Melike Karakartal

Vitrinde olmak yetiyor!

19 Mayıs 2016
Sosyal medyayı yoğun olarak kullanan insanların profillerine bakınca inanılmaz renkli, havalı ve eğlenceli bir hayat görüyorsunuz. Fakat hayatlarına şahit olunca ortaya çıkıyor ki...

Gerçekte yaşanan hayat pek de öyle değil.
Sözüm meclisten dışarı; sahiden eğlenceli hayatlar yaşayan sosyal medya fenomenleri, dolu dolu iş yapan donanımlı bloggerler var elbette. Onlar bir kenara...
Diğerlerine baktığınızda, hepsi harika vakit geçiriyor, nefis yerlere gidiyor ve çok eğleniyorlar. Fakat gittikleri o nefis yerleri, nefis doğayı, insanın gözünü kör edecek kadar güzel şehirleri gerçekten görüyorlar mı? Tadını çıkarıyor, keyfine varıyorlar mı?
İşte o konuda pek emin değilim.
Mesela, nefis bir yerde, nefis bir kafede oturuyorlar... Hava mis, etraf cıvıl cıvıl. Güneş tatlı tatlı ısıtıyor, insanlar gülüyor. Etrafta insanın estetik duygusunu okşayan yapılar, ruhuna işleyen büyüleyici bir doğa var...
Fakat onlar bunu görmüyor, göremiyor...
Bu güzel ortamın fotoğrafını çekip paylaşıyor, ardından telefonlarından bir dakika dahi kaldırmıyorlar kafalarını.

Yazının Devamını Oku

Yeni adab-ı muaşeret

17 Mayıs 2016
Eskiden annelerimizin, babalarımızın kütüphanelerinde hayat tavsiyeleri veren kitaplar illa bulunurmuş.

Ben de birkaçıyla çocukluk yıllarında tanışmıştım, sonrasında bunlar sayesinde “eski çağın kişisel gelişim kitapları” meraklısına dönüştüm, ne zaman bir sahaf gezsem illa bir tane bulur, kütüphaneme koyarım...
Varlık Yayınları’ndan çıkmış epeyce kitap buldum bugüne kadar.
Mesela Victor Pauchet’nin “Genç Kalınız”ı... Veya Andre Maurois’nın Yaşama Sanatı...
Eğlencelidir bunları okumak...
Vaktiyle toplum içinde yaşayışı düzenleyen, günlük yaşamla, insan ilişkileriyle ilgili öneriler sunan bu el kitapları birer rehber olarak ele alınırdı pek çok insan tarafından...
Şimdi böyle kitaplar yine var ama biraz burun kıvırarak bakılıyor...
Adab-ı muaşeret kuralları uzmanıyız ya... Böyle konuları okumaya üşeniyoruz.

Yazının Devamını Oku

İyi beslenmek aslında zor değil!

16 Mayıs 2016
Bu hafta sonu “Sizi ayağa kaldırana kadar spor ve beslenme konularında yazmaya devam edeceğim” dedim.

Bakınız ilk tepkiler neler:
- Fakat Melik’aanım, çalışan insanların zamanı az, nasıl bulacaklar sağlıklı yiyecekleri?
Efendim, işte bu en büyük bahane. Biliyorum, akşam yorgun argın açlıktan bayılacak gibi eve geldiğinizde hangi yemeğe saldıracağınızı şaşırıyorsunuz.
Ya dışarıdan söylüyorsunuz ya da ölçüsüzce yiyorsunuz.
Oysa bunu önlemek o kadar kolay ki...
* Mesela evde çorba, sıcak yemek pişirdiniz...
Bir kısmını buzdolabı poşetlerine koyup buzluğa atın. Seyahatten geldiniz, evde yemek yok. Sıcak suyla çözüp tencereye aldığınız ve en kısık ateşte ısıttığınız bir kase taze çorbanız hazır...

Yazının Devamını Oku

Ayıp kelimeler

13 Mayıs 2016
Son zamanlarda kalabalık bir yerde birine “Tuvalet nerede?” diye sordunuz mu?

Eğer sözünüzü “lavabo” olarak düzeltmedilerse şanslısınız demektir.
Tuvalete gitmek istediğinizde, sanki dünyanın en ayıp kelimesini söylemiş veya küfür
etmişsiniz gibi “Leveböyü mü sordunuz?” diye düzeltiyorlar. Lavabo, el yıkanan yer manasında katılmış dilimize. Tuvalet, yani ihtiyaç giderme mekanı olarak ise Fransızca’dan “toilette” kelimesi dönüşmüş ve Türkçe’ye girmiş.
Tuvaletin eş anlamlıları bakın neler: Abdesthane, aralık, ayakyolu, yüznumara, hacet yeri, hela, kenef, memişhane, kademhane...
Seçin beğenin, kelime çok! Tuvalet kaba bir söz de değil ama “Tuvalet nerede?” diye soranlara sanki “Hela nerede?” demiş veya “Pardon, işeyeceğim de” gibi gereksiz bir bilgi vermiş muamelesi yapılıyor, “Leveböyü mü sordunuz?” diye düzeltilerek...
İnsanlar gerçekten ellerini yıkayacakları lavaboyu değil, ihtiyaçlarını giderecekleri tuvaleti soruyorlar. Bu da ayıp değil.
Bakınız TDK diyor ki: “Lavabo; üzerinde su muslukları bulunan, porselen, emaye, sac vb’den yapılmış, el, yüz, bulaşık yıkamaya yarar, çukur yer veya eşya.”

