamamladığını paylaştı. Deniz Turhan Hotiç, şöyle devam etti:
BAĞINI HİÇ KOPARMADI
“Prof. Dr. Özdemir Nutku, Prof. Dr. Hülya Nutku gibi çok değerli isimlerden ders aldım. Üniversitenin ardından çalışmak için Ürdün’e gittim. 6 yıl Kral Hüseyin’in ekibinde çalıştım. Daha sonra yolum büyük bir holdingle kesişti ve İstanbul’a geldim. Holdingin kurucularının özel asistanlığını yaptım. 16 yıl da İstanbul’da yaşadım. Tabii bu süreçte oyunlar yazıyor ve tiyatroyla bağımı koparmamaya çalışıyordum. Ve beş yıl önce İzmir’e döndüm. Birçok amatör tiyatro çalışmasına destek verdim, festivallerde atölyeler düzenledim, dersler verdim, köy okullarında çocuklarla yaratıcı drama çalışmaları yürüttüm. Tüm bunları yaparken de tiyatronun her yerde olması gerektiğini yüksek sesle dile getirmeye başladım ve bir tiyatromuz olmalı hayalini kurmaya başladım.”
Ali Rıza Ersoy, emeklilik yaşının yaklaşmasıyla birlikte de yeni arayışlara girer. Çocukluğu köyde geçen Ali Rıza Ersoy, yönünü toprağa çevirmeye karar verir. Eşiyle birlikte Urla Barbaros Köyü’ne yerleşir ve sürdürülebilir tarım (permakültür) felsefesiyle çalışmaya başlar. ‘Yanlış yapıyorsun’ söylemlerine rağmen doğaya hiçbir müdahalesi olmadan bağcılık yapar. Günün sonunda Ali Rıza Ersoy, elde ettiği sonuçla da herkesi şaşırtır. Ali Rıza Ersoy, bugün bir yandan kurduğu İon Village’le agroturizm yapıyor, atölyeler düzenliyor, öte tarafta ise tarımın dijitalleşmesi için çalışıyor. Hedefte ise permakültür ile tarım 4,0’ı harmanlayarak dünyada bu alanda çalışmalar yapan start-upları Barbaros köyüne çekerek yeni hikayeler yazmak var.
ALİ Rıza Ersoy... Olumsuz tüm sözlere rağmen hedeflerinin peşinden giden toprak aşığı bir isim. Permakültüre tarım 4,0’ı entegre ederek önemli başarılar elde eden sıradışı bir girişimci. İon Village ve İon Academy’nin kurucusu Ali Rıza Ersoy ile hem kariyer yolculuğunu hem de Urla Barbaros Köyü’nde permakültür alanında yürüttüğü çalışmalarla yarınlara dair planlarını konuştuk. Aydın Koçarlı’da 1957’de doğan Ali Rıza Ersoy, 10 yıl burada yaşadığını belirterek, şöyle devam etti:
11 FARKLI DEPARTMANDA ÇALIŞTI
Birçok sektörde satış ve pazarlama alanında başarılı işlere imza atar. Profesyonel olarak yıllarca hazır giyimde edindiği deneyimle de 2012’de ortaklı bir yapıyla kendi hikayesini yazmak için ilk adımı atar. Kimsenin yapmadığı ve zor olanın peşinden giden Erman Coşkun, pantolon üretme hedefiyle Betobe Tekstil’i kurar. Süreç içinde ortaklarıyla yolunu ayıran Erman Coşkun, zamanla birçok ünlü markaya koleksiyon verir hale gelir. İtalyan GMG Firenze’i satın alarak girişimcilik serüvenine yeni bir halka ekler. Büyüme yatırımları yaptığı süreçte pandemi yaşansa da Erman Coşkun, hedeflerinden vazgeçmez. Bugün bir yandan global oyunculara BETOBE ile pantolon üreten, GMG Firenze ile de Türkiye’de mağazalaşmaya başlayan Erman Coşkun, yatay büyüyerek global bir oyuncu olma hedefiyle yolculuğuna devam etmek istiyor.
