Melis Alphan

Tekstil atölyelerinde mülteciler de kaçak çalıştırılıyor

27 Şubat 2017
DÜNYACA ünlü pek çok büyük giyim markası ürünlerini Türkiye’deki tedarikçi tekstil firmalarına ürettiriyor. Marka tedarikçiye “Bana şu üründen şu kadar üret” diyor, tedarikçi de çalıştığı fason atölyelere aldığı siparişi dağıtıyor.

Bu atölyelerin bazılarında çocuk işçi çalıştırıldığını geçtiğimiz hafta Hürriyet gündeme getirdi. Geçen yıl da BBC, H&M’in Türkiye’de ürünlerini üreten bir atölyede çocuk işçi yakalamış ve bunu haberleştirmişti.

Ama tekstil atölyelerindeki tek sorun çocuk işçiler değil. Buralarda kaçak çalıştırılan mülteciler de ayrıca sorun.

*

Kâğıt üstünde her şey temiz...

Giysilerini Türkiye’de ürettiren marka ile Türkiye’deki tedarikçisi arasında, tedarikçinin üretim yaptırdığı atölyelerin yasal şartları sağlayacağına dair daha en baştan sıkı sözleşmeler imzalanıyor. Atölyelerin tüm yasal şartlara uyumlu olması marka tarafından şart koşuluyor. Ama yine de bu atölyelerde kaçak veya çocuk işçiler yakalanabiliyor. Türkiye’deki atölyeci zihniyeti pek öyle yazılı şartlara uyacak bir yapıda değil. Bunu bilen kimi markalar da tedarikçilerine ve atölyelere güvenmiyor, kendileri de atölyeleri denetliyor. Üretim zincirlerinde bulunan atölyelere yaptıkları baskında birçok kaçak ve kötü şartlarda çalışan mülteci ile karşılaşıyorlar.

“Bizim atölyelerimizde hiç mülteci yok” diyen tekstil firmaları var. Ama birçoğunun çalıştığı atölyelere gittiğinizde orada mültecilerin de kaçak çalıştırıldığını görebilirsiniz. Marka “Ben tedarikçiye sözlü uyarılarımı yaptım. Benim için üretim yapan atölyelerde böyle bir şey yok” deyip denetlemiyorsa, bu gerçeği bilmesine rağmen görmezden geliyor demektir.  

*

Kimi sorumluluk sahibi markalar, denetledikleri tekstil atölyelerinde kaçak çalıştırılan mülteciler tespit ettiğinde tedarikçilerine

Yazının Devamını Oku

İstanbul Deniz Hali’nde her türlü kaçak avlanan balık satılıyor!

25 Şubat 2017
1980’lere kadar Marmara ve Karadeniz’de yunuslar acımasızca avlandı. Devlet, fazla avlansınlar diye yunus avcılarına silah, mermi ve kredi dağıttı. Karadeniz evlerinde saç fitilli lambalarda yıllarca yunus yağına bulanmış bez parçaları kullanıldı. Yunusların zıpkını, dinamiti, kurşunu yiyince attığı çığlıklar bir yana, Marmara yunus kanından kızıla kesti.

Ne zaman ki devlet yunus avını yasakladı, işte o zaman balıkçı, geçimi için sürü balıklarına dadandı.

Bugün, yüksek teknolojik cihazlara sahip balıkçı filoları göç balığının önüne kilometrelerce uzunlukta ağ bırakıyor ve Boğaz’dan geçmelerine engel oluyor. Oysa bu balıklar 8 bin yıldır beslenmek için Boğaz’ı geçerek göç ediyor.

