Paylaş
Bir şüpheli yakalandı. Cinayeti evden para çalmak için işlediğini söyledi.
Ama konu kapanmadı, kapanmamalı. Zira bu cinayetin üzerindeki şüphe bulutu dağılmadı.
Hangi hırsız bir eve av tüfeğiyle girer? Hırsız hafif girer, kendini belli etmeden girer. Bir eve, kaçmak üzere girer. 2 bin lira çalmak için hangi hırsız öldürmeye programlanır?
Cinayeti aydınlatmak polisin, savcının görevi ama demeden edemeyeceğim, ben bu hikâyeyi hiç inandırıcı bulmadım.
Ali Ulvi Büyüknohutçu Finike’de çevre katliamlarına karşı mücadele yürütüyordu. Taşocaklarının Kızılcık Yaylası’nda özel mülkiyetleri de pervasızca ihlal ettiğini anlatıyordu. Dediğine göre, işletmeler şahıslara ait arazilerin ortasından izin almadan yol geçiriyordu; taşocakları izinli bölgenin dönümlerce dışına taşmışlardı.
Büyüknohutçu, işletmelerin madencilik yasasını hiçe sayarak ‘dağ kanunu’ uyguladıklarından dem vuruyor, yerel halkın ilgili makamlara yaptığı başvuruların sonuçsuz kalmasından şikâyet ediyordu: “Taşocağı açmak için önce orman yok ediliyor. Alelacele kesilen çam ve sedir ağaçları üstü brandayla sıkıca kapatılmış TIR’larla gözlerden kaçırılarak bölge açık ve ormansız bir alan haline getiriliyor. Sonra bu alan için taşocağı izni alınıyor.”
14 kilometrede 12 taşocağının olduğu bir yerden söz ediyoruz. Asırlık çam ve sedir ağaçlarına kıyılan, portakal bahçeleri yerle bir edilen, yeraltı suları pisletilen, ocaklardan çıkan tozun insanların ve hayvanların sağlığını bozduğu bir yerden söz ediyoruz.
Ve tüm bunlara göğüs geren bir grup insanın sözcüsü bir adamdan söz ediyoruz.
O adam ki, yürüttüğü mücadeleyle bölgedeki iki taşocağını kapattırdı, diğerlerinin saha sınırlarını genişletme izinlerini kaldırttı.
“En ufak bir yanlışlarında biz anında gerekli başvuruları yapıyoruz, resmi makamlar da kontrol ediyor” demişti Büyüknohutçu.
En son iki ay önce, mücadeleleri sayesinde taşocaklarının bu bölgeyi terk edeceklerini söylemişti.
Bölge halkı da Büyüknohutçu sayesinde 6 yılda çok bilinçlenmiş, taşocakları karşısında dimdik durur olmuştu.
Taşocaklarının ruhsatlarının iptali davasını Büyüknohutçu kazanınca işletme sahipleri ticari zarara uğradıkları gerekçesiyle ona 100 bin TL’lik tazminat davası açmış ama o davayı da kaybetmişlerdi.
Arı kovanına çomak sokan bir adamdı yani Büyüknohutçu.
Niye?
Yaşamı savunuyordu çünkü.
Ağaçların, toprağın, hayvanların, insanların yaşam hakkını savunuyordu. Ve tahribatın müsebbipleriyle var gücüyle savaşıyordu. Açıklamaysa açıklama, davaysa dava, hukuki sınırlar içinde tüm silahlarını ateşliyordu.
Bu da elbette çıkarı zedelenen birilerinin hoşuna gitmiyordu.
Bir şey ima etmiyorum. Sadece, bu hikâyeye dikkat kesilelim ve buna alelade bir gasp olayı muamelesi yapmayalım diyorum.
Cihan Eren’i hatırlıyor musunuz?
Karadeniz Sahil Yolu’na karşı mücadelesiyle tanınan ve 2005’te uğradığı silahlı saldırıdan sonra ölen avukat.
Onun katiline meczup muamelesi yapılmış, olayın böylece üstü kapanmıştı.
Serhat Karadeniz isimli bu şahıs sözde, Kurtlar Vadisi dizisinden ilhamla şöhretli birini öldürmek istemiş ve kendisine kurban olarak o bölgenin zannınca en şöhretlisi olan bu avukatı seçmişti.
Kendini meczup olarak göstermek üzere kurgulanmış ‘delice’ bir hikâye, değil mi?
Gelin görün ki katil Karadeniz, cezaevinde de rahat durmamış, ‘içeriye nasıl soktuğu bilinmeyen bir tabancayla’ Hakan Çillioğlu’nu öldürmeye çalışmıştı.
Kimdi peki bu Çillioğlu?
1999’da Bayrampaşa Cezaevi’nde Alaattin Çakıcı’nın yeğeni ve 7 adamının öldürülmesi olayına karışan ‘Altın tabancalı kabadayı’ idi.
Deli saçması nedenle birini öldürüp cezaevine giren ‘sıradan’ bir adam içeriye silah sokmayı ve mafyatik sulara dalmayı nasıl becerdi peki?
Hiç akla yatkın değil.
Karadeniz, tipik bir tetikçi profili çiziyordu aslında ama meczup muamelesi gördü.
Cihan Eren öldüğüyle, doğa katledildiğiyle kaldı.
Ondan diyorum, ‘meczup, hırsız vs’ deyip geçmeyelim, şüphe payı bırakalım.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş