Paylaş
“Yürüyen merdivende neden yürünürmüş kardeşim? Zaten merdiven ilerliyor?”
Kimisi konuyu namus meselesine döndürür, merdivenin solunda, çelik iradesiyle milim kımıldamadan dururdu.
Uzun zaman çekilmeyi reddettiler.
Tabii şehrin kullanışlı ve hızlı taşıtları ve bu taşıtlara mahsus kültür herkesi kendine adapte ediyor illa bir noktada.
Çelik iradeli dostlarımız bir zaman sonra yürüyen merdivende yürüyenlerin hızla aşağı inebildiğini veya yeryüzüne çıkabildiğini keşfettiler.
Yürüyen merdivende yürümenin MANTIKLI bir tercih olduğu ortaya çıktığından beri, insan nehirleri olarak metro merdivenlerinden akmayı sürdürüyoruz.
Bir başka örnek: Tüm yayalar kendilerini yollara olur olmaz atmasınlar diye yolların ortalarına, bel hizasına gelecek bariyerler yerleştirilir, bilirsiniz.
20 metre ötede trafik ışıkları var, herhangi bir yaya Mission Impossible’cılık oynamadan, yollarda top gibi yuvarlanmadan, bacaklarını 120 derece açmak zorunda kalmadan, yolu efendi gibi geçebilir...
Ama hayır efendim, adamımız Black Swan’a dönüşecek, o bacak böyle ileri atıla atıla o bariyerler aşılacak ve balerin bireyimiz, araçların arasından kendini yolun karşısına atacak.
Bakın ne diyorum: Sadece 20 adım ötede, çok rahat bir seçenek var...
Fakat hayır. O bariyerler aşılacak!
Üçüncü örneğime geçiyorum: Dörtyol kavşağındayız, feci trafik var.
Sarıda geçerek tüm kavşağın tıkanmasına sebep olan kişiye korna çalıyoruz.
Diyeceğiz ki, “Ah be güzel kardeşim, şeker kardeşim, neden.
Neden? Gerçekten, NEDEN. Fakat adamımız “Ben geçtim, tanımadığım insanların geçeceği kavşağın akıbeti beni ilgilendirmez” diye düşündüğü için rahat.
Adam bakmıyor. Bak-mı-yor.
Kabahatini biliyor, aynı zamanda aldırmıyor...
Eskiden güçlendiren
şimdi öldürüyor!
İşte böyle, başkalarına aldırmayan binlerce, onbinlerce sürücünün ve yayanın cirit attığı sokaklarda binlerce, onbinlerce kişi saatlerce bekliyor...
Bekliyor... Aklını yitirene, kendi varlığından şüphe edene kadar bekliyor...
“Kaotik metropol hayatı”, “kaba insanlar”, “herkesin birbirinin kafasına basarak yaşaması” konularında şikayet etmeyi biliyoruz ancak çözemiyoruz.
Neden? Toplum kurallarını, birbirini tanımayan insanların zorunlu ortak yaşamının kurallarını “engel” olarak görüyoruz çünkü...
Hakkını korumak isteyen, çevresinde gördüğü hak yiyen insanlar gibi davrandığında hayatının yolunda gideceğini düşünüyor.
Halbuki çok basit kararlar vererek toplu yaşam kurallarına uyulduğunda, küçük şehirlere sıkışmış milyonlarca insanın sokaklarda birbirlerinin boğazına sarılmadan yaşaması mümkün.
Bu kurallara riayet etmemek belirli bir yaş grubuna, belirli bir sosyoekonomik seviyeye, toplumun belirli kesimine ait bir davranış değil.
Şu noktada birbirine bakarak yaşamayı öğrenmiş, “O yaptıysa ben de öyle yaparım, demek ki bu işler böyle ilerliyor” dedirten genetik kodlarınıza, avcı-toplayıcı atalarınıza el sallayabilirsiniz.
Onbinlerce yıl önce, avcı ve toplayıcı arkadaşlarınızla, Kenya civarlarında bir aslandan kaçıyor olsaydınız, sizi yönlendirecek tek faktör, onların davranışları olurdu.
Herkes ne yapıyorsa siz de onu yapardınız, onlar kaçıyorsa siz de kaçardınız, bu “toplu kaçış”, sizi aslana leziz bir yem olmaktan kurtarırdı.
Bugün, böyle “hayatta kalma” endişelerine sahip değiliz.
Herkes gibi davranarak, esasında onların hatalarını kopyalıyor olabilirsiniz, ki şehir hayatında tam anlamıyla bu oluyor.
Dolayısıyla sekiz kişi E5’te slalom yaparak gidiyorsa, bir kavşakta herkes birbirine “Çekil ulan” diyorsa, 200 bin sürücü takip mesafesi bırakmıyorsa, tüm bunlar, bu davranışları sizin de icra etmeniz gerektiği anlamına gelmiyor.
Tamam, bu “davranışları kopyalayarak hayatta kalma” hadisesi genlerde var fakat efendim, günümüz itibariyle bu dürtü size yanlış şeyi kopyalatıyor!
50 bin yıl önce birbirinin davranışlarını kopyalayarak birlikte kaçan topluluklar hayatta kaldı ama 2017 İstanbul’unda “O da giriyo ama?” diyerek toplu halde ters yöne girenlerin hayatta kalma ihtimali azalıyor!
Ben söyleyeyim de...
Paylaş