*

Balıkçı filosu Karadeniz ve Marmara’da balığın hızla azalmasına neden oluyor. Azalan balık nüfusu onbinlerce tekneyi beslemeye yetmeyince, memleketin her yerinde kaçak avcılık yapılıyor. Tüketilmeyen birçok deniz canlısı türü katlediliyor. Avlanan 1 kg balık başına 10 kg balık hiç tüketilmeden çöpe atılıyor. Yavru balıklar bir kez bile üreyemeden avlanıyor. Yılda 700 bin ton hamsi avlanıyor. Bunun 3’te 2’si balık çiftliklerine yem olarak gidiyor. Sürdürülebilir olması gereken balık çiftlikleri yeni balık üretmiyor, aksine aşırı miktarda hamsi avlayıp onu daha pahalı bir ürüne dönüştürüyor.

*

!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterimi yapılan ‘Lüfer’ belgeseli işte bu bilgilerin ışığında, sularımızda hızla azalan lüfer balığının peşinden giderken aslında, vahşi balıkçılığı ve denetimsizliği anlatıyor, tüketim alışkanlıklarımızı yüzümüze çarpıyor.

Türkiye kıyılarında yakalanan tüm deniz canlılarının getirildiği İstanbul Deniz Ürünleri Hali’ne uzanıyor kamera.

Nesli tükenmekte olan

Yazının Devamını Oku

Tekstil sektörünün imajından daha önemli sorunlarımız var

23 Şubat 2017
Hürriyet muhabiri Burak Coşan, Küçükpazar’daki merdivenaltı tekstil atölyelerine girerek buralarda günde 12 saat, yaşları 10-14 arasında değişen çocuk işçiler çalıştırıldığını belgeledi.


Bu haberin ardından meslek birliklerinin yöneticileri yaptıkları açıklamalarda -neredeyse sadece- bu haberlerin yarattığı algı yüzünden Türkiye’nin bozulan imajından ve bunların da işleri bozma ihtimalinden söz etmişler.
Tekstil, merdivenaltı atölyeler yüzünden zan altında kalıyor, tekstilciler yurtdışında çalıştıkları firmalarla bu nedenle sıkıntı yaşıyorlarmış.
Beyler, asıl derdimiz, “Bu görüntülerin ihracatçı firmalara zarar vermesi” midir?
Hayır efendim.
Asıl derdimiz, çocukların işçi olarak sağlıksız ortamlarda çalıştırılması olmalıdır.
Meslek birliklerinin yöneticileri “Devlet bu çalışma koşullarını denetlemeli. Tedbir almalı” demişler.

Yazının Devamını Oku

Yetti artık İstanbul’un trafiği!

20 Şubat 2017
İSTANBUL, dünyada trafiğin en yoğun olduğu 3’üncü kent.

Kayıtlı araba sayısı 3.75 milyon; her gün 1017 araba kaydoluyor.

Bu kentte yılda 125 saatimiz trafikte geçiyor.

İstanbul aynı zamanda, Avrupa’nın havası en kirli metropolü. Ve bu hava kirliliğinin nedenlerinden biri, yollardaki araçlar.

Zira, havayı kirleten karbondioksit emisyonlarının yüzde 23-25’i ulaşımdan, bunun da yüzde 75’i motorlu araçlardan kaynaklanıyor.

Yani trafik sadece zamanımızdan ve enerjimizden çalıp bizi sinir hastası etmiyor, aynı zamanda iklim değişikliğine neden olup kirlettiği havayla da bizi zehirliyor.

Otobanlara yakın veya trafiği bol yerlerde yaşayanlarda misal, çok ciddi solunum yolu hastalıklarının yanı sıra demans hastalığı görülme riski artıyor.

Bizim artık yeni yollar yaparak kısa vadeli ‘çözüm’lere başvurmak yerine, trafikten kurtulmak için gerçekten etkili çözümler peşinde koşmamızın vakti geldi. Yeni yollar kısa vadede trafik sıkışıklığı sorununu çözerken, araba kullanımını teşvik ettiği için uzun vadede yeniden trafik sıkışıklığına neden oluyor.

Bunun dünyanın birçok kentinde test edilip onaylanmış çözüm yolu, trafiğin fiyatlandırılması.