ERMAN Coşkun... Herkesin gittiği yoldan yürümek yerine kendi rotasını çizen sıra dışı bir iş insanı. Ülkesine katma değer yaratmayı misyon edinmiş bir girişimci. Betobe Tekstil’in kurucusu Erman Coşkun ile hem kariyer yolculuğundan gelecek hedeflerine, hem de GMG Firenze için planlarına kadar birçok konuyu konuştuk. Ev kadını anne ile banka memuru babanın ikinci çocuğu olarak 1974’te İzmir’de dünyaya ‘merhaba’ diyen Erman Coşkun, ‘sigortalı-maaşlı işin olsun’ felsefesinin hakim olduğu bir ortamda büyüdüğünü paylaşarak, o süreci şöyle aktardı:
SAKİN YAPIYI PROTESTO
“Böyle bir kültürün içinde çok küçük yaşta ticaretle tanıştım. Burada da maddi ihtiyaçtan oluşan bir şeyle hareket etmedim. Çünkü kendi kendine yetebilen bir yapı vardı. Buna rağmen içimde ‘bir şeyler sat’ diyen bir dürtü sözkonusuydu. Belki o dönem ki sakin yapıyı protesto etmek adına böyle bir dürtü oluşmuş da olabilir. Sonuç olarak annem pazara alışverişe gittiğinde ben de evdeki suları alıp satmaya giderdim. Tabii pazarda annemle karşılaştığım zaman ‘bizi rezil edeceksin, konu komşu bunların paraya ihtiyacı var’ sözleriyle de fırçamı yerdim. Okul dışındaki zamanım hep bu döngü içinde geçti. Ramazan pidesi de sattım, ihracat fazlası ürünler de, video kaset de. İlkokul 1’den itibaren de her yazımı bir esnafın yanında çırak olarak geçirdim. Çevremde de bu tarzda kimse yoktu.”
İMKANSIZ DENEN İŞE KABUL
2001’de ise üç ortaklı bir yapıyla çevre sağlığı şirketi kurar. Sinan Gültekin, 2005 bu yapıdan ayrılarak çalışanlarına da hisse verdiği EGAM’a hayat verir. Çevre sağlığıyla başlayan yapılanma, süreç içinde yönetim danışmanlığına ve grup şirketine evrilir. Sinan Gültekin, işletme doktorları misyonuyla Corpitall İşletme Hastanesi’ni kurar. Şu an 300’ün üzerinde işletme doktoruyla KOBİ’lere hizmet veren Sinan Gültekin, bu sayıyı 50 bine çıkararak global bir oyuncu olmayı hedefliyor.
SİNAN Gültekin... Önce kendisine ve ardından da çevresine faydalı olma misyonuyla hareket eden ve Türkiye’nin William Edwards Deming’i olma hedefiyle çalışan bir girişimci. Tüm girişimlerine dijitali de ekleyen ve kendini ‘egonomist’ olarak tanımlayan bir iş insanı. EGAM Group Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Gültekin ile hem girişimcilik serüveni hem start-up çalışmalarını hem de gelecekle ilgili hedeflerini konuştuk. İşçi emeklisi bir babanın üç çocuğundan biri olarak 1974’te Erzurum’da dünyaya gelen Sinan Gültekin, ticari hayatla tanışmasının ortaokul yıllarına denk geldiğini paylaşarak, o süreci şöyle aktardı:
SATIŞ YOK AMA DENEYİM VAR
“Ekonomik olarak sıkıntılı bir ortamda büyümedim ama ticareti öğrenme içgüdüsüyle Erzurum’da çekirdek sattım. Kardeşim ise simitle bana eşlik etti. Harçlıklarımızı sermaye yaptığımız bu yolculuğun sonunda ben para kazanamadım. Çünkü, hem kazandığımı hem de çekirdekleri çevreme dağıtıyordum. Daha sonraki süreçte üniversite okumak için 1995’te İzmir’e geldim. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nde okurken de ticari girişimlerim devam etti. Esasında çekingen, çok dışa dönük biri değildim. Bunu aşmak adına dil eğitim seti ve tencere-tava satışı yaptım. Bunu da gizli yapıyordum. Günün sonunda bir satış yapamasam da hem kendimi aşmak adına hem de tecrübe kazanmak, iletişim kurmak adına önemli deneyimlerde elde ettim.”
