Paylaş
TÜRKİYE’nin mukayeseli üstünlük bakımından en önemli avantajı nedir diye sorduğunuzda bütün yabancı yatırımcıların verdiği cevap ‘coğrafi konum’.
Türkiye’nin ikinci üstünlüğü ise genç nüfusu.
İlkokuldan beri kafamıza kazınan ama ülke olarak bir türlü kullanamadığımız iki özellik.
CHP bu iki mukayeseli üstünlüğü birleştirerek bir projeyle kamuoyunun karşısına çıktı: Merkez Şehir.
Kendi kendini yöneten ve kendi kendini geliştiren bir şehir tasarısı bu.
*
Sunumda ‘ekoloji’ ve ‘tersine göç’ kavramlarını görünce biraz daha detaylı bilgi almak için CHP’nin ekonomi kurmaylarına başvurdum.
Dediklerine göre...
“Bu şehirde temiz enerji kullanılacak. Burası güneş ve rüzgârla kendi enerjisini üretecek.”
Uçuk değil. Burada ağır sanayi olmayacağı için sadece yenilenebilir enerji kullanılabilir.
Ağır sanayinin olmasını özellikle istemiyorlar: “Etrafındaki şehirlerin sanayi altyapısını ezmeyecek. Tersine, onların sanayi altyapısını alıp dünya piyasalarına açacak.”
Yani şehirlerin birbirini dışladığı değil, tersine tamamladığı bir proje.
Diyorlar ki...
“Geri dönüşümünü yapan, çevreye duyarlı bir şehir olacak. Mutlak surette ekolojik dengeyi gözetecek.”
Bunu nasıl yapacaklar derseniz, betonlaşmaya baştan planlı bir çözüm getireceklerini, yeşil alan konusunda hiç taviz vermeyerek bunu baştan planlayacaklarını söylüyorlar. “Bölgenin kişi başına düşen yeşil alan oranı en yüksek şehri olacak” diyorlar.
Ve ekliyorlar: “Çünkü burası sadece üretim ve ticaret merkezi değil, bir yaşam alanı. Dünyada kaliteli şehirlerde nasıl bir yaşam standardı varsa, bu şehirde de o standart olacak. Burası ticareti yoğun, kozmopolit bir şehir olacağı için bu standardı sunmamız gerekiyor. Cazibe merkezi niteliği de bir parça oradan gelecek.”
*
Ben en çok İstanbul üzerindeki göç nedenli baskıyı hafifletme potansiyelinden ötürü bu projeyi önemli buldum. Ama 3 milyon rakamı biraz yüksek geldi açıkçası.
“2035’e kadar 3 milyon nüfuslu bir cazibe merkezi dediğimizde ister istemez önemli bir emilimden söz ediyoruz. Buraya küresel şirketlerin geleceğini düşünüyoruz; her küresel şirket burada ofis açsa ciddi bir nitelikli insan gücüne ihtiyaç olacak. Çok büyük ihtimalle bu insanlar gelişmiş bölgelerden gelecek” diyorlar.
“Peki ya emekçiler, işçiler?” diye soruyorum.
“Burada AR-GE ve inovasyon olacağı için belli bir vasıf aranacak insanlarda. Ama onun dışında, hafif endüstrilerde, emek yoğun sektörlerde de ara elemanlar çalışacak” diye yanıtlıyorlar.
*
Projenin benim ilgimi çeken üçüncü boyutu eğitim.
Burası bir eğitim merkezi olacakmış. Başta çevre ülkeler olmak üzere, dünyanın her yerinden öğrencileri buraya çekmeyi düşünüyorlar.
Her yıl, her branştan 15 bin üniversite öğrencisini yurtdışına doktoraya göndermenin tek başına, AR-GE ve inovasyonda çalışacak eleman altyapısını hazırlayacak bir vaat olduğunu vurguluyorlar: “Bu gençler rakiplerini tanıyacak, yurtdışında bilimle aşina olacak ve buraya döndüklerinde çalışacakları bir alan açılmış olacak.”
*
Kendi yasaları olan bir şehrin emekçiyi ezeceğini, işçinin güvencesizleştirildiği bir bölge olacağını söyleyerek projeye itiraz edenler oldu.
Ama burada bir ekonomik özel bölgeden söz ediliyor. Ki zaten Türkiye’de bu modelin bir adım gerisinde olan serbest bölgeler var. Kendi kendini yöneten bu şehri İş Kanunu kapsamayacak değil herhalde...
*
Bunlar bir yana...
Benim de bir itirazım var.
Bu projenin gerçekleşmesi için Avrupa’ya demiryoluyla kesintisiz geçiş gerekiyor. Bu da ancak 3. köprünün tamamlanmasıyla gerçekleşebilir.
Şu durumda CHP, önceden sinyallerini verdiği gibi, 3. köprüyü kabullenmiş görünüyor.
Bu da kendi başına yeterince üzücü.
Paylaş