Yazının Devamını Oku

Klasik müzik ‘yeni pop’ olur mu?

18 Şubat 2017
ALIŞVERİŞTEN tutun da müzik dinlemeye ve film izlemeye kadar, hayatımız son 10 yılda internete taşındı.

Teknoloji, ücretsiz müzik dinleme fırsatı ve sınırsız arşiv, müziğe erişimi kolaylaştırdı. Bugün artık müziğin yüzde 75’i internet üzerinden dinleniyor.

Ama teknoloji aynı zamanda, gerçek deneyimlerin yerini aldı.

Giderek daha az sayıda insan klasik müzik dinlemek için konser salonlarına gidiyor.

Klasik müzik dinleyicisi, dijital teknoloji sayesinde artık pijamayla evinde uzanırken çok daha ucuza, dünyanın önde gelen orkestralarının konserlerini canlı izleyebiliyor. 

Bugün insanlar aylar öncesinden bilet almakla, şık şıkırdım giyinip şehir trafiğinde konsere yetişmekle, iki saat bir koltukta oturup öksürmemeye çalışmakla uğraşmıyor. Artık örneğin, Berlin Filarmoni’nin konserlerini ayda 18 Euro’ya evinde canlı izleyebiliyor, ekranda müzisyenin parmağının ucuna kadar görebiliyor. 

Müziğe ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir ortamda, klasik müzik seyircisi de yaşlanıyor ve azalıyor.

Hollanda’da son 10 yılda klasik müzik konserlerinin izleyicisi yüzde 10 azaldı. ABD’de biletli klasik müzik seyircisinin 2018’e dek yüzde 22 oranında azalması bekleniyor.

Klasik müzik seyircisi yaşlandıkça yerine yenisi gelmiyor. Çünkü canlı performanslara erişim bu kadar kolaylaşmışken, gençler konsere gitmek zahmetine girmiyor.

Yazının Devamını Oku

Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir*

13 Şubat 2017
BU ülkede yüzde 49’umuz hayatında hiç sinemaya gitmemiş; yüzde 39’umuz hiç kitap okumuyor; yüzde 66’mız konser, tiyatro gibi bir etkinliğe hiç katılmamış; yüzde 86’mız hiç hobi kursuna gitmemiş. Yüzde 85’imizin en sık yaptığı etkinlik televizyon izlemek. (IPSOS–Türkiye’yi Anlama Kılavuzu, 2016)

Gişe rakamları yüksek filmler de malumunuz Recep İvedik ve türevleri.

Gençlerin yüzde 93.9’u boş vakitlerinde televizyon izliyor. (TÜİK) Okullarda nitelikli kültür-sanat dersleri olmayınca, kültür-sanatla ilgili hobisi gelişen pek olmuyor.

‘İyi Ülkeler Endeksi’nde Türkiye kültürde 58’inci sırada.

*

Hepsi aynı yere işaret ediyor: Toplum kültürel faaliyetlere katılmak için kılını kıpırdatmıyor.

Bu ancak kamudan sivil topluma, kurumlardan bireylere herkesin rol aldığı bir seferberlikle aşılır.  

Ama bakıyoruz, Türkiye kültür hayatına damga vurmuş isimlerin geçtiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) KHK ile fiilen kapanma noktasına geliyor.

“Siyasi ve ekonomik buhranların ortasında her şeye rağmen nasıl ümitli, dirençli ve hevesli olabiliriz”

Yazının Devamını Oku

Kitapların buzdolabı kadar değeri yok mu?

11 Şubat 2017
BAKANLAR Kurulu’nun aldığı yeni kararla beyaz eşyada özel tüketim vergisi, gayrimenkulde damga vergisi, yat, kotra, tekne ve gezinti gemilerinde ÖTV alınmayacak.

