Hangisi daha sefil: Kafası rahat olan mı konforu yerinde olan mı?

MONTAIGNE’nin yüzyıllar evvel karaladığı bir cümle var:

Haberin Devamı

“Ancak küçük ruhlar işlerin ağırlığı altında ezilir; onlardan sıyrılmayı, bir yerde durup yeniden başlamayı bilmezler.”
Cümlenin ikinci yarısını şöyle değiştirmek isterim:
“... Bir yerde durup çekip gitmeyi bilmezler.”


*


Çalışma hayatı üzerinde hâkimiyetini ilan eden ‘kurumsal hayat’ kendi dilini oluşturmuş ve bu dille kitlelerin beynini yıkamıştır:
“Bırakırsan başarısızsın. Zayıfsın. Zorluklarla baş edemeyensin. Kartallar gibi yüksekten uçmak varken, kertenkele gibi yerlerde sürüneceksin.”
Kısaca, bu bir “Yerse!” mesajıdır.
Aslında gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu hurafeyi sistem içinde yer alan kim var kim yok satın alır.
Bırakıp gidenin ya da fırsatı olmasına rağmen dönmeyenin ‘deli’ olduğu, ‘intihar’ ettiği düşünülür.
Onların baktığı yerden, intihar için ille de fiiliyat gerekmez...
Pek tabii, insan yaşarken de ölebilir, kendi kendini giyotine sokabilir ve kerhen yaşamaya devam edebilir.
Onlara göre bu, yaşamaya değer bir hayat değildir.


*

Haberin Devamı


Oysa...
Kimin sefil bir hayat yaşadığını tahlil edememek bakıp da görmemekle ilgili.
Kafası rahat olan mı sefil? Konforu yerinde olan mı?
Sefil bir hayata devam etmenin tek yolu, her şeyi gerekçelendirip o hayatın sefil değil, aksine sefaletten kurtaran bir hayat olduğuna inanmak.


*


Bence bırakıp gidenler ya da o hayatın dışına atılınca dönmeyenler zamanımızın en cesur insanları.
Bunu bu hayatın içindeyken, tornadan çıkmış görüşlerle donanmışken görmek de, anlamak da zor.
Tam da bu yüzden...
Dün Hürriyet Pazar’da İpek İzci’nin yazdığı Fulsen Türker öyküsü ilham verici.
İpek haberin girişinde, “Şimdi karşımda oturan kadın, hikâyesini anlatırken gerçekten gülümsüyor. Öyle ki hayatımda ilk kez gerçekten mutlu birini gördüğümü düşünüyorum” diyor.
Bu mutlu kadın 32 yaşında, 9 yıl boyunca 4 farklı sektörde, 3 ayrı pozisyonda çalışmış safkan bir beyaz yakalı.
Bilindik orta sınıf hikâyesi.
Daha ilkokuldayken hayatı planlanmış; üniversiteye gidiyor, yüksek lisans yapıyor, kurumsal şirketlerde çalışıyor.
Kendini o standart hayatın içinde bulduğunda bu kendi hayali mi, yoksa başkalarının hayali mi, artık anımsayamıyor.
Son işinden ayrıldığı dönemde bir kafenin camında ‘Garson aranıyor’ yazısını görüyor ve garson oluyor.
Garsonluk yaparken kurumsal hayata dönmek için fırsatlar doğuyor, teklifler geliyor.
Ama o “Ben mutluyum, kalacağım burada” diyor.
İnanmıyorlar. “Çok mutluyum. Mutluyum ya, resmen mutluyum!” diye üstüne basa basa tekrarlıyor.
Bir kitap yazıyor. Şimdi sıra ikincisinde.
Belli ki kurumsal hayatın kıstırılmışlığından kurtulunca daha üretken, daha yaratıcı oluyor.
Belki de hayat, akışına bırakmak yerine, akışı ters yönde değiştirince daha güzel oluyor.


*

Haberin Devamı


Hangi alan olursa olsun, bir koltuğa oturunca kalkamayanların ve doğrusunun da bu olduğunu aşılayanların ülkesinde, dünyasında...
Fulsen bana serin bir esinti gibi geldi.
“Bir yol daha var, o da ‘ölmek’ değil” diyebilen, bu yola girmeye cesaret edebilen ve dönmek istemeyen genç bir kadın.
‘Mahallenin delisi’ değil, birçoklarından akıllı.
İnsanın mutlu olması, hayattaki seçimlerinin akılcı olduğunu göstermez mi?
Akıl ne zamandan beri koltukla, ofisle, statüyle ölçülür oldu?
Bu teranelere inanmayınız.

Yazarın Tüm Yazıları