Yazının Devamını Oku

“Figür” meselesi

9 Mayıs 2016
Şöhret sahibi isimler neden oturdukları yerde üzerlerine nefret çekerler?

Neden en büyük hakaretlerin, en acımasız yorumların, en çirkin sözlerin hedefinde olurlar?
Şöhretli insanlara yönelik bu acımasızlığın ve nefretin kaynağı, genellikle büyük bir şöhret ve edinilmiş zenginliğe karşı takınılan tavırdan kaynaklanıyor.
Bulunduğu yeri, sosyal statüyü ve aldığı alkışı hak etmediğini düşünen kitleler, karşılarındakinin kendileri gibi, düşünen, hisseden, etten kemikten bir insan olduğunu unutuyor, akıllarında onları cansız bir varlığa, bir televizyon karakterine dönüştürüyorlar.
Dolayısıyla yorumlarını karşılarında o cansız varlık duruyormuşçasına yapıyorlar.
Ekranlardan veya sahnelerden tanınan isimler genellikle bir “figür”, “magazin figürü”, “eğlence dünyası figürü” veya “sahne figürü” olarak bellendiğinden ötürü, en ufak hareketleri, sonsuz bir gıybet sarmalının ateşleyicisi olabiliyor.
Bir düğün pastası yüzünden zevksiz ilan edilebiliyor, aileleri üzerinden akıllara gelebilecek her türlü çirkin sözün hedefi olabiliyorlar.
Mesela Demet Akalın, kızı hakkında çok çirkin yorumların yer aldığı bir siteden bahsetti Twitter hesabında.

Yazının Devamını Oku

Anne-babalıkta işler tersine döndü!

6 Mayıs 2016
Çocuklukta “annelik” kelimesinden anlanan, geç yetişkinliğe dek değişmiyor.

Hep nazlanan sen oluyorsun, “evin çocuğu” halleri kazık kadar olsan da aynı kalıyor, sanki zaman duracak, hayatının sonuna kadar öyle yaşayacaksın diye hissediyorsun...
Bir kırılma noktası var, artık kendini “evin çocuğu” gibi hissetmemeye başlıyorsun.
Roller değişmeye başlıyor. Bir kırılma noktası var anne-baba ve çocuk rolleri değişiyor, tam tersine dönüyor.
Bilmiyorum bu kırılma noktası bizden önceki nesiller için tam neredeydi ama herhalde bizim için bu nokta anne-babayı “teknolojik dünyaya karşı koruma” olarak sirayet etti.
Her nasıl ebeveynlerin görevi evlatlarını “dış dünyanın tehlikelerine karşı korumak” ise, biz büyüdüğümüzde ise iş, “anne babayı teknolojinin tehlikelerine karşı korumak” oldu.
Önceki nesillerde anne-baba-çocuk rollerinin değişmesi herhalde sadece bir ebeveyn rahatsızlandığında veya belirli bir yaşa geldiğinde gerçekleşiyordu.
Teknoloji dünyasına doğan nesiller ise daha 10-12 yaşından itibaren büyüklerine “anne-babalık” yapmak durumunda kalıyor.

Yazının Devamını Oku

Ünlüler neden birbirlerini takdir etmez?

5 Mayıs 2016
Adele, Beyonce’nin afişinin önünde çektirdiği fotoğrafı Instagram’da yayınlayarak, fotoğrafın altına bol bol övgü düzdü.

Taparcasına sevdiğini, onun için en ilham verici insan olduğunu, yeteneğinin, güzelliğinin, zarafetinin ve çalışma etiğini benzersiz bulduğunu ve bundan dolayı onu ne kadar takdir ettiğini yazdı bu fotoğrafın altına...
En son bizim ünlüler sularında ne zaman böyle bir olay oldu düşündüm... Bulamadım.
Bizde birinin diğerini bu şekilde takdir etmesi için ya vefat etmesi lazım, ya yaşlanması, ya çok hasta olması...
Durduk yere kimse kimseye “Ah, ne güzel bir albüm yapmış, ne muhteşem bir insan” diye böyle övgüler düzmez.
Birinin yaptığı iyi bir albüm, sağlam bir duruş veya güzel bir mesleki çizgi diğerlerini bozar.
Herkes kendisi en iyi olsun ister çünkü.
En çok onlar dinlensin, en çok onlar konuşulsun, en çok onların fotoğrafı çekilsin, en çok onlar övülsün isterler...

Yazının Devamını Oku

Çocuklara sokak lazım

4 Mayıs 2016
İnsan belirli bir yaştan sonra mı başlıyor eskiye özlem duymaya, bugünle dünü veya kendi çocukluğuyla bugünküleri karşılaştırmaya...

Yoksa bu, benim gibi nostalji bağımlılarının bir karakter özelliği mi bilmiyorum...
Woody Allen’ın Paris’te Gece Yarısı adlı filminin ana karakteri Gil, 1920’lerin Paris’ine o kadar geri dönmek ister ki, bu dileği bir gün gerçek olur.
Geçmişe döndüğünde ise bu arzunun sadece kendi dönemine ait olmadığını görecektir...
20’lerin Paris’inde bir kadınla tanışır, Marion Cotillard’ın canlandırdığı güzel Adriana...
O da kendi zamanına burun kıvırmakta, 1800’lerin sonlarında, Paris’in altın çağı sayılan Belle Epoque zamanlarına dönmek istemektedir.
Bana da çok olur: Eski filmleri izledikçe, eski dönemlere ait romanlar, öyküler okudukça, hangi dönemden bahsediyorlarsa, o zamanlara dönmek, orada yaşamak isterim.
Bir zaman makinesi icat edilse sorgusuz sualsiz kullanacaklardan biri olurdum, buna eminim...

Yazının Devamını Oku