Paylaş
Kavar’daki 6 köyden 3’ü 1990’larda devlet tarafından boşaltılmış, biri yakılmış, ikisi de korucu köyü haline getirilmiş.
Her ailede dram, işkence görmüş birileri, hemen hepsi zaten köylerinden şehre sürülmüş.
*
24 ailenin yaşadığı Dibekli köyü. 90’larda boşaltılmaktan beter edilmiş. Koruculuk sistemi dayatılmış. Her aile geride 1-2 yaşlı bırakıp şehre göç etmiş. 2000’lerin başında geri dönenler olmuş.
Kavar Kooperatifi Yönetim Kurulu Üyesi İkram Kılıçarslan, “Gelmek isteyen çok ama evleri yıkık, 200’den fazla ev oturulamaz halde. Dönmemelerinin bir nedeni de güvenlik. Sağlamda olduklarını bilseler dönerler” diyor.
Dibekli köyünün kadınları iş imkânı olmadığı için çocuklarının köye dönememesinden, onlara hasret kalmaktan şikâyetçi.
Yassıca, yani Ünsüz köyü aslında eski bir Ermeni köyü. Köyün muhtarı Abdülgari Ataman, “Kürtler de vaktiyle Ermenilere zulüm yapmış. Bunun acısı bizlerden çıkıyor” diyor.
O sırada “Köyde iki Ermeni aile kalmış” diye fısıldanıyor.
90’larda köyde 6-7 aile kalmış. Şimdi 40 aile var, dönemeyen 200 aile ise dışarıda.
Ataman, “Askerin artık baskısı yok. Önceden askerle konuşamıyorduk. Geceleri rahat uyuyamıyorduk” diyor.
Kışın yatıyor, yazın çalışıyorlar, gençler için sürekli iş yok. Ataman, “Oğlumu batıya yollamak istemiyorum. Bazıları orada gasp, kapkaççılık yapıyor. Öyle terbiye vermedim ama belli olmaz” diyor.
Köyden bir kadının şu sözleri de insanın yüreğini sızlatıyor: “Geçenlerde büyük oğlum köye bizi ziyarete geldi. Küçük oğlumun fotoğrafını gösterdi. 2 yıldır görmemişim, öz oğlumu tanıyamadım.”
Telefonla bile konuşamıyorlar. Şebeke yok. Ev telefonu deseniz, direkler kırılmış, yeniden yapılması lazım.
*
Kolbaşı, yani Avetax köyünde öğle yemeğinde yanımdaki sandalyeye Vesiha Hanım düşüyor. İstanbul, Bağcılar’da yaşıyor, Hakkâri’ye kızının doğumuna giderken köyüne uğramış.
“İnanır mısın” diyor, “20 yıldır İstanbul’da yaşıyorum, daha bir kez rüyamda İstanbul’u görmedim.”
Şu hayatta köyüne dönmekten gayrı bir isteği yok. Evi olmadığı için dönemiyor.
Muhtar Gürgün Karabey tutkuyla kurdukları kooperatifi ve çalışmalarını anlatıyor: “Devlet insanları kendine bağımlı hale getirmiş. Bizim gözümüz devlette olmasın, gözümüz kendi emeğimizde olsun.”
Gülerek anlattığı bir anekdotla da ‘olağan şüpheli’ hallerini dalgaya vuruyor:
“Beriye (süt sağımı) gitmek sorun. Günde iki kere 6 kilometrelik yolu yürüyor kadınlarımız. 2010’da Bitlis valisine ‘Yolu açın’ dedim. ‘Ha tabii, ben yolu açayım da PKK’ya yardım edin, değil mi?’ diye yanıtladı. Benim cevabım ise şu oldu: ‘Yardım etmek istesem sen yolu açsan da açmasan da ederim.’”
*
Kavar Havzası’nın nüfusu 1800 civarında. Nüfusun yüzde 88’i ilkokul veya altında eğitim almış. Havza tüm gelişmişlik kriterleri bakımından Türkiye’nin en yoksul bölgelerinden biri.
Ama her zaman umut var.
5 yıllık bir kalkınma programıyla havzanın nasıl dönüştüğü bir sonraki yazıya.
Bu fotoğraftaki çocukların bir kısmı anadillerini, Kürtçeyi bilmiyorlar. Okulda ve televizyonda hayat Türkçe aktığı için, ebeveynler evde Kürtçe konuşsalar da çocukların öğrenmesine yetmiyor. Bu yorumu Hürriyet Sosyal’de paylaştığımda “Eğitim dili Türkçedir, o kadar!” diye sert tepki veren okurlar oldu. Oysa bir ülkede egemen dil ile eğitim almak diğer dillerin asimilasyonuna yol açar. Herkesin, kültürel bir miras olan dilini yaşatma hakkı vardır. Birçok ülkede anadilde eğitim hakkı gözetiliyor. Bizde Kürtçe seçmeli ders uygulaması başlasa da, belli ki anadillerini korumaya yetmiyor.
Paylaş