Kitaplar üzerindeki KDV ise yerli yerinde duruyor. Oysa sosyal devletler kitaplar üzerindeki vergiyi en alt düzeyde tutarlar çünkü bilirler ki, kitaplara erişim zor olursa ülkeleri kültürel anlamda gelişemez. Kitaplar gibi, müzikte de vergi kolaylığı yok. Bir müzisyeni sahneye çıkardığınızda eğlence vergisi ödemek zorundasınız. Konserlerin ekonomik veya güvenlik sebebiyle art arda iptal edildiği ve müzisyenlerin çok zor günlerden geçtiği günlerde bir de üzerine eğlence vergisi binince, bu sektörün emekçileri ekmek parasını bile kazanamaz hale geldi.

*

Sinema ve televizyon Türkiye’de ciro bakımından en büyük kültür sektörü. Yani büyük çoğunluk için kültür sanat evdeki televizyondan ibaret.

Sinemaya talep ise sanatsal bir kaygı taşımıyor. Neden, yine televizyona olan talep. Her yıl vizyona 100’den fazla yerli film giriyor. Ama toplam gişe hasılatının yüzde 70-85’ini başrollerinde televizyon yıldızlarının olduğu, TV dizilerine benzer ilk 10 film paylaşıyor.

Anadolu’da sinema salonu eksikliği de hâlâ giderilmiş değil; en çok salona sahip 9 ildeki salonların toplamı, İstanbul’daki salon sayısı kadar etmiyor. Tiyatroda da tablo benzer; İstanbul’da 178 tiyatro salonu var; 5’ten az tiyatro salonuna sahip 49 ildeki toplam salon sayısı 112.

Kültür ekonomisi içinde ciro bakımından büyüklükte sinema ve televizyonun ardından kitap yayımı geliyor. Ülkemizde kitap okuma oranları gayet düşük ama ciro yüksek çünkü yayıncılık sektöründeki cironun büyük bölümünü ders kitapları oluşturuyor.

*

Kültür ekonomisti

Yazının Devamını Oku

Sanata su gibi ihtiyacımız var

9 Şubat 2017
İnsanların sanata yönelmeleri için yeteneğin şart olduğunu düşünmüyorum ama yetenek olmadığında insanların yeterince motive olamayabileceğini biliyorum.

Ben kendimi bildim bileli resim yaparım. Hayatta her şeyden fazla –okuyup yazmaktan bile- daha çok neyi yapmayı sevdiğimi sorsalar, “Çizmek” derim. Bunu sanatla uğraşmayan birine anlatmak zor ama o üretim süreci aslında bir arınma süreci.
Spor yaptığınızda nasıl toksinlerden arınıyorsanız, sanatsal üretimde de ruhunuzu temizliyorsunuz. Ben şahsen, hayatta beni sıkıştıran ne varsa unutuyor, sakinleşiyor, hatta sorunlara daha kolay çözüm üretebiliyorum.
Ama herkes sanatsal bir üretim yapmak zorunda değil; sanat aynı zamanda izlemek, deneyimlemek, keyfini sürmek için var. Sadece bu da değil; sanat toplumsal barışı sağlayacak kadar güçlü bir araç.
Farklılıkların zenginlik olarak yansıdığı, toplulukları kaynaştırma kapasitesine sahip, ifadenin olabildiğine özgür olması gereken bir yer sanat. Gücü bilindiğinden, çokça otoriter yönetimler tarafından baskılanmasına, sansürün en çok görüldüğü konulardan biri olmasına da şaşırmamak gerek.
Oysa sanat yıkıcı değil, iyileştiricidir.
Sanat, hayal ürünü gibi görünse de aslında gerçeğin ta kendisidir.
Şiddetin her türlüsüne boğulduğumuz, yaşamdan çok ölümle haşır neşir olduğumuz, ekonominin sarpa sardığı şu dönemde tam da ihtiyacımız olan şey sanat. Bizi iyileştirecek olan şey.

Yazının Devamını Oku