İLK GİRİŞİM ÜÇ ORTAKLI
İBRAHİM Kandemir... Hayallerinin peşinden giden ve bunlar için mücadele eden bir isim. Birçok başarılı projenin arkasındaki yer alan gizli bir girişimci. Koala Production’un kurucusu olan İbrahim Kandemir ile hem kariyer yolculuğunu, hem hedeflerini, hem de 9 Eylül kutlamalarının perde arkasını konuştuk. 1982 İzmir doğumlu İbrahim Kandemir, ailevi nedenlerle hayatını Adana’da devam ettirdiğini paylaşarak, hikayesinin devamını şöyle aktardı:
‘KIZ VERMEZLER’ DEDİLER
“Müziğe ve sahnelere karşı büyük bir merakım vardı. İzlediğim konserlerde, ‘ben de bir gün böyle sahneler kuracağım’ derdim. O yıllarda bu merakımı yönetebileceğim bir üniversite ve bölüm olmadığı için lisenin ardından çalışma hayatına adım attım. Tabii ailem de ‘müzikle uğraşana kız vermezler’ diyerek, beni bu alandan uzaklaştırdılar. Ben de iş hayatına atıldım. En son Adana’da paketleme makineleri üreten bir firmada tekniker olarak çalışıyordum. Orada da kariyerimde iyi noktalardaydım.”
HOPARLÖR TAŞIYARAK BAŞLADI
İbrahim Kandemir, tekniker olarak çalıştığı süreçte kader ağlarını farklı şekilde örer ve bir basketbol oyuncusundan hoşlanır. Oyuncunun bulunduğu ortamda DJ’den şarkı istediğine tanıklık eden İbrahim Kandemir, bu DJ ile iletişim kurma yoluna gider. Kandemir, “DJ’in yanına gidip, ‘sizinle çalışmak istiyorum’ dedim. DJ bu teklifimi kabul etti ve ben aslında merakım da olan bir alana farklı bir şekilde giriş yapmış oldum. DJ ile tanıştıktan sonra onunla maçlara gidip gelmeye başladım. Hoparlör taşıyarak işe koyuldum. Tam da bu süreçte Ersay Üner ile yolum kesişti. O dönem Sezen Aksu ile çalışan ve aranjörlük yapan Mustafa Ceceli ile tanışmak istiyordum. O sırada Sezen Aksu’nun Adana’da konseri oldu ve Ersay Üner aracılığıyla Mustafa Ceceli ile tanıştım ve iyi de arkadaş olduk. Bir süre sonra Mustafa Ceceli de kendi albümünü çıkarma kararı aldı. Beni de İstanbul’a birlikte çalışmak için çağırdı” diyerek, Adana’dan sonra İstanbul macerasının başladığını aktardı.
JAMES BON’A SES TEKNOLOJİSİ
EMEL Asyalı... Tekstil alanındaki yılların deneyimini yerele aktararak farkındalık yaratan bir desinatör. Bilgisi, tecrübesi, çevresi ve değerleriyle kendi hikayesini yazan bir girişimci. Emel’s Weawing Art’ın kurucusu Emel Asyalı ile kariyer yolculuğundan, kendi markasını yaratmaya sürecine ve yarınlara dair planlarına kadar birçok konuyu konuştuk. 1974 doğumlu Emel Asyalı, İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü mezunu olarak ekran önündeki herkesin tanıdığı İclal Aydın, Çiğdem Tunç, Hande Kazanova gibi isimlerin yönetmenliğini yaptığını, rejisine girdiğini paylaşarak, hikayesinin devamını şöyle anlattı:
TELEVİZYONDAN TEKSTİLE
RAW Love You... Gücünü doğadan alan bir marka. Başta Bodrum mandalinası olmak üzere meyve ve sebzelere katma değer katan sağlıklı bir girişim. Raw Love You’nun kurucularından Mine Atalar ile markanın doğuş sürecinden gelecek planlarına kadar birçok konuyu konuştuk. İzmir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü’nün ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü’nü bitirdiğini anlatan Mine Atalar, şöyle devam etti:
ROTAYI BODRUM’A ÇEVİRDİLER
“Üniversitenin ardından İzmir ve İstanbul’da çeşitli reklam ajanslarında ambalaj tasarımcısı, sanat yönetmeni gibi işler yaptım. 2011 yılında da ayakkabı tasarımına ilgi duymaya başlayarak Türkiye’nin önde gelen moda markalarına koleksiyonlar hazırladım. Bora Tanık da benim gibi Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü mezunu. Daha sonra iş hayatına Fransızca rehberlikle başlamış. Uzun yıllar büyük bir turizm acentesinin yöneticiliğini yaptı. 2016’da da hayat bizi Bodrum’a getirdi.”
ÖNCE İKRAMLA BAŞLADILAR
Kurumsal hayatın konforlu alanından çıkarak, ‘marka yönetim ve iletişim danışmanlığı’ hizmeti veren bir şirket kurup, girişimcilikte ilk adımı atarlar. Gülay Akçakoca ve Zeynep Fatma Yılmaz, moda sektöründeki şirketlere marka yaratmaktan yönetimine kadar birçok konuda yol gösterir. Bir süre sonra ‘peki biz neden kendi markamızı yaratmıyoruz’ sorusuyla birlikte de iki girişimci, yeni bir yolculuğa çıkar. “Bu iş Türkiye’de tutmaz, Türk erkeği asla kısa şort giymez, burası İtalya mı” gibi olumsuz söylemlere kulak asmayan Akçakoca ve Yılmaz, ‘IGGY MORRIS’ markasıyla sektöre giriş yapar. Markalarının hem Türkiye’de hem yurtdışında satış noktaları ve online satış kanalıyla tüketiciyle buluşturan Gülay Akçakoca ve Zeynep Fatma Yılmaz, ‘beach fashion’ konseptiyle Bodrum’da OIO Boutique mağazasını açar. Kısa erkek deniz şortunun yanına yeni ürünler ekleyerek markalarını büyüten iki girişimcinin hedefi ise global bir oyuncu olmak. Ayrıca butik mağazalarını da dünya genelinde bir zincire döndürmek planları arasında.
GÜLAY Akçakoca, Zeynep Fatma Yılmaz... Yılların dostluğunu girişimcilikle taçlandıran iki iş insanı. Birçok şirketin büyümesinde, markalaşmasında önemli pay sahibi olduktan sonra kendi hikayeleri için emek veren iki girişimci. ‘IGGY MORRIS’in kurucuları Gülay Akçakoca ile Zeynep Fatma Yılmaz ile kariyer yolculuğundan markalarının doğuş sürecine ve yarınlara dair hedeflerine kadar birçok konuyu konuştuk. 1981 İstanbul doğumlu Zeynep Fatma Yılmaz, Anadolu Üniversitesi İşletme’den 2002’de mezun olduktan sonra kariyerine finans sektöründe yön verir. 9 aylık iş deneyiminin ardından da bu sektörde çok da mutlu olmadığını fark eden Zeynep Fatma Yılmaz, Boğaziçi Üniversitesi’ne bağlı bir kurumda grafik ve reklam dersleri almaya başlar. Bu süreçte de Yılmaz’ın yolu orada eğitmen olan Gülay Akçakoca ile kesişir. 1978 İzmir doğumlu olan Gülay Akçakoca da Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nden mezun olmadan profesyonel iş hayatına adım attığını paylaşarak, şöyle devam etti:
GÜVENLİ LİMANDAN ÇIKTILAR
“1999’da mezun olduktan sonra İngiltere’de hem dil hem de pazarlama eğitimi aldım. 1,5 yılın ardından da İstanbul’a döndüm ve kurumsal hayat maceram başladı. İçinde eğitmenliğin de olduğu birçok görevde bulundum. En son bir holdingde icra kurulu başkan yardımcısı olarak görev yapıyordum. Bir sabah işe giderken direksiyon başında nefes almakta güçlük çektiğimi, aslında hiç gitmek istemediğimi fark ettim. Arabayı kenara çekip biraz soluklandım ve sonrasında da gidip istifa ettim. Mesleğimde en üst düzey konumdaydım ama kendimi özgür ve mutlu hissetmiyordum. O sabah benim hayatımda yeni bir dönem başladı. Güvenli limanlardaki gemileri yakıp kendi rotamı çizdim. O dönem kurumsal hayatta kariyerine yön veren can dostum Zeynep Fatma Yılmaz’la birlikte tekstil ve moda sektöründe marka yönetimi ve iletişim hizmetleri sunan GF Design Studio’yu 2010’da kurduk.”
NEDEN KENDİ MARKAMIZ OLMASIN
Moda ve tekstil sektöründe bulunan işletmelere marka yaratma ve yönetme konusunda yıllarca destek olan Zeynep Fatma Yılmaz ile Gülay Akçakoca, bir süre sonra “peki biz neden kendi markamızı yaratmıyoruz” demeye başlar. Bu soruyla birlikte de yepyeni bir yolculuğa çıkan iki ortak, ‘en iyi iş bildiğin iş’ felsefesiyle de tekstil sektöründe kendi hikayelerini yazmaya karar verir. Ve odaklarını ise erkek giyimine çevirir. Gülay Akçakoca, o süreci şöyle anlattı: